YİYİN EFENDİLER YİYİN, BU HAN-I İŞTİHA SİZİN!!! (II)
Eklenme: 12/27/2019 12:00:00 AM

Evet sevgili okurlar!

Dünden devam diyoruz...

Tevfik Fikretin Han-ı İştiha başlıklı şiirinin dünden bugüne sarkan, devamını sizlere aktararak, sohbetimize başlayalım...

***

Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı yok zarar

Gurur-ı ihtişamı var, sürur-ı intikaamı var.

Bu sofra iltifatınızdan işte ab u tab umar.

Sizin bu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

***

Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malını

Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini

Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini.

Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

***

Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!

Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!

Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,

Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

***

Evet sevgili dostlar!

Tevfik Fikret, bu şiirini 110 sene evvel kaleme alıp, yazmıştır...

Şiir, o günkü devletin, yani Osmanlının bünyesine sızıp gizlenmiş mason Siyonist Yahudi dönmelerine ve içimizdeki gizlenmiş jön Türkçülük adı altında ırkçılık taassubuyla işbirliği yapan dindar görüntülü siyasilere atfen, yazılmıştı...

Meşrutiyet-i Meşrua yani sözde halkın milli iradesine dayalı bir meşrutiyet istemyle yola çıkan bir güruhun tahribatını yüksek sesle, dile getirip, yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin demişti...

çünkü bu güruh oluşum, Sarayı ele geçirmişti..

Meşrutiyetin kuruluşundan sonra hükümeti kurup, padişahı ikinci plana attılar...

Sultan bir padişah değil, sıradan bir danışman olarak, tahtta oturuyordu...

Hükümeti Kubera kesiminden, yani elit tabakadan oluşturmuşlardı...

Osmanlı ordusu bünyesinde yetişen Masonik Paşalarla, bir de sivil, ama kökleri Yahudilere dayalı dış mihraklarla işbirliği içinde olan devşirmeleri, seçmişlerdi...

Meşrutiyetin kurulmasından sonra, bunlar halkın karşısına çıktılar.. Ama nasıl bir çıkış...

Halkın milli iradesinin bırakın zerre-i miskal temsiliyeti tamamen bir güruh yapının, saltanat dönemi devreye girdi..

Libas değiştirildi, pozisyon 180 derece değişti...

Milli iradeye dayalı bir hükümet, bir Meclis-i Mebusan değil, tamamen soyguncu, rüşvetçi, işbirlikçi bir fitne unsurundan müteşekkil yönetim oluşturuldu..

Belirlenen kabine üyeleri har vurup harman savuruyorlardı?

Onlara aldanarak birlikte yola çıkan nice samimi din adamları dahil, şairler, edipler, edebiyatçılar gördükleri iğrençlikler karşısında, yollarını ayırdılar...

Düşen maskelerine karşı da, tıpkı Neyzen Tevfikler, Namık Kemaller gibi, Ziya Paşalar gibi şairler, edebiyatçılar şiirlerle, makalelerle gerçek yüzlerine haykırarak, tepki koymuşlardır...

Korkmadan, çekinmeden, sitemkrene şiirleriyle edebiyatlarıyla karşılarına çıkmışlarsa da heyhat artık, Atı alan Üsküdarı geçti misali, kirlenmenin tohumu bir kere atılmıştı...

Vurgun peşine koşarak giden, o dönemin iktidar mensuplarıyla hükümet erkanları, darbeci paşalar, yani ittihatçılar grubu böylece Hilafet-i İslamiyeyi dağıtarak Osmanlıyı tarihe gömdüler...

Ve nihayetinde 3 milyon kilometrekarelik bir coğrafya elden gittti.. Kala kala 740 bin kilometrekarelik bir coğrafya kaldı...

İşte Türkiyenın sıkıştırıldığı alan bu...

Ne hazindir ki, sahada kazanılanın, masada kaybedilmesine neden olunan; Lozan Antlaşmasına da; hezimet denilmesi gerekirken, Zafer adı konuldu...

Dün de söylediğim gibi gerçekten bu yapılan derme çatma oyunlar, haddi zatında mayasını tutmuştur.

Hedeflenen bir devlet yok olup gitmiştir.

***

Bakın Tevfik Fikret gibi Ziya Paşa da yine o dönemlerdeki siyaset ve politika oyuncularına karşı şöyle bir şiir kaleme almıştır... Diyor ki..

