YARGILANANLARI KÜÇÜLTMEYEN DEVLETİ YÜCELTMEYEN DAVA
Eklenme: 21.10.2010 00:00:00

İddianameyi okuyamadım ve delillerin nelerden ibaret olduğunu görme imkânım olmadı. O açıdan şu anda tutuklu bulunan sanıkların hukukuna ancak dışarıdan bakabiliriz.

KCK davasından söz ediyorum.

Bu konuda daha önce basına yansıyan bilgilere bakıldığında KCK , PKK nın şehir yapılanmasıymış.

Yani kırsalda militanlar Kürt savaşımını devam ettirir iken, sivillerin şehirde, örgüt adına yapılanma, planlama, yeri geldiğinde eylem için harekete geçme gibi alanlarda faaliyet sürdürmesi için KCK kurulmuş.

KCK isminin Kürdistan Topluluklar Birliği olduğu basında yer aldı.

Bu isim altında resmi olarak faaliyet gösteren bir kuruluş yok. Zaten şu andaki mevzuat itibariyle Kürdistan isminin resmi planda kullanılması mümkün değil.

O halde dönüp dolaşıp bakmamız gereken şey, KCK ismi ile faaliyet gösteren gayrı resmi bir kuruluşun olup olmadığıdır.

Böyle bir kuruluş var ve bu kuruluş kandil ile irtibatlı olarak faaliyet gösteriyor ise, bunun delili nedir?

Dıştan bakıldığında iddianamenin bu esas üzerine oturtulduğu anlaşılıyor. Tabii burada delillerin büyük ehemmiyeti var. Deliller kimi sanık vekillerinin basında çıkan demeçleri gibi, sadece telefon konuşmalarından ibaret ise, elbette bunlara itibar etmek zor olacaktır.

Fakat bu telefon konuşmaları sonucunda eylem veya eylemler meydana gelmişse, bu defa o konuşmaları yapan kişilerin hukuk önünde kendilerini müdafaa etmeleri nasıl olacak, onu da zaman gösterecek.

Ama bu davada sanık olarak yargılanan ve kendilerini yakinen tanıdığım Osman Baydemir, Fırat Anlı, Abdullah Demirbaş, Muharrem Erbey eski Milletvekili olarak tanıdığım Hatip Dicle ile Kayapınar Belediye Başkanı Zülküf Karatekine isnat olunan EYLEM NEDİR ve KCK, PKK nın gizli şehir yapılanması ise, buna konuda sanıklara ait  ele geçirilmiş bulunan deliller nelerden ibarettir.

Bu kişilere yüklenilene suçlamalar ile ilgili olarak, çok ciddi deliller bulunsaydı, hiç kuşkunuz olmasın, bunlar çarşaf çarşaf basında yer alırdı. Bu yönde şimdiye kadar herhangi bir delil veya bilginin sızmamış olması, isnatların mücerette kaldığının en önemli işaretidir.

KCK operasyonu ile yakalanmış olan kişilerin bir birleri ile yaptıkları ve Kürt sorununu temel alan konuşmalarının dik alasını bugün bırakın BDPyi basın yayından, siyasilerden hemen herkes yapıyor. Onlar bakımından artık suç teşkil etmeyen konuların, KCK isimli davada sanık olarak yargılananlara suç isnadı olarak yükletilmesi garip değil mi?

Bütün bunlara bakıldığında, KCK davası Türk Hukuk tarihine  "eline silah almayanların siyasi davası" olarak geçecektir.

Sanıklar hakkında yakalanmış olan herhangi bir silahtan ve elle tutulur bir eylemden söz edilmediğine göre, bunların devletin güvenliğine ve Anayasal düzene karşı harekete geçen kişiler olarak nitelenmesi mümkün görünmüyor.

Zannediyorum sanıkların büyük çoğunluğu  hakkında, TCKnun 314. Maddesinin ikinci fırkasının uygulanması isteniyor. Bu madde ile suçlanan sanıkların ileride suçları sabit olduğunda verilmesi gereken ceza miktarı 5 yıl hapisten ibaret.

Birçok kişi gibi ben de, isnatların mücerrtte kalacağı ve sanıkların beraet edeceğini düşünüyorum.

Savcılık tarafından hazırlık tahkikatı yapılır iken, bu durumların göz önüne alınıp, tahliye yönünde bir karar verilmemesi ve 19 ay gibi çok uzun süre Hâkim karşısına çıkarılmamalarını kimsenin izah etme imkanı bulunmuyor.

Ama Sırrı Beyin dediği gibi, bir musibet bin nasihattan yeğdir. Öyle ümit ediyoruz ki, bu davada, savunmaların alınmasından sonra verilecek toplu bir tahliye kararı, Türkiyenin şu anda yaşamaya başladığı barış sürecine çok büyük katkı sağlayacaktır.

Gördüğüm o ki, bu dava yargılananları küçültmeyecek, Türk Devletini yüceltmeyecektir. 

ÖZEL NOT: Yazının bittiği saatlerde Ak Parti Gurup Başkanvekillerinin türban sorununun çözümü için CHP sine yaptıkları ziyaretin sonuçsuz kaldığı ortaya çıktı. Ak Parti heyeti pek tabii olarak sorunu görüşmek ve bir mutabakata varmak için komisyon kurulmasını önermişler. CHP si bunu kabul etmediğini, kurulmak istenen komisyona üye vermeyeceklerini açıkça beyan etmiş.

Bunlar hep böyledir. Başörtüsüne karşı çıkarlar, Çarşafa CHP rozeti takarlar, ardından CHP nin rüküş kadınları çarşaf yırtma ayini yaparlar. Türban sorununu biz çözeriz,  bize güvenin, bize itimat edin derler, herkesi kendilerine inandırmaya çalışırlar. Fakat  Cumhurbaşkanının 29 Ekim Resepsiyonuna  yaptığı eşli davete, sırf eşinin başörtüsü sebebiyle katılmayacaklarını açıklarlar. Hatta bu konu partide mini bir krize bile sebep olur. Gurup Başkan vekilinin açıklamaları, Genel Başkanları tarafından yalanlanmasa bile doğrulanmaz.

Sayın Başbakanın "Başörtüsü sorununu siz mi çözecektiniz, buyurun beraber çözelim. Ben Gurup Başkan Vekillerime sorunu görüşmek üzere görevi verdim. En kısa sürede gelip sizinle konuyu görüşecekler, mutabakat sağlamaya çalışacaklar" sözü üzerine bugün CHP si gurubu ile yapılan görüşmeler CHP nin komisyon kurulmasına üye vermeyecekleri, kendilerinin daha başka sorunların da çözümünü istedikleri gerekçesi/BAHANESİ/ ile neticesiz kaldı. Yani CHP si tam bu konuda gerçek yüzünü bir kez daha gösterdi.

Size çok net ve açıkça söyleyelim ki, CHP bu tür yasaklar üzerine kurulu bir partidir.

Bundan vazgeçemezler.

Aksi durum kendilerini tümden inkâr etmek olur.

Halk ta bunları gözleri ile görür, kulakları ile işitir, kalbi ile değer biçer.