İSLAM DİNİ SİYASETE ALET EDİLEMEZ...! (II)
Eklenme: 7/1/2019 12:00:00 AM

Evet sevgili okurlar!

Her zaman olduğu gibi bugünkü sohbetimizin de temel amacı ve ana hedefi İslam dininin hiçbir zaman siyasete alet edilemeyeceği gibi tam tersine siyasetin İslama hizmetkar olması gerektiğine yöneliktir.. Ki bunu bir çok kez burada vurgulamıştık. Ve uyarmıştık..

Bugün yine aynı minvalde, vurguluyor ve uyarıyoruz

Yarın da....

çünkü temel felsefemiz, ana stratejimiz Türkiyenin ve İslam dünyasının asil sermayemiz olan İslam dininin ana kural ve kaidelerine uymasıdır, ona hizmet etmesidir

Kişiler ve toplumlar, kendi geleceklerini yani makam ve mevki kazanımları için, İslamı kullanamazlar.. Alet edemezler Onu kendilerine kalkan yapıp, siyasi geleceklerini temin etme adına, basamak olarak da kullanamaz

Eğer ki, kullandığı takdirde ister birey olsun, ister toplum olsun, her ne olursa olsun İslama ihanet etmiş olur

Onun için, siyaset İslama karşı boyun eğmelidir

İslamın ana gerçeğine uymalıdır.

Eğer siyaset İslama hizmet etmezse o hiçbir zaman dürüst bir siyaset olamaz.

Ki o siyaset, milletin başına tam tersine felaket olur, nedamet getirir.

***

Zira Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin de vurguladığı gibi.

Euzu billahi minaşşeyteni vesiyaseti demesinin temelinde, hakikat vardır..

Ben siyasetten ve şeytandan Allaha sığınırım demesi boşuna söylenmiş bir söz ve mana içermiyor..

Değer ve manası büyüktür..

Ne yazık ki, siyaset dünyası, özellikle Türkiyede yıllardan beri çeşitli kaide ve kuralları kullanarak, tesettür başta olmak üzere muhafazakarlık ve dindarlık gibi kavramları ileri sürmüşlerdir

Ama hiçbir zaman İslama hizmette bulunulmamışlardır

Gelen giden hiçbir iktidar ne yazık ki, bu minvalde bir başarı da ortaya koyabilmiş değildir

Ama o kutsal İslam ismi siyaset kulvarında, kullanılmak istenilmiştir

Millet geçici olsa da o siyasete aldanmış ve destek vermiştir..

Ancak, hakikatin farkına varınca, o siyasetin çürük bir fikriyatın sahibi olduğunu anlayınca, elini-ayağını, desteğini çekmiştir

çünkü, millet herşeyin farkına varıp, uyanmıştır

Kendine gelmiştir..

Yeri ve zamanı gelince de; gerekeni yapmıştır

Ki yapmaya da devam edecektir diye düşünüyoruz.

***

Hiç tartışmasız, Yüce İslam dini gerek Türkiyenin ve gerek tüm İslam dünyasının omurga kemiğidir.

Allah korusun o omurga kemiği istikametine zerre kadar halel geldiği zaman o vücut felç geçirir..

Hareket edemez

Olduğu gibi yere çakılır ve vücut çürümeye başlar.. Ki kolay kolay kendini toparlayamaz

**

Bilinen gerçek şudur; İslamın ana çizgilerinin olmazsa olmazı olan iki kavram vardır

O da şu; Emr-i maruf, Nehl-i Münker...

Yani güzel şeyleri uygulamak, yaratmak, tatbik etmek Kötü şeyleri de, yasaklamak, ortadan kaldırmak

Bu iki kavram, İslamın ana omurgasıdır.

Müslüman bir ülkede eğer ki bunlar gerçekleştirilmediği takdirde seküler anlayış devreye girer

Ve topluma, seküler hayat tatbik edilerek, enjekte edilmeye başlanılır

Hal böyle olunca, o ülkede yüzde yüz İslamla bir zıtlaşma söz konusu olur.

Hani diyorlar ya Görünen köy kılavuz istemez

Bu vecizeli sözle yola çıkarsak; gelen giden iktidarlar

Özellikle de, kendilerine muhafazakarlık libası giydiren siyasi iktidarlar hep İslamı savunuyoruz, İslamdan yanayız, İslamı kendimize ve ailemize tatbik ediyoruz demişlerdir

Ama gün gelmiş, söyledikleriyle, uygulamaları tam bir tezat teşkil etmiştir..

Sağ gösterip, sol vurma misali

Müesses nizamın kaide ve kuralları devreye sokulmuştur.. Ve bir anda batıla dayalı seküler hayat galip gelmiştir

İslamı hayat, arka plana itilmiş ve görmezlikten gelinmeye başlanılmıştır...

Tıpkı, yaşanılan zaman dilimi gibi!

***

Bu itibarla İslamın, yani toplumun omurgası durumunda olan İslam gerçeğine inanarak yaşanılıp, hayata uygulanılmadığı takdirde Ben Müslümanım demekle bir yere varılamaz. Ki Müslüman da olunamaz...

Her şey basmakalıp olur, sahtecilik söz konusu olur

Boşluklar, zafiyetler oluşur.. Ki münafıklar silsilesi de hemen harekete geçer

Tıpkı devri saadetteki nice İbn Belamlar, ajanlar ve piyonların devreye girdiği gibi

çünkü, onlar İslama inanan milleti dahi hedefinden saptırmaya çalıştılar..

Oyun ve mekir, hilenin en dik alasını kullanarak, bunu yaptılar

***

Sevgili okurlar..

