SİYASAL VE SOSYALİN UYUŞMAZLIĞI!?
Eklenme: 10/28/2020 12:00:00 AM

Öncelikle;

Yüce Mevlaya hamdu senalar olsun ki,

Kainatın efendisi Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed (S.A.V)in doğumunun sene-i devriyesine bu yıl da ulaşmayı bizlere nasip etti

Bugün idrak edeceğimiz Mevlid-i Nebevinin, ülkemize, milletimize ve tüm İslam alemine bir uyanış ve dirilişe vesile olmasını temenni ediyorum

Siz değerli okurlarımızın da Mevlid Kandilini tebrik ediyorum

***

Bu görevi ifade ettikten sonra, sohbetimize geçelim..

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği üzere yıllardan beri bu köşede yazdıklarımızın ana çizgileri hak ve hakkaniyete, hukuk ve adalete dayalı olup, milli hkimiyetin söz sahibi olma prensibini savunmaktır...

Savunmaya da devam ediyoruz.

Milli hkimiyet iradesi yerine siyasal mefkrelerin hkimiyeti sürdüğü müddetçe, ne yazık ki ülke hep gerilemeye başlamıştır.. Nitekim, ülkemizin hal-i pür melali orta yerdedir

Yüz, yüzeli yıl bunun göstergesidir

Buna karşı yürütülen tüm mücadelelere, her ne kadar milli mücadele damgası basılmış ise de; ne hazin ki patent ayrı bir patenttir.

çünkü, bu patent hiçbir zaman milli bir kimlik taşımadığı gibi; olamamıştır da!.

Tanzimat Fermanından tutun da, cumhuriyete kadar

Hatta cumhuriyetten günümüze kadar hep siyaset dili konuşmuştur...

Söz sahibi olan siyaset olmuştur..

Hiç bir şekilde; Sosyal dile ve konuşmaya, hak ve yer verilmemiştir.

En acı tarafı da siyasalın, yani siyasetin ben millet adına konuşuyorum, milleti savunuyorum cümlelerini kullanması da ayrı bir garabet olmuştur.

Hep batı hayranlığıyla, millete yutturulmak istenen siyasal düşünce hkimiyeti varlık göstermiştir

Ki, hala da varlığını sürdürmeye devam ediyor...

Onun içindir ki, millet ve devlet istediği birliktelik noktasında, aynı istikamette yürüyemiyor..

Hiçbir şeye de sahip olunamamıştır bugüne kadar

Teknolojisinden tut ahlaki değerlerine kadar, tarihinden kültürüne kadar, inancından hür düşüncesine kadar, hiç bir şekilde somut bir değere sahip olamamıştır

Konuşan hakikat olması gerekirken, ne yazık ki konuşan hep siyasal olmuştur, hem de milli iradeden kopuk bir dil kullanmıştır..

Yani, millet aldatıla gelinmiştir.

Zulmün, küfrün, inançsızlığın başına adalet cübbesi giydirilmiş, sadakat külahı başına takılmıştır.

Ve toplumu zehirleyen bir enjeksiyonla, yüz elli yıldan beri, bu aşı yapılmaktadır..

Gerçek şudur ki; tarih süresince bu toplum, hep zirvelerde yürüyen bir toplum olarak, kendini var etmiştir...

Gazi olmuş, şehit olmuş, ama hep zirvelerde yürümüştür.

Alçalışı, düşüşü kabullenmemiştir.

Hele hele korkaklığı hiçbir zaman kendine yedirmemiştir.

Ama ne yazık ki; dışarıdan bugünkü kendi gerçek kimliğini dışarıya veren Fransa ve diğer batı ülkeleri, Amerikanın gölgesinde milletin, ülkenin malı olmayan kültürlerini sahte emtia olarak, İslam coğrafyasına yutturabilmişlerdir

Keza tarihi de öyle.

Keza ahlakı da öyle.

Keza ekonomisi de öyle.

Hala da ekonomimiz istikamette değildir.

Onun içindir ki, hep kaygan zemin üzerinde yürüyoruz.

Ancak ne var ki eğri oturup doğru konuşalım.

18 yıldan beri devletin başında olan muhterem Recep Tayyip Erdoğan, zat-ı devletlerine yakışır bir şekilde milletle yan yana yürümeye çalışmaktadır..

Millete hadim olarak kendini göstermiştir.

Hkim olarak değil.

Böylece 18 yıldan beri hele hele son iki üç yıldır alnı açık, başı dik olarak, dik duruşuyla bütün dünyaya meydan okumaktadır.

Ve kalbindeki, beynindeki, ruhi derinliklerindeki iman meşalesi her gün biraz daha ışık veriyor, ortalığı aydınlatıyor.

