GİRMEDEN TEFRİKA BİR MİLLETE, DÜŞMAN GİREMEZ!?
Eklenme: 9/10/2020 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

İslam dışı sistemler, hiçbir zaman adil olamaz.

Yansız da olamaz.

Ki çifte standartlıktan da kendini arındıramaz.

Bu itibarla bugünkü yazımıza başlık olarak merhum Mehmet Akif Ersoyun ifadesini taşıdık...

GİRMEDEN TEFRİKA BİR MİLLETE, DÜŞMAN GİREMEZ.

Bu mısraının devamı şöyle;

TOPLU VURDUKçA YÜREKLER, ONU TOP SİNDİREMEZ.

Bugünkü sohbet dersimizde, İslamla kendini donatıp yürüyen ecdatlarımızdan bahsedeceğiz.

İslamın ilanın ilk asrında, Emevi ve Abbasiler döneminin sonlarına kadar.. Ki o dönemde, batı dünyası derin bir uykuda idi...

Müslümanlar..

Yani, İslam dünyası bu tarihte büyük bir cihat ruhuyla yürüyordu..

Ülkeden, ülkeye at koşturuyorlardı..

Fetih üzerine fetihler yapıyordu..

1453teki İstanbul Konstantiniyye fethinden tutun da, 1683lere kadar...

İspanyayı ve Sırbistanı fetheden Devlet-i liye-yi Osmaniye...

Tüm fetihler, tevhit inancı bayrağıyla gerçekleşiyordu..

İslam bayrağı yüceliklerde dalgalandırıyordu...

Ama ne vakit ki Devlet-i liye-yi Osmaniye geriden geriye dönüş yapınca batı dünyası, derin uykusundan uyandı..

Kendini toparladı.

Ve bu kez, İslamiyetin kazandığı coğrafyalar tek tek geri alınmaya başlandı..

Peki nasıl oldu da, eldeki topraklar geri alındı, Osmanlı çöküşe geçti?..

Neden, İslam dünyası, gerileme dönemine girdi?..

çünkü o muhteşem cihat ruhuna devşirmeler pranga vurdu..

Osmanlının içine, ajanlar, casuslar sızmaya başladı...

Devletin mekanizmasını ele geçirdiler..

Münafık tıynetli Yahudi devşirmeler, Ermeni devşirmeler ve tabi ki yerli münafıklar işbirliği içerisine girip, Batı ve Batılın nam-ı hesabına, dünya menfaatleri doğrultusunda, Osmanlıyı baş aşağı ettiler..

Osmanlı hızla kan kaybetti..

Ve batı dünyası Osmanlıya Hasta adam demeye başladı...

Öyle ya, içteki münafıklar üstlendikleri görevi başarıyla yerine getirmişlerdi..

Osmanlı siyasi ve ekonomik yönde ciddi manada, istikrarsızlaştırıldı..

Yekvücut olma halini kaybetti...

Batının böl-parçala ve yut politikasıyla, Osmanlı 24 devlete bölündü...

çünkü, cihat ruhu terk edilip, ırkçılık zehriyle zehirlendi!..

Ki o zehir hala enjekte ediliyor ve sürekli kan kaybettiriyor..

***

Dedik ya!...

İslam o büyük ecdadın cihat ruhuyla Viyana kıyılarına dayandı..

Sırbistana ulaştı...

1453ten tutun da, 17. Yüzyılın sonuna kadar...

İslam yer küresinin en büyük coğrafyasına sahip oldu..

çünkü, bu tarihlerde devletin içerisinde tefrika yoktu..

Birlik ve dirlik vardı..

Ümmet şirai vardı..

Ordular ve mücahitler Adiyat suresinin 1, 2, 3, 4 ve 5inci ayetlerinin derin ve kapsamlı manalarına sımsıkı sarılarak, İslamın gelişmesi ve büyümesi için at koşturuyorlardı.

***

Sevgili okurlar...

Adiyat suresinin birinci ayeti mealen şöyle..

