Suriye meselesinde taşı baltaya mı vurduk. Biliyorum doğrusu baltayı taşa vurmak da, ondan daha beterini izah etmek için bu defa taşı baltaya vurduk desek ne zararımız olur.
Ne zararımızın olduğunu öğrenmek için şöyle bir Gaziantepe ulaşmanız yeter.
Halil Ustada bir kebap yersiniz, lokantadan diliniz damağınız yara olmadan çıkarsınız. Ve o gün bir dahaki yemek saati ne zaman der durursunuz.
İşte bu Gaziantep yılda 5 Milyar Dolar civarında ihracat yapan ilimiz/di.
Hani hatırlar mısınız, Sayın Başbakan son Gaziantep seyahatinde bu rakamı açıklamış ve Gaziantepe büyük övgüler yağdırmıştı.
Ardından zekaları ile büyük sükse yaptıkları bilinen ve ticaretin en iyisini yapmakta mahir oldukları bilinen Kayseriye gitmiş ve bakınız Gaziantepin yıllık ihracatı 5 Milyar Doları geçmeye başladı, biz ticari kabiliyetlerine çok güvendiğimiz Kayseriden de bu rakama ulaşmalarını bekliyoruz demiş ve ihracatta 2 milyar dolar civarında dönüp dolaşan Kayseriye bu rakamın yakışmadığını açıklamıştı.
Çok doğru tespitlerde bulunmuştu.( aaahhh ahh ne diyeyim, ilim Diyarbakır birinci dünya harbi sırasında, Türkiyenin 3.büyük sanayi şehri idi. Şimdi başkalarının zenginliği ile çenemizi yoruyoruz. Olsun Gaziantep te, Kayseri de bizim)
Sınır illerinde komşu ülkelerle ticaret yapıldığında, bölge insanlarını tutmanın imkânı yoktur.
Komşu ülkelere sınır olan iller, güvenlik gerekçesi ile küçe çıkmaza da döner, bu duygu aşıldığında, her bir il ticari açıdan ülkenin parlayan yıldızı da olur. (Benim aklımın almadığı şey, ticarete sınır koymaktır. İsviçre AB üyesi değil, ama gidin görün, bütün kapılarını AB ülkelerine açmış durumda. Biz de ticaret yapılmasına engel olmak için mayın döşemeyi iyi biliyoruz.)
Gaziantep bu açıdan önemli bir laboratuar gibidir. 5 Milyar Dolarlık ihracat hacmine ulaşmasında Suriye ve bu ülke üzerinden Arap dünyası ile yapılan ticaretin büyük ehemmiyeti vardır.
Daha düne kadar Gaziantepte konsolosluğu bulunan tek ülke Suriye değil mi idi?
Arap baharının ülkemiz üzerinden Suriyede estirilmesine yönelik Uluslar arası proje, maalesef yukarıdaki ters deyimi ile taşı baltaya vurmamıza sebep oldu.
Suriye ile daha bir yıl öncesine kadar Cumhurbaşkanları, Başbakanlar düzeyinde çat kapı görüşmeler yapan ülke konumunda iken, şimdi nerede ise, iki ülke siyasilerinin hiç istemedekileri şekilde, artık baharın gelmeyeceği kadar sert rüzgarların estiği ülkeler haline geldik.
Beşşar Esedin babası Hafız Esedden tevarüs ettiği azınlık Nusayri Rejiminin ülkeye dalga dalga yayılmış olan tesirini üç beş ayda gidermesini istemek, reel politiğe ne kadar uygundu, işin doğrusu bilemiyorum.
Bu açıdan dönüp ülkemize baktığımızda, 12 Eylül 1980 yılında yapılan ihtilalin dayatması olan 1982 Anayasasından hoşnutsuzluğumuz tavan yapmış olmasına rağmen, çeşitli kurum ve kuruluşların, hatta kimi siyasi partilerin engellemesi sebebiyle, bir yenisini yapmakta gerçekten büyük güçlük çekiyoruz.
Oysa bu kadar kötü, bu kadar insanların temel hak ve hürriyetlerine aykırı bir Anayasayı değiştirmek için, bir gün bile beklememek gerekirken, bakınız değişiklik için bir yıl boyunca çalışma yapmamızın gerektiği ifade ediliyor.