***

İkbl için ahbbı siyet yeni çıktı

Bilmez idik evvel bu diryet yeni çıktı

(Yükselmek, iyi bir mevkiye gelmek için dostlarını çekiştirmek yeni çıktı, önceleri bu beceriksizliği bilmezdik, bu da yeni çıktı)

***

Sirkat çoğalıp lfz-ı sadkat modalandı

Nmus tamam oldu hamiyyet yeni çıktı

(Hırsızlık çoğalıp sadakat sözü moda haline geldi, namusu bitirdik, hamiyet yeni çıktı)

***

Düşmanlara ahbbını zemm oldu zerafet

Dildardan ağyra şikyet yeni çıktı

(Düşmanlara dostları yermek bir incelik oldu; başkalarına gönül dostlarından şikayet yeni çıktı)

***

Sdıkları tahkr ile red kaide oldu

Hırsızlara ikram ü inayet yeni çıktı

(Sdık kişileri aşağılama, reddetme benimsenir oldu; hırsızlara ikram ve yardım yeni çıktı)

***

Hak söyleyen evvel dahi menfr idi gerçi

Hainlere amma ki riayet yeni çıktı

(Her ne kadar doğruyu söyleyenler de önceleri nefretle karşılanmışsa da ancak hainlere uyma yeni çıktı)

***

Evrak ile iln olunur cümle nizmt

Elfz ile terfh-i raiyyet yeni çıktı

(Bütün düzenlemeler bazı kğıtlar ile ilan olunur, söz ile halkın refaha eriştirilmesi ise yeni çıktı)

***

ciz olanın ketm olunur hakk-ı sarhi

Mahmleri her yerde himyet yeni çıktı

(Güçsüz olanın en belirgin hakkı saklı tutulur, himaye görenleri her yerde korumak yeni çıktı)

***

İsnd-ı taassub olunur merd-i gayra

Dinsizlere tevch-i reviyyet yeni çıktı

(Gayretli kişiler taassubla suçlanırken dinsizlere özgü derin düşünce yeni çıktı)

***

İslam imiş devlete p-bend-i terakki

Evvel yoğ idi işbu rivyet yeni çıktı

(Devletin yükselmesine engel olan İslamiyet imiş, önceleri yoktu, bu rivayet yeni çıktı)

***

Ziya Paşanın şiirinde ortaya koyduğu düşünceler dillerden düşmeyen fermanları köklü bir eleştiri niteliğindedir.

Yazdığı siyasi yazıların hemen hepsinde buna yer yer rastlarız. Yine Hürriyette çıkan bir yazısında Tanzimat Döneminde dini kayıtsızlığın ahlaki milliyeyi ifsad ettiğini söyleyen Ziya Paşa sözlerine şöyle devam eder:

Ahlaki milliye fasit oldu (bozuldu) ve bugün devletimizin her şubesinde yeis, ümitsizlik ve üzüntüyle görülen fenalıkların tamamı işte bu kaynaktan doğdu.

Rical-i devlet (devlet adamları) beyninde dinsizlik modası muteber olup, bu avama. Kadınlara ve hatta çocuklara kadar sirayet etti.

Hatta namaz kılmak, oruç tutmak gibi İslami farzları yerine getirmek bunlar için ahmaklık. Ve fısku fücur işlemekte de akıllılık ve ilerleyicilik sayıldı.

Bir kere bu kaide düstur-ul amel olunca şair uygunsuzlukların hepsi birbirini doğurmakla şu yirmi otuz sene zarfında ahlakı milliye o dereceye geldi ki babalarımız mezarından kalkıp bizi görseler elbette ki kendi evladı olduğumuzu tanıyamazlar.

Belki fikirlerimize hayran hayran bakıp mesela gazetecilerimizi ıslahat ve terakkiyat görüntüleri ile dolu olduğu halde bizim devamlı geri gittiğimizi ve din-i İslam üzere olduğumuzu iddia ile beraber onun emir ve yasaklarını tanımayışımızı görürler

Avrupayı taklitle ileri gitmek iddiasında bulunduğu halde, Avrupada görülen kanunlara riayet, sanayinin yani teknolojinin terakkisi, ticaretin genişlemesi ve hukukun temini gibi terakkinin sebeplerinden hiçbirini taklit etmeyip fakat tiyatro yapmak, baloya gitmek, eşlerini kıskanmamak, taharetsiz, abdestsiz gezmek gibi şeylere yöneldiğimizi görürler

Osmanlılara mahsus olan nuruvvet, hamiyet, ebed, acize merhamet, hukuka riayet, misafire hürmet, diyanet, emanet, şecaat gibi güzel şeyler günden güne içimizden çekilip gitmektedir.

Cehalet, zillet, denaet, alçalış, irtikap, hıyanet gibi zem edilmiş gereken hasletlerin neşru nema bulmasını hayretle görüp bizi bildikleri kavimlerden hiçbirine benzetemezler.

Yakın tarihimizde olup bitenler içinde tüm bu saydıklarımız gerçekler günümüzde de her gün biraz daha zuhur etmekte olup, pervasızca ilerliyor, toplumu kapsıyor ve toplumsal çürüme devam ediyor

En derin sevgi ve saygılarımla

Hayırlı Cumalar