ADALET MÜLKÜN TEMELİ! (II)
Eklenme: 2/2/2018 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Yazımıza başlık olarak kullandığımız ADALET MÜLKÜN TEMELİ kavramı, tarihi ve inandığımız yüce dinimizin ana ilkelerinden birisidir.

Gerçekten hukuk olmasa, insanlığın varlığı ve hayatın idame edilmesi söz konusu olamaz

Hukukun varlığı ve üstünlüğü, hayatın can damarıdır ve toplumun can suyudur.

Bu ter- taze kavram, bu yüce mana, elbette ki ilahi kelam olan yüce Kuran-ı Kerimin önemli hükümler zinciri olan ayetlerin hulasasıdır.

Ve gerçek ilahi sistemin neticesidir.

Bu ter taze, pırıl pırıl güneş gibi parlayan ve ülkeleri, insanlığı aydınlatan inandığımız yüce dinin temelinden çıkıyor.

Her gün biraz daha parlayıp yeryüzünü aydınlatan bu hukuk anlayışı, yüce İslamın bir ifadesi ve gerçeğidir.

Ve insanlığın da neticesidir

O olmazsa, insanlıkta olmaz..

***

Bir önceki günkü Söz Gazetesinin MANŞETTEN köşesindeki TÜRKİYEDE HUKUK VE ADALET SENDROMU başlıklı yazıyı okuduk.

O paralelde dün GÜNÜN YORUMU köşesinde değindiğimiz gibi, bugün yine daha fazla bir biçimde açıklayıcı deliller ve bilgilerle sizinleyiz.

Gerçekten hukuk kavramının ana kural ve kaideleri tatbik edilmediği müddetçe, iş hukuk değil, guguka dönüşür.

Adalet değil, Felaket olur, Dalalet olur, Hukuka ihanet olur.

Toplumsal günlük hayat akışları tersyüz edilir

Olay ranta, çıkara, menfaate, yalana ve dolana dolaşır.

İşte kargaşa ve terör hukukun guguklaşmasından meydana gelir.

Sözüm ona savunma erki olan Avukatlık Sistemi, tamamıyla ranta dönüşür, kandırıcılık olur, hileli savunma şekli olur ve buna da Bizans Oyunu demekten başka bir isim bulamayız.

İster ülkenin tümü olsun veyahut coğrafik bir bölge olsun, her neresi olursa olsun, orada cirit atan batılı savunan, yanlışları meşrulaştıran, mağdurları daha fazlasıyla mağdur edip, zalim ve oyunbaz insanları kilit noktaya getirebilmenin ne yazık ki, yarışı yapılıyor.

Kim ne kadar sahtekrlık ve üçkğıtçılıkla kendine fazla müşteri toplarsa, aldatıcı ve hileli Bizans Oyunlarıyla yola çıkarsa, kendi işini iş yapar.

Ama sonra da iş yapma yerine çiş yapar.

Yani ortalığı adeta ahlaksızlık alanı haline getirir

Sanki insan yokmuş gibi hayvanlar var gibi işini iş yapan nice becerikli (!) hukukçular ortaya çıkar.

Ve buna da hukukçu deniliyor.

Mazisine bakacaksın

Geleceğine bakacaksın

Hali hazırdaki hal ve üslubuna bakacaksın

Ama karşına koskocaman sahtekrlıktan başka bir şey çıkmayacak.

Ve buna da savunma erki denecek.

İşi gücü sadece sebepsiz zenginleşme ve zuladan para kazanma, hem de devlete zerre miktar o işin vergisini vermeden kayıt dışı para kazanma.

Bu savunma erkinde hileli, tuzaklı, aldatıcı yalancı tanıklar ihdas edilerek adeta iş dosyaları, kirli bilgilere donatılmış, şablonlaştırılmış, kalıplaşmış, kalibre haline getirilmiş, fitillemeye hazır bomba gibi hukukun temeline atılıyor ve hukuku gerçek manasından kaydırıyor.