Peki bir yıl sonra yeni bir Anayasa yapabilecek miyiz, o da belli değil. Mesala CHP, değiştirilmesi dahi teklif edilmeyen maddelere dokunulmasına izin verecek mi? Anayasa Mahkemesinin, HSYKnın, Danıştayın, Yargıtayın yeni oluşumlarına evet diyecek mi?
MHP, Türk ve Türklük kelimeleri yerine, ülke insanının bütününü ifade eden kelime ve cümlelerin Anayasaya girmesine sıcak bakacak mı?
BDP nin Kürt etnik unsurunu ifade eden kelime ve kavramların Anayasaya girmesine, bırakın MHP ve CHP yi, Ak Parti izin verecek mi?
Kürtlerin, azınlıkların, Alevilerin, çoğunluğu teşkil eden Sünni Müslümanların vazgeçilmez, devredilmez temel hak ve talepleri YENİ BİR ANAYASA YAPILAMAZ İSE NE OLACAK? Yürürlükteki Anayasa ile yola devam etmeyecek miyiz?
Yeni Anayasa yapılamaz ise, insanların sokağa dökülmesini ve Ak Parti İktidarının zorla iş başından uzaklaştırılmasını mı isteyeceğiz. Böyle bir şey olabilir mi?
Burada yapılması gereken şey, halka gitmek ve bir başına Anayasayı değiştirecek gücü talep sahiplerine verilmesini istemek tek çıkar yol değil mi?
Demem o ki bu işler öyle kolay değil.
Sayın Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu bey, biz Suriyeye bu konuda söylememiz gereken her şeyi söyledik, yapmamız gereken her şeyi yaptık. Suriye halkı ile rejimi arasında bir tercih yapmamız söz konusu olsa, biz elbette Suriye halkından yana tavır sergileriz diyor.
Sayın Bakanımızın bu değerlendirmesine katılmamak mümkün mü?
Ama siyaset arenasında son 5 yılda oldukça deneyim sahibi olan Sayın Bakanımız, Suriyenin rejimi itibariyle diğer Arap ülkelerine benzemediğini, Nusayri Alevi azınlığın Suriyenin nerede ise bütün can damarlarında dolaşan kan gibi olduğunu biliyor. Meselenin sadece Beşşar Esedin işin başından uzaklaştırılması ile kalmadığını, Askeriyeye, Yönetime, Adalet teşkilatına, Ekonomiye sahip olanların da bir şekilde enterne edilmesinin gerektiğini düşünmesi lazım/dı. Böyle bir organizasyonun 3-5 aylık sürelerde bütünü ile değiştirilmesi elbette mümkün değildir.
İşin başından beri söylediğim husus, ABD nin Suriye Rejimine yönelik hareketlenmelerde elini ateşe atmaktansa, maşa tutmayı yeğlediği hususunda Türk Kamuoyunda oluşan kanaatin, hala dimdik ayakta durduğudur.
Burada olan yine bize oldu.
Gaziantepte iş dünyasında büyük kaygılar var.
Gaziantep Halepin bir banliyösü haline gelmiş iken, aradaki köprüler bir anda yıkılmış durumda.
Hiç abartmıyorum, İstanbulun iki yakasının biri birinden ayrılması gibi bir şey söz konusu.
Bu nedenle,
Suriye yöneticilerinin iş başından uzaklaştırılması üzerine inşa edilen politikaların yeniden masaya yatırılmasında çok büyük fayda var.
Suriyeyi her ziyaret eden, iş bizden görüldüğü gibi değil diyor.
CHP heyeti de, Saadet Partisi Genel başkanı Mustafa Kamalakın başında bulunduğu heyetin söylemleri de bu doğrultuda.
Türkiye yumurtalarının tamamını ABD nin sepetine koyarak hareket edemez, etmemelidir.
Olası Esed rejiminin ayakta kalması durumu gözetilerek, çok acil olarak yeni bir politika üretilmesinde azim fayda var.
Hele de Beşşar Esedin ülkesini ziyaret eden son misafirlerine Türkiyenin uyarılarına, yeni sistemi oluşturmada destek ve yardımına çok ihtiyaç var açıklaması karşısında, Dışişleri Bakanımız gitmese de, Sanayi ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan bey, aradaki ticari ilişkileri yeniden düzenleme bahanesi ile Suriyeyi ziyaret edemez mi?
ABD donanması Okyanusta İranlı Balıkçıları, teröristlerin elinden kurtarır iken, güttüğü politika ne idi, biraz da buna bakalım.