HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ MÜ, YASALARIN ÜSTÜNLÜĞÜ MÜ?!
Eklenme: 2/27/2020 12:00:00 AM

Evet sevgili okurlar!

Sohbetimize dahil olmadan önce malumunuz üzre mübarek Üç Aylara girmiş bulunuyoruz.. Bu akşam da Regaip Kandili..

Bu münasebetle, Regaip Kandilinizi tebrik ediyorum

Duam ve temennimiz odur ki, bu mübarek ay ve günler özellikle İslam dünyası için hayırlara vesile olur.. Yaşanan ve yaşatılan, kahredici savaşlar, çatışmalar ve kavgalar son bulur.. Akan gözyaşları diner..

Yer küresinde, İslam birliği ve dirliği yeniden şahlanır çünkü, şuan ki hal-i vaziyet İslam dünyasına hiç ama hiç, yakışmıyor.. Bir eziklik, bir yenilgi bir dağınıklık söz konusudur

Üstadın ifadesiyle; Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sada İslamiyetin olacaktır...

İnşallah gelecek İslamındır.

Elbette bu gelecekte İslamın yüksek ve şanlı sembolleri yeniden eski değerini ve kıymetini kazanacaktır...

***

Gelelim sohbetimize...

Gerçekten yakın tarihimiz boyunca yani Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek, Demokratik çoğulcu Parlamenter sistemiyle hayat bulan mevcut müesses nizam, ne yazık ki, Türkiyeye hukuku getirmemiştir..

Var olan hep kanunlar manzumesi olmuştur..

Ama, hukukla bağdaşmayan, bütünlük arz etmeyen kanunlar...

Ki, mevcut yasalar da öyle...

Nerdeyse yüzde yetmişi çağdışı, baskıcı, antidemokratik, hukukun üstünlüğüyle ters düşen bir hal yaşatmaktadır...

Tarihsel bir hukuk dışılığa sahiptir...

Keyfiliğe dayalıdır...

çağdışı antidemokratik bir uygulama sistemi içerisinde, hukuk halk deyimiyle katlediliyor..

Oysa ki kurulan Cumhuriyet rejiminin tüm aktifliğiyle Anayasanın ilk bölümünde, yani dibacesinde geçen ifadelerin hiçbirinde kanun devletinden söz etmiyor..

Hepsi bilaistisna, hukukun üstünlüğüne vurgu yapıyor..

Ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir hukuk devletidir deniliyor...

Ama velakin, denir ya görünün köy kılavuz istemez..

Hukuk Devleti kavramının dün olduğu gibi bugün de, esamisi okunmuyor..

çünkü, kanunlar değil, hukuk işlem görmüş olsaydı, aynı paralellikte Adalette, Demokrasi de, İnsan Hakları da, Özgürlükler de, Eşitlikte bir bütünlük içerisinde, kendini idame ederdi..

Ki hukuk denilince de, ilk etapta bunlar akla gelir...

Maalesef şeklen var, ama iş uygulamaya gelince yok...

Lakin, bozuk siyasetin dışardan ithal etmiş olduğu kavramların tümü, aldatmacadan ibaret olup, milli iradeyi koruyan-kollayan değil bilakis dışlayan olmuştur...

Hep dışa bağımlı...

Yoksa, toplumsal hizipleşmeler söz konusu olur muydu?..

Ya da, devletin içerisine nüfuz edici olan, milli iradeyi, sivil yönetimi içine sindiremeyen, derin oluşumlar varlık gösterebilir miydi?

60lı yıllardan itibaren, Türkiyede zincirleme darbelerin varlığı söz konusu olabilir miydi?

Olmazdı?..

çünkü hukukun üstünlüğünü antidemokratik yasalar tabiri caizse yerlerde süründürüyor?...

Onun içindir ki, bugün bile hala da darbeler şaibesi, kendisinden söz ettiriyor...

Ne deniliyor?...

Türkiyede darbe planları yapılıyor?..

Yani ayak sesleri her an için duyulabilinir?

Bu demek, milletin varlığına inanmamak demektir.

Milli iradeye saygısızlık yapmak demektir.

Bu da, gelen-giden iktidarların milli iradeye dayalı herhangi bir siyaset yapmadıklarına delalettir.

1960ta yapılan 27 Mayıs Darbesini hatırlayalım...

O zorba darbe yapılmadan önce İsmet İnönü Başbakan Menderesi sık sık tehdit ediyordu.

Bir gün gelecek ben de seni kurtaramam diyerek, darbeye davetiye çıkarıyordu?

Ve nitekim 27 Mayısta ne idüğü belirsiz Orgeneral Cemal Gürsel tarafından darbe gerçekleştirildi..

Sonra, Demokrat Parti tarihe gömüldü.