Hukuk diyebilmek için bin tane şahit gerekiyor.

Tabii bunu söylerken de ranta dayalı belirli bir kesim avukatlık büroları var ve bu bürolar da bellidir.

Özellikle Diyarbakırımızda açık ve nettir.

çok incelenirse, kökeni; gerek vekil ile müvekkil arasındaki illiyet rabıtası ta PKKya kadar dayanır.

Ve haksız yere Bizans Oyunlarıyla iş davasından elde edilen bu rant, dolaylı yollardan dağdaki hainlere kadar ulaşabiliyor.

Veyahut gönül bağıyla bağlı olup, oraya gönderme şaibesinden kendilerini kurtaramıyorlar.

çünkü yakından takip ettiğimiz bazı dava dosyalarındaki davacıların ya çocukları, ya yakınları dağda olup ya ölmüşler, ya da hala Türk askerlerine karşı silah kullanıp nice ana-baba kuzularını şehit ederek, birçok Anadolu ailelerinin ocağına kor ateşi düşürüyorlar.

Biz bunu söylerken, elbette ki tümüne değil bu küllün içinde cüzün varlığı söz konusudur.

Özellikle Diyarbakırda bazı baro avukatlarının durumları incelendiği takdirde, söylediklerimiz açıkça ortaya çıkacaktır.

Dünkü yazımızda da belirttiğimiz gibi;

Yıllar öncesinde hukuk, avukatlık ve savunma erki adı altında Diyarbakır Barosunun Başkanlığını sürdüren bugünkü İstanbul CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulunun biyografisi incelenirse, her şey ortaya çıkar.

Nitekim Sezgin Tanrıkulunun kendi içinde bulunduğu partisinin bazı milletvekillerinin isnatlarına dayanarak söylüyoruz.

Ki Türkiyenin ekmeğini yediği halde, CIA ajanı olarak nitelendirilmiş ve ödül almış bir insan.

Ne yazık ki hala Diyarbakır Barosunda da aynı anlayışın bazı uzantılarının varlığı söz konusudur ki bu çok büyük bir tehlikedir.

Adalet Bakanlığının mutlaka bu işe el atması gerekir.

Türk Hukuk Sistemine gölge atılmasın diye bazı temizlikler yapılması gerekir.

Ve hala da bu Baronun bazı mensupları, özellikle iş davalarının peşine düşenlerin önemli kesimleri, aynı o anlayış içinde olduklarını düşünmemek elde değil.

İşte o avukatlar iş adamlarından ne kadar para koparırsak kardır ve çevresini daha fazlasıyla memnun eder gibi düşüncelerin varlığı söz konusudur.

Biz bunu yakından biliyoruz.

Ama aynı bu anlayışın peşinde olanlar kayıt dışı büyük çapta vergi kaçırarak, zuladan para kazanabiliyorlar.

Vergi dairesinin uzmanları, denetmenleri nerede?

Bu işte danışıklı dövüş gibi davacıyla tanık arasındaki illiyet bağı, ikisi de aynı firmaya, aynı anlayışla davacı oluyor, dava dosyasını açıyor, ama Bozacının şahidi şıracıdır misaliyle gh birileri davacı oluyor, gh birileri de tanık oluyor.

Ama bakıyorsun ki tam tersine şahit olan, ertesi gün davacı olmuş, davacı olan da diğer arkadaşına şahit olmuş.

Yani müteselsilen birbirleriyle ters düşüyor ve zuladan para kazanılıyor.

Mağdur olanın da boynu kopsun misaliyle, büyük çapta vurgun ve vurdumduymazlık var.

Bu itibarla yazdıklarımızın suç duyurusu olarak kabul edilip, gereğinin yerine getirilmesi gerekir

çünkü, peşine düşen insanların çoğunun dava dosyaları hala derdesttir.

En derin saygı ve sevgilerimle...