KORONAVİRÜS VE POSTMODERN DÜNYA! (II)
Eklenme: 4/9/2020 12:00:00 AM

Evet sevgili okurlar!

Bilindiği üzere dünkü sohbetimize başlık olarak Korona virüs ve Postmodern Dünya ifadesini kullanmış ve yazımızın son bölümünde de şöyle bir tespitte bulunmuştuk Özellikle, İslam dünyasının son iki yüzyıllık zaman dilimi içerisinde yaşadıklarına dair!

Şöyle ki

İslam dünyasını yıkıp viraneye çeviren dışarıdaki İslam düşmanları olan haçlı emperyalist İngilizler ile Fransızlar özellikle İslamın ana dayanak noktası olan iki ülkeyi hedef almışlardı...

Bu girişimler On sekizinci asrın başından başlamak üzere on dokuzuncu asrın ortalarına kadar devam etti..

Yani dıştan kurmuş oldukları planları aynı şekilde bu sefer İslam ülkelerinin göbeği durumunda olan Mısır ile İstanbulun ortasına yerleştirdiler..

***

Ve yazıya nokta koyarken, devamle şöyle demiştik

Mısırı ele geçirmek için önce içten piyonları satın aldılar, beslediler ve onların adına çalışan piyonlar, Camiül Ezherin bünyesine Fransızlardan ve İngilizlerden oluşan gizli mason localarını, örgütlediler...

Böylece yavaş yavaş Mısırı ele geçirdikten sonra bu sefer İstanbula el attılar.

Niye İstanbula el attılar.

Zira İstanbulda bütün İslam dünyasını yöneten Hilafet-i İslamiye vardı.

Halifelik vardı

Tüm İslam ülkeleri oradan yönetiliyordu.

Aynı o şekilde İstanbulu da Mısır gibi gizli Mason localarıyla donattılar..

Devletin bünyesine gizliden gizliye yine yerli satılmış piyon uşakların eliyle bu localar kendilerine yapı alanı oluşturdular...

Ve kısa sürede; devletin en namahrem kanallarına nüfuz ederek, yayıldılar...

***

Örneğin; 1798 yılında Fransızlar, Napolyon Bonapartın kumandası altında Mısırı adeta işgal ettiler.

Ondan sonra da Napolyon bu işi yaparken bu kez İngilizler Mısıra girdiler.

İngilizin de Başkumandanı Churcill ile başladı.

Yani tek kelimeyle diyebiliriz ki bu her iki devletin İslamı yok edebilme planları iki nokta üzerinde gerçekleştirildi.

Birisi Mısır, birisi de İstanbul

Nitekim dünkü yazımızda da, kısm-i olarak bu noktaya dikkati çekmiştik

Peki, ne demiştik?

Mısırın işgali tüm İslam dünyasının işgali demekti...

Siyasi ve askeri yollarla Mısırla savaşmadılar.. Fiilen, sahada silahlı bir savaş yoktu.. Savaşı, kültürel ve inanç üzerinde gerçekleştirdiler.. Ve ana stratejileri, ilk hedef devletin beyin takımını oluşturan, liderler, alimler, ulemalar yetiştiren Camiül Ezherin temeline girmekti.. Oraya nüfuz etmekti. Ki bunu başardılar Ve mantar misali; Mason locaları aracılığıyla Camiül Ezherde örgütlenip üreme gösterdiler

Tabi bu her iki devletin, müştereken elde ettikleri başarı(!) kesinlikle Osmanlının Mısıra o tarihlerde Vali olarak atanan Mason Muhammed Ali Paşanın taşeronluğuyla sağlandı

Muhammed Ali Paşa Osmanlının valisi olmakla beraber, fiziksel görüntü olarak Müslüman, inançlı, muhafazakar ve İslamı savunabilen biri olarak, kendine görüntü veriyordu.. Onun için de, Sultan II. Mahmut tarafından, en doğru isim olarak, görülüp oraya atandı.

Ama çok kısa bir süreç içerisinde, gerçek yüzü ortaya çıktı.. Ali Paşa, ihanet ve hiyanet içerisinde, Osmanlının varlığına içten, içe düşman kesilen en büyük millet ve vatan haini bir Paşa olarak ülkeyi yönetmeye başladı?.. Tek kelimeyle maşa!..

Osmanlı adına değil, tamamıyla İngilizlerin ve Fransızların nam-ı hesabına faaliyet gösterdi Mısır halkını, kültürel olarak tümüyle İslamdan çevirip, batılın ve küfrün hegomonyası altına aldı.. Böylece, Mısırda ümmet diye bir kavram, bırakılmadı

Mısırda istediklerini alan Fransa ve İngiltere, bu kez İslam ümmetinin kalası olan İstanbula göz diktiler çünkü, İstanbul bütün İslam Dünyasını temsil eden Hilafet-i İslamiyenin bayraktarlığını üstlenen, Osmanlının başkenti idi Devlet ve milletin işgali; o devletin ya başı ya da kalbini ele geçirmek gerekir

Nitekim Fransa ve İngiltere, Mısırdaki taktiği aynen İstanbul için devreye koydular.. İttihat Terakki Cemiyetinin piyon bazı paşalarını ele geçirerek gizliden gizliye derin mason localarını kurdular.

Ve böylelikle çok kısa bir süreç içerisinde İslam Dünyasını; kavmiyetçilik ve ırkçılık fitnesiyle birbirine düşürüp parçalayabildiler.