Soluk soluğa süratle koşan, (koşarken ayaklarını) vurarak tırnaklarıyla kıvılcımlar saçan, sabah erkenden baskın yapan ve orada tozu dumana katarak düşman topluluğunun içine dalan atlara yemin olsun...

İşte, Cenab-ı Zülcelal Hak Tel, bu ayetleri İslam dünyasına ders-i ibret olsun diye kıyamete dek, uyarıyor ve hatırlatıyor...

Haşa Kuran silinmez.

* * *

Sevgili dostlar...

Cenab-ı Allahın ayette kast ettiği atlar savaş atlarıdır..

çünkü, o tarihlerde savaşlarda top yoktu, tüfek yoktu, füze yoktu, konvansiyonel silahlar yoktu..

Bugünkü teknoloji yoktu...

Var olan; at üzerinde savaşan kahraman mücahitlerdi..

Kılıç vardı.

Allah Tel, o savaş atlarına yemin ediyor.

Hem de ayaklarını şiddetle yere vurup kıvılcım saçan nallarına yemin ediyor.

Sabahın erken vakitlerinde düşman topluluğunun içine dalan o atlara ve süvarilerine yemin ediyor.

***

Nitekim, Cenab-ı Allah o yeminin cevabı olarak aynı surenin 6. Ayetinde şöyle buyuruyor;

İnsan, Rabbine karşı gerçekten çok nankördür.

Nankörlük yapmadan evvel, o mücahit kahraman ecdadımızın cihadları sayesinde tüm dünyaya meydan okuyup, özellikle batı dünyasında Sırbistan ve Viyanaya kadar at koşturmuşlarını iyi okumalıyız!.

Ne yazık ki, O kahramanların evlat ve ahfadı olarak bizler, bugün içerisinde bulunduğumuz yaşam ve koşullardan dolayı; utanç duymamız lazım...

Zira bugün, 15 milyon nüfuslu bir Yunanistan, bizi Doğu Akdenizde istemiyor, çıkarmaya çalışıyor...

Libyayı ele geçirmek isteyen sosyalist, komünist, Rus kölesi olan, hatta tüm emperyalist dünyanın kölesi darbeci Haftere yardım ediyorlar.

Sözde dost dediğimiz devletler bunu yapıyor.

İşte bunlar hiçbir zaman dost olamamışlar ve olamazlar da.

Bu münasebetle Kuran bizi uyarırken, ne yazık ki biz bir türlü derin uykudan uyanamıyoruz.

Damarlarımızı tıkayan gaflet uykusu, her gün bizi biraz daha bizi İslamdan uzaklaştırıyor.

Hem de uzaklaştıkça uzaklaştırıyor.

Biz bir İslam ümmeti olarak kendimizi o büyük insan Resulullah (S.A.V)in ümmetine intisap olmakla teselli ediyor isek de hal ve tavırlarımızla kendi kendimizi yalanlıyoruz.

Ve onun için de Cenab-ı Allah bizi geri teptikçe tepiyor.

Her nedense bilemiyorum?

***

Mevcut müesses nizam denilen tozlu, dumanlı, sisli bir dünya içinde kıvranıp duruyoruz...

Kendi kendimizi bir türlü gaflet uykusundan da uyandıramıyoruz.

Bu hal, gerçekten bizi daha çok büyük badirelere sürükleyebilir.

çünkü, tefrika denilen zehir içimizden çıkmıyor.

Devşirme ajanlar, dün olduğu gibi bugün de hep kahraman kurtarıcı olarak tarih boyu bize yutturulmuştur...

Ne hazindir ki, kıyamete dek de gösterilecek gibi geliyor bize.

Sadece lisanımızla kendimizi Müslümanlıkla makyajlıyor isek de o iman kalbe sirayet etmiyor?

Zira bu hal hiçbir zaman samimi bir Müslümana yakışmadığı gibi tam tersine münafıklıkla Kuran bunu telin ediyor.

Özetlemek gerekiyorsa; kimse kusura bakmasın ama laikçiliği Fransadan ithal etmiş olan anlayış, hiçbir zaman İslam dünyasının dostu olmadığı gibi, Türkiyenin hiçte dostu olmamıştır...

