“DEF-İ MEFÂSİD, CELB-İ MENÂFİDEN EVLÂDIR”
Eklenme: 9/15/2021 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü Diyarbakır SÖZ Gazetesinin manşetinde şöyle zengin ve çok sevindirici bir haber okuduk.

Haberin yerleşim şekli; yeşil zemin üzerine büyük puntoyla beyaz harflerle yazılmış...

NESİLLERİMİZE DİNİ İBADETİ AŞILAMALIYIZ

Kuran-ı Kerim Hafızlık Yarışması Erkekler Finali Diyarbakırda yapıldı.

Kuran Kurslarının açılışını yapan Erbaş, En büyük idealimiz rabbiyle, kendisiyle, ailesiyle, toplumla, çevreyle barışık, sorumluluk ve duyarlılık sahibi bireyler yetiştirmektir dedi.

Haberin altında Diyarbakır Ulu Camide çekilmiş zengin ve çok güzel bir resim mevcut.

Elbette ki bu haber çok sevindiricidir.

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Diyarbakırda STK Temsilcileri ve kanaat önderleriyle düzenlenen toplantıda Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş ile telefonla görüşerek katılımcılara hitap etti diye uzun uzadıya bir haber.

Gerçekten göğsümüzü kabartan böylesi güzel görüntüler, yalnız sözlü değil, hem sözlü hem eylemli olan görüntüler, halkın teveccühüne yönelik çok önemlidir.

Fakat bize göre bu yetmez.

Bu sadece teferruattır.

Olayı usulden ve esastan ele almak lazım

Usulden ve esastan alınan olay daha köklü irdelenebilinir, sonucu daha dayanıklı olur..

İfadesi daha bir mesnetli olur.

Şekilciliği ortadan kaldırır.

Temennimiz, Kuran Kurslarında okuyan genç beyinlerin sayılarını Allah kat be kat artırsın..

Cenab-ı Allah milletimize, devletimize iman şuurunu nasip eylesin.

Bu duayı yaparken, bir de amma velkin diyorum.

Son yıllarda, Türkiyede hafızlık sistemi revaçta..

Kuran-ı Kerimi ezberliyor..

Sonra icazetini alıyor..

Ama beş sene sonra, ne hazindir ki okuduklarını, öğrendiklerini unutuyor.

Ya da geri plana bırakıyor.

Beri yanda yaşadığımız çağ, maddiyatı kutsadığı için, gençlerimiz geleceklerini temin etmeleri söz konusu olunca, başka alanlara yönelmektedir..

çünkü o gencimiz sadece ilmi eğitimin bir bölümünü almıştır..

Onun için de kalıcı değil..

Nitekim mecburiyet karşısında hayatını idame etmek için Kuran ezberlemede harcadığı zaman dilimi, böylece manevi yönde heba oluyor..

Kalıcı olmak için aynı gençlerin Medrese ilimleriyle, Kuran tefsirleriyle, usul-i fıkıh ile usul-i tefsir ile usul-i akaid ile apayrı bir sistemin gerçekleştirilmesi bize göre olmazsa olmazdır.

Ezberlediği Kuranın o mübarek surelerinin, o mübarek ayetlerinin ne amaçla vahiy olarak geldiğini ve nasıl kıyamete dek yürürlükte olduğunu, hepsini bilimsel ilmi dayanaklara dayalı olarak o hafızları, o gençlerin beyinlerine enjekte edilerek yetiştirmek gerekir.

Diploma verilmesi, diplomayla beraber Kuran severlerin, hayır severlerin verdikleri hediyeler elbette ki güzel bir şeydir.

Ama en güzeli köklü bir gençliğin yetiştirilmesidir.

Cumhurbaşkanımız olsun, Diyanet İşleri Başkanımız olsun, milletimiz olsun, her kim olursa olsun, nerede olursa olsun.

Bilime, İlime, Fıkıh, Hadis ve Tefsirin ana gerçeğine dayalı kelimesi kelimesine gençliğe öğretmek olmazsa olmaz görevdir...

Yalnızca Kuran Kurslarındaki gencecik beyinleri hafızlıkla yetiştirdim, görüntü verdim demekle olmaz

Bize göre hiç ama hiç yetmez.

Zira bilimsel açıdan yola çıkarsak, ülkemiz bugün nerdeyse çok büyük ahlaki çürümüşlükle karşı karşıyadır.

Fuhuş sektörü başını almış gidiyor.

Uyuşturucu sektörü başını almış gidiyor.

Rüşvet sektörü başını almış gidiyor.

Bölgemizdeki zorba, dayatmalı terör kökenli mafya türü çalışmalar, milletin üzerinde demoklesin kılıcı gibi sallanmaktadır.

Tüm bu olumsuzlukları bünyesine taşıyan kelimenin adı, çoğulcu bir kelime olarak mefasiddir.

Yani bozgunculuklar çoğuludur.

Bunun zıddı ise menafidir.

Menfaatlerin celbidir.

Usul-i fıkıhta aynen bu ifade geçiyor.

Bu ifade hukuksal gerçeğe dayalıdır.

DEF-İ MEFSİD, CELB-İ MENFİDEN EVLDIR

Yani önce toplumu saran, kasıp kavuran çok büyük yolsuzluklar ve olumsuzluklar silsilesini bünyesinde taşıyan olgular, ne hazindir ki yaşanmakta

Bunların hepsini olmasa bile satır başlarını, yukarıda dile getirdik.