Artık sahte siyasalın ve sahtekr münafık siyasi muhalefetlerin veya ciddi olmayan, gelen giden iktidarların her gün biraz daha ipliklerini de pazara çıkarıyor.

Topluma kirliliklerini anlatıyor.

Ve toplumla beraber, sosyal dengeyi savuna savuna dev adımlarla ilerleyerek hedefine ulaşıyor olması, elbette ki ümit vericidir, sevindiricidir.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, iki gün önce Mevlid-i Nebevi haftası açılış programında Avrupaya sert çıkıştı.

Erdoğan, Macronun İslam düşmanlığı yaptığı tepki çeken açıklamalarına karşı çıkıp, Fransız malları için de boykot çağrısı yaptı.

Ve şöyle seslendi;

Fransayı Boykot!...

Fransada, Almanyada yaşananlar tüm dünyanın gözleri önünde oluyor.

Fakat batı, özellikle Hıristiyan dünyasına ve Musevilere sesleniyorum.

Bizim dinimizde Hıristiyan olmak suç değil, Hıristiyanlara ve Musevilere sahip çıkıyoruz.

Fransada Müslümanlara zulüm varsa, oraya da sahip çıkalım.

Avrupada da İslam düşmanlığının veba hastalığı gibi yayıldığını görüyoruz.

Küfür dünyasının madrabazlığını yüzlerine çarpa çarpa seslenen Erdoğan, ümit varız ki Allah- Telnın hıfz-u himayesindedir.

Zira bu millet, ona yalan söyleyen bir siyasal fikir hkimiyeti yerine tam manasıyla milli hkimiyetle kendini pekiştiren büyük bir devlet adamı, gözüyle bakıyor

Ona inanıyor, bel bağlıyor ve destekliyor.

Bu itibarla Allaha şükürler olsun ki artık İnönülerin, Demirellerin, Ecevitlerin, Kılıçdaroğluların o foyaları her gün biraz daha ortaya çıkıyor.

Ve sosyal değil, siyasal batılılaşma hallerini yakalıyor ve topluma deşifre ediyor.

* * *

Sevgili okurlar..

Bu paralelde İçişleri Bakanımız Sayın Süleyman Soylu Bey de basına yaptığı açıklamada batı dünyasının gerçek kimliğini ortaya koyuyor.

İslam dünyasının da her gün biraz daha uyanması için uyarılarda bulunuyor.

Sayın Bakan dünkü yazılı medyada yansıyan demecinde şöyle diyor...

MÜSLÜMAN ASLINA DÖNDÜ, BATI BUNDAN RAHATSIZ

Sayın Soylu şöyle devam ediyor;

Bugün dinimizle ilgili provokatif paylaşımlar yapılıyor.

Oysaki biz dün de Müslümandık.

Ama sorun şu ki dün onların istediği gibi Müslümandık.

Kafamızı kaldıramıyor, söz söyleyemiyorduk.

Oysa bugün inancımızı da tarihimizi de kendi istediğimiz ve kendi düşündüğümüz gibi yaşıyor ve inanıyoruz...

Bu gerçeğin yorumunu siz değerli okurlarımıza bırakıyoruz.

Ancak azıcık biz de bu gerçeği yorumlayalım diyoruz.

Yakın tarihimiz olan 1923ten günümüze kadar elimizi vicdanımıza koyalım, düşünelim ve konuşalım

Kaç tane İçişleri Bakanı basının önünde Müslümanları ve İslamiyeti savunabilmiştir Süleyman Beyden başka.

Gelen giden hep laikçilik, sahte Atatürkçülük madrabazlığıyla gününü gün etmiş, devletin bütçesini fuzuli yerlerde harcamışlardır.

Ama artık öyle inanıyoruz ki, bu millet uyanmıştır, pusulasını şaşırmayacaktır...

Siyasal hareketlilikten daha fazla sosyal inanç paralelinde siyasalı da düzeltecektir.

Ancak Sayın Soyludan istirhamımız, tüm bu ciddi tespitleriyle beraber, lütfen Doğu ve Güneydoğu Anadoludaki, özellikle Diyarbakır-Batman havzasında var oldukları bilinen gizli PKK-KCK yandaşlarını mercek altına almasıdır...

Bunları, tespit etmesidir..

Bölgedeki kamu kurum ve kuruluşlarının başındaki idarecilerin daha aktif bir şekilde çalışmalarını sağlamalıdır...

Millete bugün git yarın gel halleri yaşatılmasın.

Bazı siyasilerin arkasına sığınarak zorba, gaspçı, feodal yapıya da dur demelidir.

Zira PKK terör örgütü ne kadar tehlikeliyse ve bugün ortada görünmüyorsa da bu tür şer güçleri mevcuttur ve halkı rahatsız ediyor.

En derin saygı ve sevgilerimle