Yassıadaya götürülen Menderes ile iki Bakanı yargılayan Mahkeme Başkanı Hakim Salim Başol ile İddia makamı olan Yargılama Savcısı Ömer Egesel idi..

Yargılama esnasında Başbakan Menderes tüm çıplaklığıyla olup-biteni anlatırken, onlara sordu siz beni neyle suçluyorsunuz diye?..

çünkü, hiçbir suç yoktu...

Ki mahkeme heyetinin Menderese verebilecekleri cevap yoktu.

İlla ki Beraat edilmesi gerekirdi...

Ama beraat etmediler...

Lakin, o kararı verebilme iradesine sahip değillerdi...

Nitekim, mahkeme başkanı Salim Başol, Menderese şöyle seslendi?

Bizim elimizde bir şey yok, sizi buraya gönderen irade, bunu istiyor bizden. Yani sizi idam etmemiz gerekir..

İşte yasalar, işte hukuk..

Ki darbeler silsilesi oradan başlayıp günümüze dek uzana gelmiştir.

Türkiyede üç çeyrek asra yakın devam edegelen sistem, hep antidemokratik uygulamalarla kendini idame etmiştir...

Gelen giden hükümetler iktidar olabilmişlerse de, muktedir olamamışlardır..

çünkü, müesses nizama karşı, pısırık siyaset gütmüşlerdir.. Ki olan millete olmuştur.

O antidemokratik hukuk dışı haller hep görmezlikten gelinmiştir.

İktidarlar idareyi maslahatla durumu geçiştirdiler..

Hal böyle olunca da; ülke ve millet iki yakasını bir araya getiremedi?

Ekonomiksel sıkıntılar başta olmak üzere, toplumsal ahlaki çöküntüler, mezalimler, zorbalıklar, haksızlıklar, kısacası hukuk dışı uygulamalar, toplumun tüm katmanlarında olduğu gibi, devletin işleyişinde de kendine yer bulup, palazlandı...

Şunu da siz değerli okurlarımızla paylaşmadan geçmek istemiyorum.

Tüm bu saydıklarımızın temel kaynağı, ana unsuru, olup biten tüm fesat ve bozgunculukların varlığı dedik ya; bozuk siyasetten kaynaklıdır...

Ki bu bozuk siyasetin de baş müsebbibi Cumhuriyet Halk Partisi ve anlayışıdır.

Onun getirdiği mezalim kanunlardır.

Bu kanunları topluma ve gelen giden demokratik hükümetlere yutturmaya çalışan yine Cumhuriyet Halk Parti anlayışı olmuştur...

Bugünkü lideri durumunda olan Kemal Kılıçdaroğlu...

Düşünün 1965lerden, 75lere kadar Cumhuriyet Halk Partinin koalisyon ortaklarıyla kurulan hükümetlerin getirdikleri o dönemin yasaları tümüyle antidemokratiktir...

Bir teki bile insan temel hak ve özgürlüğüyle bağdaşmamaktadır...

Hukuk ve adaletle ters düşmektedir.

Sadece keyfilikten ibarettir.

Buna örnek mi istiyorsunuz?

65li, 70li yıllarda SSKnın Genel Başkanı olarak görevde faaliyet gösterirken çıkarttığı ve Büyük Millet Meclisinden geçirebildiği İş, İşçi ve Sendika Kanunlarıdır.

Hele hele başını çeken o günün Devrimci İşçi Sendikaları..

Dönemin iktidarını yönlendirerek işçi hakları adı altında tüm işçileri devlet aleyhine sokağa döküyorlardı...

Grev kararları...

İşçi Sendikalarını işçilerin hakkını arama sloganlarıyla insanları sokağa döküyordu.

Nümayiş yapıyorlardı, zam istiyorlardı, söz sendikalarındı.

Hükümet de o sendika ağalarıydı.

Nihayet o sendikaların dayatmasıyla bugün içinden çıkılmayan İş ve İşçi yasalarıdır ve o dönemde kurulan İş Mahkemeleridir.

Nerdeyse bu İş Mahkemelerinin birçok hakimleri, Yassıada hakimi olan Salim Başol gibi omuzlarını bükercesine Ne yapalım İş Kanunları bunu gerektirir yasa gereği işçi tarafını tutuyoruz diyorlar..

Hal böyle olunca, yargılamanın tarafsızlığı kalır mı?

Ya da mahkemenin adil olma hakkı...

Vaziyet mutlak bir dayatmayla yalancı şahitlerle işverenin gerçek delilleri ortadan kaldırılıyor, sahte, uyduruk deliller ihdas edilerek, kanunlar sözde hukuk adine işlem görüyor...

Sözün kısası...

Türkiye ne derece de bir hukuk devletidir kavramına sahip?..

Yani bir hukuk devleti midir yoksa kanun devleti midir?

Bu sorulara gerçek manada cevap aramak gerekmektedir

En derin sevgi ve saygılarımla