FETÖ HEYÛLASI İLE BU MEMLEKET NEREYE GİDER..?! (IV)
Eklenme: 9/13/2019 12:00:00 AM

Evet sevgili okurlar!

FETÖ Heylası ile bu memleket nereye gider? başlıklı yazı serimizin dördüncü günündeyiz.

İçerik olarak her gün biraz daha yeniliyor, taze ve kapsamlı konuları, kapsama alarak irdeliyoruz...

Türkiyede yakın tarihimiz boyu olup bitenleri siz değerli okurlarımıza daha anlaşılır, noktada aktarmak üzere; mercek altına alıyoruz...

İşte bu perspektifte, konumuzu, sohbetimizi her gün biraz detaylandırıyoruz...

Bakınız sevgili okurlar!

Dün 12 Eylül 2019 günü idi.. Yani, 12 Eylül 1980 darbesinin 39. Sene-i devriyesiydi...

Kanlı, hain darbenin yıldönümü...

Ama her nedense resmi olarak anılmadı.

Bir bayram olarak da tanınmadı...

Askeri bir hareket olma anlayışıyla kimse bunu kutlayıp bağrına da basmadı.

Neden mi?

Zira tarihi bir alçalış, tarihi bir oyun, milletine karşı tarihi bir tezgah, tarihi bir keyfilik ve dışa bağımlı masonik kafaların, kanlı projesiydi.

Darbenin başaktörü Kenan Evren idi.. Ama o bir kuklaydı...

Tek kelimeyle tarihin alçakça bu milleti mağdur ettiği bir hain girişimdi!

Demokrasiyi, insan haklarını, özgürlükleri, inancı, vicdanı, izanı, hukuku ve adaleti askıya alan; bir organizasyondu...

Dış menşe-i!

Evet, hafızalardan silinmesi mümkün olmayan 12 Eylül 1980 darbesinin üzerinden 39 yıl geçti...

Peki ne değişti?

Peki, hiç kimse o günün darbecilerini takdirle, tekbirle, şerefle bugün anıyor mu?..

Hayır...

Ama, lanet yağdıran çok.. Ki 7den 70e herkes

Bakınız, gazetemizin dünkü birinci sayfasında şöyle bir haber vardı...

12 Eylüle dair..

Darbeciler acısı yıllarca hafızalardan silinmeyecek uygulamalara imza atarak Türkiyeye karanlık bir dönem yaşattı.

Darbe süresince de 650 bin kişi gözaltına alındı, açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 binden fazla kişi için de idam cezası istendi. 517 kişinin ölüm cezasına çarptırıldığı süreçte, 50 kişi idam edildi.

Darbeci generaller Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya hakkında açılan dava, ölüm nedeniyle önce düşürüldü, ardından kamu davasının ortadan kaldırmasına hükmedildi.

Bu itibarla diyoruz ki; hal bu iken, Türkiyenin rejim olarak, düzen olarak, hem de çağdaş demokratik bir Türkiye olarak tanımlanmaması gerekir.

Zira bu olup bitenler, yani askeri darbelerin veya darbe teşebbüslerinin veyahut muhtıraların, millete karşı yapılan herhangi baskıcı uygulamalara elbette ki demokratik sistem denilemez.

Başta 27 Mayıs olmak üzere...

12 Mart,

12 Eylül,

28 Şubat,

17 ve 25 Aralık,

Ve 15 Temmuz başarısız darbe şerefsizliği..

Bu haince girişimlerin tümü silsile misali, rastgele olaylar değildir

Her ne kadar gelen giden iktidarlar bunları kendi politik çizgilerine göre, kitabına uydurmuşlar ise de ama heyhat hiçbirisi de göründüğü gibi değil...

çünkü, aldatmacalardan ve korkaklıktan ibarettir.

Bunların methu senasını yapmak, aleyhinde konuşmamak, yazmamak, çizmemek, gelen giden iktidarların bunların zülfüyarine dokunmama şekli millet nezdinde korkaklık olarak, beceriksizlik olarak telakki ediliyor ...

Olayları yörüngesinden çıkarıp başka yönlere çekme şekline de gaflet hatta dalalet deniliyor.

Yakın tarihimiz, yani Cumhuriyetin kuruluş projesi kesin olarak bilinmelidir ki İttihat Terakki Partisinin bir devamıdır..

Yaşananlar, onların mahsülüdür ..

Dolayısıyla İngilizlerin, Haçlıların ve Siyonistlerin bir plan dayatmasıdır.

Ki bu proje, cihanşumul Selçukluyu ve Osmanlı devletini yıktı..

Tüm olaylar ters yüz edilmiş, yapanlar milletin nezdinde kurtarıcı kahraman olarak gösterilmiş ise de, tümüyle gerçek dışıdır, boyamadır, makyajdır ve aldatmacadan ibarettir.

Bunun kanıtlayıcı delili de 1923teki İsviçrenin Lozan kentinde imzalanan Lozan Antlaşması hal ve hareketidir.

Düşünün sevgili okurlar!

O imza, o proje dönemin İngiliz Baş Murakkası, yani dönemin İçişleri Bakanı Lord Gurzon tarafından İsmet İnönüye ve arkadaşlarına imzalatılmıştır ...