Öncelikle bunlar toplumun içinden sökülüp atılmadığı müddetçe celb-i menafi denilen menfaatler silsilesi olan hiçbir şeyin varlığı bize göre geçerli değildir.

Önce münkeratla mücadele etmek, olumsuzlukları toplumun bünyesinden devlet eliyle söküp atmak gerekir..

Ondan sonra güzel manzaraları topluma götürmek, elbette ki beklenen gerçeklerdir.

Göstermelik olmaz..

Seçimler yaklaşıyor.

Bakın ben böyle İslama hizmet ediyorum gibi görüntüler veriliyor.

Ama öbür yandan ülkede aile çürümüşlüğü var.

Cinayetler söz konusu.

Baba oğlunu öldürüyor.

Oğul babasını öldürüyor.

Koca karısını, karı kocasını öldürüyor.

Aile katliamları söz konusu

Sarhoş edici maddelerin yürürlükte olması

Ve bu kirlenmelerin başında kirli ticaretlerin varlığı da orta yerde.

Ne var ki münkerat denilen bu kötü işlerle mücadele şekli hiç de doyurucu değil..

Milletin beklediği dini inançları kökünden tutup toplumun inancına yerleştirmektir..

Yani şekli değil, sadece görüntülerle, makyajlı işlerle, teferruatla uğraşmak bize göre yetmez, bir sonuca da götürmez..

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Dünkü Hürriyet Gazetesinde bir haber okuduk.

Bu haber Türkiyeyi ilgilendiriyor, devleti ilgilendiriyor ve elbette ki, toplumu yekvücut olarak ilgilendiriyor.

Tek kelimeyle herkesi ilgilendiren ve insanın tüylerini diken diken eden bir haber

PALALININ FUHUŞ HATTI

Haber aynen şöyle devam ediyor;

Palalı Sabri olarak tanınan Sabri çelebinin kaçak hayatı yaşadığı Fasta Türkiye bağlantılı fuhuş çetesi kurduğu ortaya çıktı.

çetenin İstanbulda zorla fuhuş yaptırdığı çoğu Faslı 62 kadın kurtarıldı.

Evet, sevgili dostlar.

Bize göre bu anlayışı, bu toplumsal kirlenmeyi kökten kesip atmak, devletin ve iktidarın temel görevlerindendir.

Toplumu bu kirlenmeden arındırıp bunların yerine iman ve İslam gerçeğiyle aşılanan gençliği koymak gerekir.

İşte o zaman deriz.

Devletimiz, iktidarımız, Diyanet İşlerimiz münkeratla çok güzel bir şekilde mücadele ediyor, yapanlar için de gerekeni yapıyor.

Ama heyhat!

Bunları kökten söküp atmak için herhangi bir caydırıcı yasa söz konusu değildir.

Herhangi bir kanun hükmünde kararname mevcut değil.

Hele hele şu laikçi geçinen bazı anlayışlar, hele hele sekülarizme sarılıp İslam düşmanlığı yapanlara hiç dokunulmayan bu hal, Türkiyeyi acaba nereye götürecek sorusunu sormaktan kendimizi kurtaramayız.

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Yine sizi dünkü SÖZ Gazetesinin birinci sayfasının sol alt köşesinde bulunan bir habere götürelim.

Haber aynen şöyle;

Bakan Gülden Savcı ve Hkimlere: Vicdanınızı kiralatmayın!

çok güzel bir haber, aynı zamanda Sayın Bakanın güzel bir fotoğrafı da var.

Haber şöyle devam ediyor;

Hkim ve Savcılara adaletin tecellisinde büyük sorumluluk düştüğünü kaydeden Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, Aklınızı vicdanınıza, vicdanınızı kimseye ama kimseye kiraya vermeyin dedi.

Bakan Abdülhamit Gül, asil bir ailenin çocuğu olup dedesi merhum Seyda Molla Mehmet Eminerin torunudur.

Siması da gerçekten nurlu bir sima

İnanıyorum ki kendi asaletine yönelik bir yaşam şekline de sahiptir.

Bakanlığın bünyesindeki bazı yanlış kesimlerin varlığını da biliyor ve olumsuzlukları da tespit etmiştir diye düşünüyoruz.

Onun içindir ki hkim ve savcılara böyle sesleniyor.

Bu itibarla nerdeyse iki buçuk seneden beri Adalet Bakanlığı görevini üstlenen Sayın Gül, bir hukukçu olarak görevini pür dikkat büyük bir titizlikle sürdürmeye çalışıyor.

Ama Türkiye Cumhuriyetinin Adalet ve Hukuk sistemi bünyesindeki mevcut Baroların bazı avukat mensuplarının, hukuku ne kadar kirletmiş olduklarını, kişisel rant uğruna müvekkilleri nasıl dolandırdıklarını, nasıl kayıt dışı para kazandıklarını ve nasıl kirli oyun ve ideolojilerle adaletin o kutsal cübbesini kötüye kullandıklarını bilmesini istiyoruz.

Aslında biliyor.

çünkü kendisi de avukatlıktan gelmektedir.

Ama mühim olan başta söylediğimiz gibi;

DEF-İ MEFSİD, CELB-İ MENFİDEN EVLDIR

Her şeyi güzel göstermek yerine kirlenme kötülüklerinin silinmesini topluma göstermek bize göre daha önceliklidir.

En derin saygı ve sevgilerimle.