ZAMAN GÖSTERDİ Kİ CENNET UCUZ DEĞİL, CEHENNEM DE LÜZUMSUZ DEĞİL!? (II)
Eklenme: 3/11/2021 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü yazımızın başında mübarek Miraç Kandili gecesiyle ilgili kutlama ve tebriklerimizi tüm İslam dünyası ve siz değerli okurlarımızla paylaşmıştık.

İnanıyorum ki dün gece inanan her Müslüman, gecesini mutlaka ibadetle, duayla, Kuran okumayla geçirmiştir..

Ki öyle de, temenni ediyorum.

Yazımızın ana hedefi, temel konusu, gerçek kaidesi toplumlarda zalimlere gereken cezayı Allah verir, mazlumu da zalimlerin şerrinden yine Allah korur..

çünkü, Allahın değişmez hükümleridir..

Dün bu minvalde, sohbetimizi derinleştirmiştik..

Bediüzzaman Hazretlerinin kaleminden şu ifadeyi aktarmıştık size...

Zaman gösterdi ki cennet ucuz değil, cehennem de lüzumsuz değil.

Zalimler için yaşasın cehennem!..

İşte bu tarihsel vecize sözden dün olduğu gibi bugün de yola çıkarak, Mirac-ı Nebevinin yüceliğini, hasb-i hal edelim...

İslam dünyasına Allah nezdinden gelmiş bulunan en büyük hediyelerden birisi, hiç kuşkusuz ki Namazdır...

Namazı da emreden Mirac-ı Nebevidir..

Bugün Namazın önemine odaklanalım...

Ve tabi ki İslamdaki yeri ve kıymeti nedir?

İrdeleyerek, detaylı bir şekilde Mirac-ı Nebeviyi sizinle paylaşmak istiyorum.

Bakınız, sevgili okurlar.

Böylesi gecelerde, elbette ki İslamın temel kaidelerini Resulullah (S.A.V) Efendimizin yaşamından ve yaptıklarından yola çıkarak, öğreniyoruz..

Bu kutsal geceler, bilgilenme geceleridir..

Şöyle ki...

Nitekim, Kadir Gecesi olsun, Mirac gecesi olsun...

Ya da Ramazan-ı Şerifin son on gecesi olsun...

Bayram geceleri olsun

Veya da her ayın tekli geceleri olsun

Bu gecelerin bazıları, Kuran-ı Kerimde vurgulanarak anlatılıyor...

Yani, şayan-ı dikkattir.

Ancak, tüm bunlar İslamın ana hükümleri olan İtikad, Usul ve Kuranın hüküm ayetlerinin yanında, füruat olarak kalmaktadır..

Tek kelimeyle ifade edilmesi gerekiyorsa;

İslamın ana kaynakları, yani yüce Kuranın temel hükümlerinin hkim olmadığı bir ülkede, bir ümmetin içinde böylesine füruata sarılma, sadece İslamiyeti bundan ibaretmiş gibi göstermek bize göre yanlıştır...

Ki Allah nezdinde makbuliyeti de geçersizdir.

Zira İslamda usul var, füru var.

Usulün bulunmadığı bir yerde füru geçerli olamaz.

Usulün hkim olmadığı bir ümmetin içinde siyasal olarak, sosyolojik olarak Kuran-ı Azim Şanın belirttiği ana hükümlerin hkimiyeti, söz konusu değilse...

Varlığı ve yaşam tarzı toplumun içinde yaşanmıyorsa, füruata ne kadar sarılırsanız sarılın, pek geçerlilik arz etmez!...

Tabi bu da demektir ki, bunları bir bütünlük içerisinde terk edip yaşamamak demek değildir...

Sadece, bunları yaparken usule sarılman gerekiyor...

Kuranın muhkem ayetlerini topluma enjekte etmen gerekiyor..

Toplumun her kesiminin yaşamasına imkn tanımak gerekir...

Ümmet olabilmenin yolunu açman lazım..

Ve; günlük hayat akışlarını bu paralelde, yürütmen gerekir..

Hayat akışı böyle olmalı..

O olmazsa, İslamın İ harfinden bile geçmiş sayılamayız.