O atılan imzadan sonra 3 milyon kilometrekarelik bir devletin coğrafyası bir çırpıda 750 kilometrekarelik bir coğrafyaya indirildi...

Katlamalı, katlamalı olarak ülke küçültüldü....

Memalik-i İslamiye elinden alındı... Ümmet olarak tarihten silinmeye çalışıldı...

Tüm bunlar ne yazık ki gerçekçilikten uzak, tersyüz edilmiş birer FETÖ tipi muhayyel heyladan ibaret olarak, bu millete ve Türkiyeye dayatılarak yaşatıldı...

Batı dünyası bizden daha iyi bilir de bizim acizane burada milletçe artık yapabileceğimiz hiçbir şey kalmamıştır.

Zira gelen giden siyaset erbabları ve kurulan siyasi partiler, ister hükümet olsun, ister muhalif olsun bir türlü milletin ruhuna paralel olarak kendilerini bağlayamamışlardır..

Hep milletle ters düşmüşlerdir.

Bakınız burada size bir örnek vermek istiyoruz.. Ki, yeni bir hadise...

11 günden beri Diyarbakır HDP il binası önüne akın eden anneler var... Ki her gün biraz daha oldukça çoğalıyor..

Görüyoruz kadınlar ağlıyor, babalar yüksek sesle haykırıyor....

HDP tarafından PKK saflarına katılmak üzere çocuklarımız kaçırılmıştır, çocuklarımız geri gelsin..

Basın, medya bunları her gün biraz daha görüntülüyor ve kamuoyuna yansıtıyor.

Elbette ki bu takdir edilecek bir şeydir, bize göre geç bile kalınmıştır.

Ancak ne var ki; şu gerçeği de göz ardı edemeyiz.

Bunu kamuoyuna yansıtmak bizim görevimizdir...

Bu bölgede yayın yapan bir medya grubu olarak görmezlikten gelemeyiz.

Tüm gerçekleri görüp kamuoyuyla paylaşma hevesinde olmalıyız.

Gerçekleri kamufle edip saklamak dilsiz şeytan misali olur ki, bu tür insanlara lanet okur...

Bu itibarla hükümete yönelik, iktidara yönelik bazı eleştirilerimiz olacaktır tabii.

Bu eleştiriler kamuoyunun yansıtmalarıdır...

Şöyle ki; kamuoyu nezdinde bar bar bağıran kadınlar, Evladımızı bizden almışlar, dağa kaçırmışlar diye feryat ediyorlar.

Bağrı yanık annelerin feryadı, ahu eninleri göklere yükseliyor.

Elbette ki bu yapılması gereken bir harekettir, bir uygulamadır, yukarıda söylediğimiz gibi geç bile kalınmıştır.

Ancak ne var ki, insanın aklına bu geliyor.

Yahu Allah aşkına bu ne yaman çelişkidir ki, mevcut sistem, yani müesses nizam denilen mevcut rejim, olup-bitene karşı, ketum takılıyor...

Ve bu çelişmeye tabi olan da nerdeyse tümüyle onaylıyor ve görmezlikten geliyor.

Ama bize göre çağdaş demokratik medeni bir Türkiyenin bu tür çelişkilere girmemesi lazım.

Vatandaş şikayetçi, anneler şikayetçi, şehitlerin yakınları şikayetçi

Kimden?

Herkes ama herkes HDPden, dolayısıyla PKKdan

Bu itibarla, vatandaş bunu soruyor, ki haklıdır.

Eyy Türkiye!

Bu FETÖ heyulası daha ne zamana kadar insanlarımızı yanıltacak ve kandıracak.

Sormazlar mı?

Ey iktidar!

Madem ki vatandaş çocuklarının kaçırılmasını HDPye yüklüyor, ki öyledir.. Suçlama HDPye getiriliyor..

HDPnin resmi binası önünde halka bağlamış, her gün artarak, anneler, babalar, bacılar, yüreği yanık olanlar çoğalarak geliyor.

HDP ise Türkiye Cumhuriyetinin hudutları içerisinde devletin anayasal teminatı içerisinde kurulmuş bir siyasi parti olmakla beraber, açık ve net olarak PKKyi destekliyor....

PKK bizim arka bahçemizdir diyor, toz kondurmuyor ve PKKyı da savunuyor.

Peki sormazlar mı, bu ne yaman çelişki

HDPyi ve üyeleriyle beraber getirmişsiniz Büyük Millet Meclisine koymuşsunuz..

Yemin ettirmişsiniz

Anayasa teminatı altına almışsınız Ve rahatlıkla Türkiye genelinde seçimlere sokuyorsunuz

Onlar da zerre kadar bildiklerinden şaşmıyorlar..

HDPnin PKKyle açık ve net olarak işbirliği içinde olduğunu da kimse inkar edemez.

Hindistandaki sağır sultan dahi bunu ibiliyor..

Tüm bunlara rağmen bu millet ne zamana kadar yanıltılacak, uyutulacak, morfinleştirilecek?.

Ve daha ne zamana kadar Annelerin, babaların yüreğine kor ateşi düşürülecek, ne zamana kadar ağlayacak?..

Ne zamana kadar HDPnin kapısının önünde duracak..

Ki dolaysıyla, PKKdan ne zamana kadar evlatlarını istemeye devam edecekler?

En derin sevgi ve saygılarımla

Hayırlı Cumalar