İSLAM DİNİ SİYASETE ALET EDİLEMEZ!
Eklenme: 6/28/2019 12:00:00 AM

Evet sevgili okurlar!

Bugünkü sohbetimizin başlığından da anlaşıldığı gibi yüce İslam dini bir kainat dini olma hasebiyle insanlık dünyası da bu kainat içerisinde yeryüzünün halifesidir...

Yüce, Allah insanlara önemli görev ve sorumluluk vermiştir

Ki o sorumlulukta, halifelik vasfıdır..

O sorumluluk insanlığın bünyesinde taşıdığı Halife-i Rui Zemin (Yeryüzünün Halifesi) olarak nitelendirilmiş olup gerçekten kainat içerisinde büyük bir seçkinliğe sahip bir varlıktır; İnsan...

Peygamberler silsilesi, tevhid inancını temsil edip insanlığa her daim ilahi gerçekleri bildirmiştir..

Peygamberlerin tümü tevhid inancını yeryüzünde temsil ederken, insanlığı da irşad etmiştir

Tebliğ emrini almışlardır

Ve o yüce Peygamberler silsilesinin son halkası da Hz. Muhammed (S.A.V.) olmuştur

Cenab-ı Allah onu tüm o peygamberlerin namı hesabına, yani tarih boyu onların yapmış olduğu görevlerin hepsi Hz. Muhammed (S.A.V.)de birikmiştir..

Ki onun en büyük mucizesi de Kuran-ı Kerim olmuştur

Onun için Cenab-ı Allah bir hadisi kudside Sen olmamış olsaydın, kainatı yaratmazdım demiştir..

***

İslam dini çağımızdaki Kazuratı Beşeriye denilen tevhid inancından uzak insanların kendi kendine uydurmuş olduğu sistemler yüzünden; korkunç bir buhran geçirmektedir..

çünkü rejimlerin hepsi Kuranla bağdaşmamaktadır

Batıldır, yanlıştır, hukukdışıdır, adalet mevhumundan uzaktır

Onları icat eden ne kadar zafiyete ve çürümüşlüğe mahkumsa, onların getirdikleri seküler anlayış, demokrasi veya liberalizm gibi her neyse vs. tümü insanlığın başına birer fitne unsuru olup bela kesilmektedir.

Fazla uzatmaya gerek yok

Sözün özü, Yüce İslam dininin getirmiş olduğu Kuran hükümleri paralelinde yaşayan bireyinden tutunda toplumuna, milletine, devletine kadar, her zaman için mutludur, başarılıdır, zafer sahipidir

Tabi ki, ciddi ve ihlas ile adım atıldığı takdirde

Yüzde doksan dokuzu inanmış bir toplum olma hasebiyle gelen giden iktidarlar, yönetimler ve yönetimlerin uygulayıcıları mutlaka o milli iradeye uymayı sağlamak zorundadırlar..?

Adaletin, hukukun, demokrasinin bir arada yaşatılması zorunluluğu vardır.

Bu da yapılırken mutlaka ihlas, samimiyet, dışla iç bir olmalıdır.

Yoksa günümüzdeki antidemokratik, hukukdışı, adalet mevhumundan uzak, müesses nizamlar ve bu paraleldeki seküler rejimler inanan Müslüman kitlelerin yanında geçerliliği yoktur ve kimse de inanmıyor.

Birilerinin siyasi geleceklerini temin etme hasebiyle adaletin külahı ile İslamın cübbesi ve sakalını istismarla gösteriş yaparak istikbale yürümek, hiçbir şekilde sonuç vermez

çünkü yanlış çevreler hiçbir zaman milletiyle sadık olamazlar.

Dürüst de olamazlar

Eninde sonunda millet onların o çürük taraflarını yakalar, sırt üstü eder, bekler günü geldiği zaman da gereğini yapar.

Bu davranış şekliyle yola çıkan batıl inançları gerçek inancına büründürüp aldatıcı hal ve hareketler içerisinde olursa, sonuç itibariyle çürümeye yüz tutmaktan, başkada bir varlık gösteremez

Tıpkı Devr-i saadetteki yani Bisetin ilk günlerindeki efendimiz (S.A.V.)in etrafındaki birleşen inançlı ve ihlaslı Müslümanlar gibi

Onlar, dünyanın tüm acı hal ve yaşantılarını peşinen kabullenerek yola çıkmış insanlardır

Ama onların yolunu kesen, engelleyen, yollarından ayırmak isteyen münafık ruhlu çevrelerin de varlığı, her daim olmuştur

Ki inkar da edilemez

O toplumun içinde nice Abdullah ibn übey, İbnü seliler, İbnü sebeler ve nice Belamların varlığıyla beraber İslam yürümüştür, hedefine ulaşmıştır, içine nifak tohumlarını atıp ikide bir maske değiştirenlerin sonuç itibariyle halleri perişan olmuştur.