***

Değerli okurlar..

Sizi tarihi gerçek bir vakıaya götürmek istiyorum...

Şöyle ki;

Bilindiği gibi İmam-ı Azam (R.A), büyük bir İslam fıkhına hkim olan fıkıh ilminin bir müçtehidiydi.

Fıkıh dalında allameydi.

Yani, fıkhi anlamda Hanefi mezhebinin temel kaynağıydı İmam-ı Azam!..

Bakınız, Kfe halkıyla yaşadığı bir olay şöyle gelişiyor..

-Bir gün Kfe ehli cemaatinin ileri gelenleri İmam-ı Azam (R.A)ın ziyaretine giderek sohbet etmek istiyorlar.

Onun kabul buyurduğu cemaat kendisine şu soruyu yöneltiyor;

Ey imam!

Kfede çok sıcaklık var, gece uyuyamıyoruz, pireler bizi uyutmuyor.

Sabah bakıyoruz ki çamaşırlarımıza hep pire pisliği bulaşmıştır.

O pire pislikleriyle namaz kılınır mı kılınmaz mı?

O yüce İmam, gülümseyerek şöyle cevap veriyor;

Hele bakın!

Hz. Hüseyinin kanını kendine konu etmeyen bir cehalet cemaati nasıl oluyor da pirenin kanından ve pisliğinden bahsediyor?

Yani pirenin kanı nerde?

Hz. Hüseyinin kanı nerde?

Hz. Hüseyinin kanı unutuluyor da pirenin pisliği unutulmuyor.

Bu füruattır.

Bu şekilde çok güzel bir cevap veriyor.

Onun o cemaate karşı vermiş olduğu bu cevabı, bütün İslam dünyasına kıyamete dek temel amaç olmalıdır.

İslamın ana gerçeği, nereden ve nasıl yaşanması gereken bir ders-i ibret olmalıdır.

Peki, biz İmam-ı Azamın bu yaşanan hadisesini niye burada konu ettik?..

Şunun için...

çünkü bakıyoruz ki toplum yekvücut olmasa bile büyük çoğunluğu böylesine gecelerin gündüzlerinde Regaip Kandilin mübarek olsun, Mirac kandilin mübarek olsun, Cuma günün mübarek olsun, Bayramın mübarek olsun deyip duruyoruz..

Olsun da olsun

Hepsi zaten mübarektir ve mübarek olsun.

Buna itirazımız yok.

Amma velkin İslamın ana gerçeği, ana hükümleri, yüce kitabımız Kuran-ı Azim Şanın muhkem ayetleri ve uygulaması nerede, biz neredeyiz?

Bir ümmetin içinde milli irade olarak bunlar sergilenmiyorsa, böylesine feri konuların uygulaması bize göre Müslümanların bir garabeti olsa gerek!.

Bu itibarla diyoruz ki İslam bir bütündür...

Hükümleri bölünemez...

Kopmaz zincirin birer halkalarıdır..

Ki değiştiril1emez de...

Toplum 7sinden 70ine kadar bir bütünlük içerisinde o hükümlerin paralelinde, yaşamını idame etmelidir...

Topluma, bu kutsal değerler enjekte edilmelidir...

Eğer ki bunlar yapılmış olunsaydı, Mısırdaki Sisiler, Suudi Arabistandaki Prens Salmanlar gibi oluşumlar meydana gelmezdi...

Ne yazık ki aksi istikamette gidiliyor..

Dedik ya, yüzeysel bakıyor ve yaşıyoruz...

İmandan ve itikaddan ibaret olan ümmetin milli iradesi saf dışı bırakılıyor...

Siyaset mezalimi hükümran olmaktadır...

Onun için hükmen ve manen de olsa Bediüzzaman Hazretlerinin bu ifadesi, önemlidir, anlamlıdır..

Yaşanan ve yaşatılanlar noktasında; bizleri uyarmaktadır..

Öyle inanıyoruz ki;

Cennet ucuz değil, cehennem de lüzumsuz değil ifadesi kıyamete dek geçerliliğini koruyacaktır..

En derin saygı ve sevgilerimle...