Yani, İslamın başını aldılar..

Ayak yalnız kaldı.

Hiç kuşkusuz ki, Mısırdaki yıkımda en büyük rol oynayan Muhammed Ali Paşa gibi, Osmanlıda da aynı rolü oynayan yine Osmanlının içinde oluşan, gelişen, büyüyen İttihat Terakkiye mensup olan bazı subayların varlığı inkar edilemez.

Zira tarih bunu yazıyor.

Tek kelimeyle diyebiliriz ki; tüm bu olup bitenlerin, hatta bırakın yalnız Mısır ile Osmanlıyı, İstanbulu, Hint Yarımadasına kadar İngiliz orduları uzandılar.. Ki, Hindistan Yarımadasını da ele geçirdiler..

İşte bu son iki yüz yıl içerisinde dolaşıp duran en büyük fitnenin arkasında, yani İslam Dünyasını yıkıp viraneye çeviren, hem de içten kültürel olarak, düşünce olarak, din olarak ele geçiren İngiliz fitnesi; ne yazık ki hala da kendini diri tutarak, aynı zihniyetin yolunda yürümektedir

Her ne kadar şekli olarak, İslam ülkelerinde İslam görüntüsü söz konusu ise de, yani günde beş vakit ezan okunuyorsa da, cami cemaatler, Hac, Umre gibi İslami uygulamalar yapılıyorsa da kesinlikle bireyseldir, toplumsal değil

İslam ülkelerinin temel dayanaklarına dayalı bir İslam mefhumunun varlığı yürürlükte olmamakla beraber yaşanmakta olan fiziksel görüntü bireyseldir

Yani ciddi, milli, yerli ve ümmet noktasındaki gerçeklere dayalı değil.. Ki onun için de bugün İslam ülkelerinin varlığı da üç ana unsur üzerinde yönetiliyor.

Bunun başını çeken Türkiyedir, Mısırdır ve diğer Arap ülkeleridir.

Bunun da temel dayanağı kavmiyetçiliktir, unsuriyettir, yani milliyetçilik ve vatanperverliktir.

Resmiyetin hedefinde Kuran ve İslamiyet yoktur.

Bu itibarla İslam dünyasının başına gelen bu zillet ve meskenet rastgele değildir.

Bu söylediklerimizin, yani emperyalist küfür dünyasının yıllardan beri insanların başına getirdiği, özellikle İslam dünyasının başına getirdiği mezalim, hukuksuzluk, insanlık dışı antidemokratik baskılar, Cenab-ı Allahın gayretine dokunmuş ki bugün Korona Virüsünü yer küresinin başına musalat etmiştir

İşte Avrupa, işte ABD

Tabi, küfür dünyasına boyun eğerek bütün benliğini, varlığını İslamdan koparıp kendini onlara bağlayan İslam dünyası da, bundan payına düşeni almaktadır

***

Zira yüce kitabımız Kuran-ı Kerimin Ali İmran Suresinin 140ıncı ayeti şöyle diyor:

Eğer siz (Uhudda) bir yara aldıysanız bilin ki o topluluk da benzeri bir yara almıştı. Allahın gerçek müminleri ortaya çıkarsın ve uğrunda şehitleri olsun diye o günleri biz insanlar arasında döndürüp duruyoruz. Allah, zalimleri sevmez.

Tabi, ayetin içerisinde geçen şu ifade, hayati bir ders içermektedir

Der ki...

Ve tilkel eyyamu nüdavilüha beynen nas..

Yani Allahın adeti olarak böylesine günleri insanlar arasında değiştirerek bir zamanlar birisine ne gelirse başka zaman başka kavmin başına da geleceği bilinmelidir...

Bu Allahu Tealanın zalim ile mazlum arasındaki değişim kanunudur Hakla batılın birbirinden ayırt edilmesi kanunudur.

Buna Yüce Yaradanın değişmeyen sünnetullahı denir.

***

Hac Suresinin 40ıncı ayeti ise şöyle buyuruyor:

Onlar sırf Rabbimiz Allahtır dediklerinden dolayı haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allahın, insanların bir kısmıyla diğer kısmını engellemesi olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler -ki oralarda Allahın adı çokça anılır- yıkılır giderdi. Allah kendi dinine yardım edenlere muhakkak yardım edecektir. Kuşkusuz Allah güçlüdür, mutlak galiptir.

***

Sevgili dostlar!

Bu ayetin işareti ve derin anlamı aynı zamanda mefhumu muhalifi bize diyor ki; eğer yeryüzünde fesat ve bozgunculuğu çıkaran kavimlerin varlığı söz konusu ise illa ki onları yok etmek için onların karşısına bir gün Allahın gizli güçleri çıkacak ve o zalim güçleri yok edecektir demektedir.

***

Bakınız, Yusuf Suresinin 111inci ayeti diyor ki:

Andolsun onların kıssalarında akıl sahipleri için ibretler vardır. Kuran, uydurulabilecek bir söz değildir; fakat o, kendinden öncekiler için onay, her şey için detaylı açıklama, iman eden toplum için bir rahmet ve bir hidayettir.

İşte sizinle paylaştığımız bu ayetlerin yüce mealleri bugünkü yaşamakta olan insanlık için birer ibret dersleri olmalıdır.

En derin saygı ve sevgilerimizle