Velev ki Türkiyenin içinde olsa bile!.

Zira laikçilik İslama terstir.

İslam dışı bir soysuzlaşmadır ve millete ihanettir.

***

Bakınız, sevgili dostlar.

Tarih kitaplarını iyi irdelemeliyiz...

Lakin, yalan söylemeyen tarih olmak kaydıyla, birçok yabancı yazar-çizerler kitaplarında, Türkiyenin tarihini işlerken kaleme döktükleri cümleler aynen şöyledir.

Laikçi bir anlayış, dinden uzaklaşmış bir anlayış demektir.

Ki onu milletine enjekte edenler, hiçbir zaman o milletin dostu olamazlar.

Kendileri dahi ne olduklarını fark etmiyorlar.

Yahudi dönme ve devşirmelerinin tavsiye ve diktaları üzerinde kalırlar.

Bu şekilde kendi kendini teselli edip, ben devlete, vatana, millete hayır, bereket, fazilet getiriyorum.

çünkü laikim diyor.

Oysaki makyajdan başka hiçbir şey yok.

Beyni boş.

Kalbi karanlık.

Gerçekleri duymayan kulaklar tıkanık.

Onun için yüce kitabımız diyor ki;

Kel enami belhum adall

Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da sapıktırlar..

İşte bunu diyen, yüce kitaba sarılmamız ve o paralelde yürümemiz gerekir.

Aba ecdatlarımıza layık evlat ve torunlar olmamız lazım.

***

Türkiyenin toplumsal günlük hayat akışlarına bakıldığında, inanın sevgili dostlar, manzara insanları ürkütüyor ve derinden derine düşündürüyor.

Bilenler bilir.

Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna bile az..

Bu vecize sözle yola çıkarsak...

Allahın her günü kadın sokağın ortasında öldürülüyor.

Allahın her günü aile mefhumu çöküyor.

Allahın her günü ekonomiksel sıkıntı ve faizle fakrü zaruret artmaktadır...

Zina- fuhuş

Hırsızlık

Rüşvet

Tefecilik..

Denir ya, gırtlağa kadar dayanmış..

Hele hele şu bizim adalet mekanizmamıza bakıldığında; tam bir travmatik hal içeriyor...

Cumhurbaşkanımızdan Allah razı olsun, zaman zaman imalı yollarla da olsa açıkça da olsa, yaşanan çarpıklıkları dile getiriyor..

Toplumu aynı minvalde de uyarıyor.

Yargının, hukukun üçüncü sacayağı durumunda olan savunma erki... Yani Avukatlık mesleğini icra eden avukatlar!.

Hiç kuşkusuz ki, avukatlık mesleği hakkı ve hakkaniyeti savundukça çok kutsal bir meslek diye kabul edilebilinir?.

Ama gel gör ki batılın hakka galebe çalması gibi, hakkı tabiri caizse ayaklar altına alıp çiğneyen avukatlara...

Avukatlık mesleğini kişisel rant sektörü haline dönüştürenlere..

Ne denir bilmem..

Ama, insan bunları görünce vicdanen titriyor.

Elbette ki, çok izzetli, namuslu, genç avukatlarımız var.

Mesleğini laikiyle yerine getiriyorlar..

Ancak, korkum odur ki, Türkiye bir gün bu güzel potansiyeli de kaybedebilir..

İşte o zaman vay bu ülkenin haline!

Adalet Bakanı Sayın Gül, geçmişlerine yakışır bir şekilde Adalete sımsıkı sarılıp, onu yeniden ihya etme için harekete geçmesi lazım.

Bu itibarla başlık olarak kullandığımız merhum Mehmet Akif Ersoyun güzel mısraısını tekrarlıyoruz.

Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;

Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.

İşte bu tefrika başta Türkiye olmak üzere İslam dünyasının içine girmesi, her şeyi kökünden anlatıyor.

Yeter ki biz, bizi anlayabilelim

En derin saygı ve sevgilerimle.