Gerektiği yerde suçüstü yakalanmışlardır.

Sonuç itibariyle Resulullah (S.A.V.)ın Medine-i Münevvereye teşrifinde Medine dışındaki bir mekanda inşa ettiği Mescide Mescid-ül Kuva denilmiştir

Mescid-ül Kuvanın etrafına biriken cemaatler hergün oldukça çoğalmış..

Hem de çoğaldıkça çoğalmış.

Bunu içine sindiremeyen işte o günün münafıkları, onlar da kendilerine Müslüman görüntüsü vererek, hileli tezgahlar üretmeye başlamışlardı

Bunlar Müslüman olmamakla beraber Müslümanlık görüntüsü vererek, tabiri caizse, Müslümanlık postuna bürünmüş, kirli tinetliler, Peygamber Efendimize (S.A.V) ve ona inanlar arasında, ayrılma ve nifak, plan yapmışlardı..

Mescid-ül Kuva inşasının hedefine ulaştırılmaması için yanında başka bir mescit inşa etmeye çalışmışlardı..

Ki önce Resulullah (S.A.V.)ı ikna etmeye çalıştılar..

Yanıltıcı bilgiler sundular..

Ama Resulullah (S.A.V.) onlara uymamış. Hz. Ömere gitmişler..

Hz. Ömer geçici olarak camide namaz kıldırmayı düşünmüşse de sonuç itibariyle uyarılmış, o camide namaz kılmamış ve o caminin adına da Mescid-ül Dirrar denilmiştir.

Yani Müslümanlara zarar veren bir nifak unsuru olarak inşa edilmek isterilmişti

Bu Mescidül Dirrar ne yazık ki o günden günümüze dek İslam coğrafyası içerisinde samimi olmayan bazı yanlış unsurlar tarafından hala uygulanmak istenilmektedir

Her ne kadar kendilerine İslami görüntüler verdirmeye çalışıyorlarsa da, başaramamışlardır.

***

Sevgili okurlar

Mescidül Dirarr olayını yüce kitabımız Kuran-ı Kerim Tevbe suresinin 107. Ayetinde belirtmektedir

Kuva Mescidi denilen Takva Mescidini de 108. Ayet ifade ediyor.

Bu her iki ayetin yüce mealini burada sizlerle paylaşmak istiyoruz.

107. ayet aynen şöyle buyuruyor:

Mescid-ül Dirrar, Kuva Mescidinin karşısında münafıkların inşa ettikleri fitne ve fesat yuvası ve mühimmat deposu olarak kullandıkları ve mescit diye adlandırdıkları bir yerdir.

Münafıklar bu mescidi hristiyan bir rahip olan Ebu Amirin teşvikiyle inşa etmişlerdir, bu ayetler nazıl olduktan sonra Peygamber (S.A.V.) Malik Bin Dühşun ile Asım bin adiyeye Şu cemaati zalim olan yere, mescide gidiniz. Orayı yakıp yıkarak yerle bir ediniz. diye talimat verdi, onlar da gidip o binayı yıkarak yerle bir ettiler.

***

108. ayet ise aynen şöyledir:

Ey Resulüm!

Böyle bir yerde Mescid-i Dirrarda asla namaz kılma, içinde namaz kılacağın en uygun mescit daha ilk günden beri Allahın emrine ve rızasına uygun olarak yükseltilen Mescidtir. (Kuva Mescididir)

Orda manevi kirlerden arınmayı içten arzulayan kişiler vardır. Allah da günahtan arınmış tertemiz kulları sever.

İşte Mescid-ül Dirrar ile Mescidül Takvanın farkı budur.

Günümüzdeki bazı siyasi çevreler bir yerlere gelmek için devletin imkanlarından nemalanmak üzere Mescidül Dirrarın inşasına soyunuyorlar ise de bir türlü başarılı olamazlar.

Bu konuyu ve özellikle Diyarbakırımızla alakalı mevzuuyu bir başka yazımızda, detayıyla sizlerle has-i hal edeceğiz..

En derin sevgi ve saygılarımla.

Hayırlı Cumalar