HÜRRİYET YA İMANIN YA DA KÜFRÜN ÖZELLİKLERİNDEN BİRİDİR?!
Eklenme: 12/24/2019 12:00:00 AM

Evet sevgili okurlar!

Bilindiği üzere çağdaş muasır medeniyet seviyesine tırmanan küresel dünyada yaşanmakta olan insanlık dramı had safhasına ulaşmış durumda.

Her ne kadar demokrasi, insan temel hak ve özgürlükleri, mutlak hürriyet kavramları kullanılıyor ise de....

Ve yasalara yerleştiriliyorsa.. Hukuksal gerçeklere dayandırılıyor diye naralar atılıyorsa da, ne var ki olayın içine bakıldığında hiçte hürriyet ve özgürlüğün varlığı söz konusu değil..

Bilakis, zulüm, işkence, temel insan hak ve özgürlüklerine aykırı, antidemokratik mezalimler var!

Güçlünün güçsüze hükümranlığı hakim... Güçlü daima güçsüzü sömürerek kanını emiyor olması elbette ki insanlık dünyasında büyük çelişkilere neden oluyor.

Oysa ki özgürlük denilen Hürriyet ve İnsan Temel Hak ve özgürlüğü veyahut bugünkü deyimle demokratik haklar, bunlar tamamıyla imanın ve inancın hassalarındandır, özelliklerindendir, olmazsa olmazlarındandır.

İman noktai nazarında toplumsal bir hal yaşandığı zaman hürriyet yüce Allah tarafından insanlara bahşedilmiş bir hakikatler mefhumudur...

Kimse onu çiğneyemez ve kimsenin elinden o hak alınamaz!...

Lakin, madalyonun diğer yüzüne bakıldığında, hürriyet imanla pek bütünleşmiş değil.. Hiç kuşkusuz ki, iman özelliğini yitiren hürriyetler de, küfrün ve mezalimin hassalarındandır, özelliklerindendir ve o daima zorbalığı simgeler...

Acımasızdır, sınırsız güç kullanarak, hürriyeti, özgürlüğü, altüst eder...

Ne telaffuza, ne konuşmaya ve ne de hürriyette abı hayat tanır?

Her ne kadar, yaldızlı ifadeleriyle hürriyet, özgürlük, demokrasiden dem vursa da, heyhat hakikatten çok uzak..

İşte bugünkü küresel dünyanın yaşamakta olduğu hal, hürriyetin bu ikinci halini yaşatmaktadır...

çünkü, konu ettiğimiz birinci hal, yani imanın hassası olarak bilinen hürriyeti, ne yazık ki yeryüzünde bulamazsınız.

Bulunsa da, batı dünyası hemen harekete geçerek, yok edilmesi, politize, dejenere etme adına operasyon çekmeye başlar...

Özellikle, İslamafobi diyerek İslama kara leke yapıştırır ve zorbalığı ile suçlama getirerek, algı geliştirir...

Nitekim tarihte örnekleri çok...

Ki Batının bu sinsi fikriyatı, bugüne yönelik değil, ta Osmanlının son iki yüzyılından günümüze kadar, oluşa gelendir..

Batılılar hep bunu İslam dünyasına dayatarak, uygulamaya sokmuşlardır...

Toplumların zihin kodlarıyla oynarlar...

Demokrasi, hürriyet, insan temel hak ve özgürlükleri, eşitlik, bağımsızlık gibi kavramları kullanarak, toplumların içerisine sızıp yer edinirler..

Tıpkı, ağacın içerisindeki kurtlar gibi vücut bulurlar..

Sonra, tüm kavramları yok sayarak, toplumu içten kemirip çökertirler

Her şey iç ihanetle kendini idame etmeye başlar..

İşte hal-i alem orta yerde cereyan ediyor.. Ki Emperyalist haçlı batı dünyasının İslam dünyası üzerinde uyguladıkları mezalim zaten kendini ele veriyor.

Osmanlının son yıllarını hatırlarsak, ırkçı ve şöven bir anlayış körüklendi... Osmanlının o iman meşaleli hürriyet anlayışı, ortadan kaldırıldı.. Neticede, toplumun arasından zorbalık ve mezalimler fışkırmaya başladı...

Bakınız Üstad Bediüzzaman hazretleri Osmanlı dönemindeki hürriyeti şöyle tarif ediyor:

Evet!

Osmanlıların hürriyeti koca Asya kıtasının talinin keşşafidir (açıklayıcısıdır, aydınlatılmasıdır)

İslamiyetin bahtının da miftahıdır ve anahtarıdır

İşte hal böyle olunca ittihadı İslam yani İslam birliği, hürriyetin suru olduğu gibi, temeli ve dayanak noktası olur...

Batı emperyalizmine dayalı hürriyet, özgürlükler, tümüyle istibdaddır, İslam dünyası üzerine kurulan mekir ve hileli oyunlardır.

Demokrasi memokrasi lafta kalır.

Bakınız sevgili dostlar!

Ulu Hakan Sultan Abdülhamid Hanın, 1908deki Meşrutiyet hesabıyla, iktidarını kurarken yani eski Padişahlık sözünün geçerliliği değil, millete ve demokrasiye dayalı bir rejimi gerçekleştirirken, özellikle dış mihrakların, Fransız, İngilizler ve içimizdeki onlara bağlı ittihatçıların dayatmalarıyla Meşrutiyetin anayasasına şu dört kavram konulmuştu.

Hürriyet, uhuvvet, adalet ve musevat

Yani Özgürlük, demokrasi, kardeşlik, adalet ve eşitlik gibi kavramlar anayasaya yerleştirildi...

Aslında Yahudinin sloganı olarak sadece kelime cambazlığından ibaret olan Hürriyet, uhuvvet, musevat olarak geçerken, sonra da Fransızların direktifleriyle Adalet kavramı da ilave edilmiş ve dört kavram olarak yer almıştı!

Zira bu dört kavramın en önemlisi de Adalet olarak benimsetilmişti...

Ancak kısa süre sonra, kep düştü, kel göründü misali, bu dört kavramın nasılda yıkıcı unsur olarak, kullanıldığı ortaya çıktı..

çünkü, Sultan Abdülhamidin Anayasasına konulan ve herkesin kullanabileceği bu ifadelerin hedefi ve stratejisi Osmanlı bünyesinde yaşayan çeşitli etnik kimliklere sahip insanlar arasında eşitsizliği hissettirmekti...

600 yıldan beri iç içe yaşayan değişik kavimlere sahip Osmanlıda kısa sürede, eşit bir kimliğe sahip olunmadığı algısı geliştirildi...

Ve nitekim, devlete karşı isyanlar başlatıldı, Padişah ayrıştırıcı düşünce üreten konumuna getirildi...

Etnik kimliklere sahip topluluklar, devlete ve padişaha karşı asilik göstermeye başladı..

Ki padişah ve devlet zor durumda kaldı...

Nitekim her kafadan bir ses çıkmaya başladı...

Ve büyük bir gizlilik içerisinde İttihat Terakki Partisi kuruldu...

Bu partinin kurucularının başında da, Jön Türklerin baş temsilcisi olarak bilinen Mithat Paşa geliyordu...

Mithat Paşa ise Selanik Yahudi dönmelerinden olup, kendini Türk olarak gösterip isim değiştirmişti..

Osmanlı bünyesinde yetkili bir subay olarak kendini geliştirmişti

Oysa ki Mason localarının kurucularından birisi olmakla beraber, devleti yani Osmanlıyı ve Sultan Abdülhamidi tahttan indirebilme emir ve komutasıyla hareket eden biriydi..

Hatta Ebul Ehrar (Hürriyet varlıklarının babası olarak nitelendirilmiş olmakla beraber bir yandan İngilizlere ajanlık yapmış, bir yandan da Ruslara ajanlık yapmıştır

Evet!

Hatta rivayetlere göre o kadar rol oynamış ki, Sultan Abdülhamid dahi tahta gelmeden evvel, daha genç subay olarak orduda büyüyen Mithat Paşa, sırayla önce Sultan Abdülhamidin abisi olan Abdülazizi öldürtmüş, sonra da büyük abisi Beşinci Muratı öldürtmüştür.

Bu şaibeyle bilinen böyle bir hain Paşa, meğer ki Paşa değilmiş, emperyalist haçlıların maşasıymış

Bu hengamede Sultan Abdülhamid, amca ve ağabeyden sonra Saltanat tahtına oturmuş ve defalarca buna suikast hazırlatmış ise de başaramamışlardır...

Ama ne var ki İttihat Terakki Partinin kurulmasıyla, dış mihraklarla işbirliği yaparak hedefine ulaşmışlardır..

Yani Sultan Abdülhamidi 1909da alaşağı etmiş ve Devleti Aliye Osmaniye böylece 11 yıl içerisinde yani 1909 ile 1920 arasında uzun ömürlü bir devlet yok olup gitmiştir.

Netice itibariyle şöyle düşünmemiz gerekir.

Garb dünyasının yani Batı dünyasının yıllardan beri İslam varlığını içine sindiremeyen ve bir türlü İslam gücünü de yenemeyen bu kirli emperyalist anlayış çok değişik projelerle Osmanlıyı ve Hilafeti İslamiyeyi yeryüzünden sildirebilmiştir.

Bugünkü mevcut Türkiyenin durumunu o günlerin bir uzantısı olarak düşünmemek elde değil.

Zira Görünen köy kılavuz istemez misaliyle yola çıkarsak 1923ten 1950lere kadar yani Cumhuriyetin kuruluşu ile başlayan devlet biçimlendirilmesi Cumhuriyet olarak nitelendirilmişse de bu müesses nizamla Türkiye insanı bir türlü birbiriyle imtizaç sağlayamamıştır.

Yani uzlaşma söz konusu olmamıştır.

Devletin bünyesinde milletle kavga, kan, terör, şeflik ve dipçik devri başlamış ve devlet bir türlü iki yakasını bir araya getirememiştir...

Terör ise bir türlü kökten sildirilememiştir.

İşte bu hal gerçekten düşündürücüdür

Öyle ümitvarız ki Recep Tayyip Erdoğanın başkanlığında Türkiye artık o gömleği atacaktır...

Yepyeni lekesiz bir gömlekle, milletle gerçek barışı, gerçek kardeşliği yaşatacaktır, ümidi içerisindeyiz!

En derin sevgi ve saygılarımla