Bakınız bu söylediklerimizi, teyit eden deneyimli Yazar Yusuf Kaplan, dünkü makalesinde, nelere vurgu yapmış?

Yazısından birkaç paragraf alalım.

Kaplan hocanın Türkiyenin Müslüman omurgası çökerse, Türkiye çöker! başlıklı yazısının ana muhtevasından anlaşılan budur ki; İslamın temel dayanak noktası Emri maruftur, nehyün alil münkerdir.

Yani başta söylediğimiz gibi

Kuran-ı Kerimde yer alan Ali İmran suresinin 103. Ve 104. Ayetlerin yüce mealidir..

Açıktır ve nettir.

Hatta 103. Ayette daha açıklayıcı bir hükmü var ki, şöyle der

Sımsıkı Allahın ipine sarılın, bölünmeyin, parçalanmayın, Allahın size vermiş olduğu nimetleri hatırlayın....

Bu itibarla Yusuf Hocanın dediği gibi, Türkiyenin Müslüman Omurgası çökerse Türkiye çöker sözü değerli olduğu gibi bizde diyoruz ki, yalnız Türkiye değil, tüm İslam dünyası çöker

Ve nitekim, hal-i perişanlık orta yerde, kendini ifşa ediyor İslam Dünyası çökmüş..

***

Hep ifade ediyoruz

Türkiye yıllardan beri, İslam omurgasına kendini dayandırmadığı için iki yakasını bir araya getiremiyor

Terör başını almış gidiyor.

Kırk yıldan beri bunca dökülen masum ailelerin, şehitlerin, askerlerin, polisin kanları..

Toplumdaki travmatik hal...

Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, çerkeziyle, ülkedeki tüm etkin kimlikler, batı ile doğu arasında giderek büyüyen bölünme fitnesi ne yazık ki, kutuplaştırdıkça kutuplaştırıyor

Fitne unsurları cirit atıyor

İslam dışı, Kuran dışı eğitim sisteminin yetiştirdiği diplomalı cahil bir neslin fitne tuzaklarına düşürülmesi!

Ki, bu yıkıcı yapı, giderek yayılmakta..

Hele hele bu diplomalı cehaletin varlığının, Büyük Millet Meclisine dahi sirayet edici noktaya gelmesi!

Ta Bakanlar Kuruluna kadar etki etmesi, vay o milletin haline

***

Evet naçizane şunu hatırlatmak istiyoruz.

Sahabelerden sonra gelen tabilerin, deve çobanları dahi insanları bilimsel olarak İslamın yaşam tarzlarına ve akidesine davet ediyorlardı.

Hatta yalnız İslam dünyası içerisinde değil, İslama karşı birçok memleketin devlet başkanlarını İslama davet ediyorlardı.

Ve başarıyorlardı

İslam adaleti yeryüzünde çığ gibi, yükselip yayılıyordu

Demek ki, bu ümmet İslama davet hareketine geçtiği zaman hiçbir şey onun yolunu tıkayamaz.

Ama tam tersine ilimle değil, irfanla değil, ubudiyetle değil, mutlak bir cehille ve cehaletle yetiniyorsa o zaman beklenmesi gereken; tufandır, beladır, fitnedir.

Yani İslamın dayandığı omurganın zarar görmesi!

***

İslamda davet, çağrı, hayrı emretmek, güzel şeyleri uygulamak, kötü şeyleri de yasaklamak her Müslümanın boynuna farzdır.

Ancak, toplum kendini yekvücut olarak siyasete ve siyaseti uygulayanlara teslim ettiği için bu görevi onların yapması gerekir

Ama ne yazık ki, siyaset ve siyaseti uygulayanlar yıllardan beri, vahim bir ihmalkarlık içerisinde olmuşlardır

***

Önceki gün yazmış olduğumuz yazının son bölümlerinde Tevbe suresinin 107 ve 108. Ayetinden bahsetmiştik.

Ayette belirtildiği gibi

Takva mescidinin varlığı Müslümanlar arasında kendini gizleyen münafıkları rahatsız etmişti.

Müslümanları birbirine düşürmek için, bölmek için, tefrika yaratmak için Dirrar mescidini inşa ettiler..

Hem de Takva Mescidi olan Kubanın yanı başında, Dirrar Mescidini inşa ettiler.

Ancak Allahu Teala Müslümanları, sahabeleri, hatta Reslullahı dahi uyararak kendine gelmelerini sağladı

Ve İslam omurgasını sağlam tuttular.

O omurga kırılmadı, eğilmedi, dosdoğru devam etti.

Ama ne yazık ki bugün İslam ruhunu, omurgasını, Türkiyenin gerçek stratejisi olmadığı için, nice Mescidül Dirrarların varlığı söz konusudur.

Diyanet ise bununla başa çıkamıyor.

Hükümet de, iktidarlar da ne yazık ki rant, para, vurgun, cep doldurma peşinde koştuğu için; böylesi tahribatları görmüyor

Ya da görmezden geliyor

İşte bu anlayış ve uygulamalar, Mescidül Takva olan gerçek camilerin ruhunu zedeliyor ve incitiyor.

Nitekim daha önce de yazmıştık.

Diyarbakırımızda eski kadim olan Camii Kebir yani Ulu Caminin varlığına gölge düşürmek üzere siyasetin bir kanadı tarafından Merkez Camii inşa edilmek istendi, fakat başarılamadı, kabasında kaldı.

Bu da gerçekten çok düşündürücü bir olaydır.

Bunun için Yusuf Beyin söylemlerine katılmamak mümkün değil.

***

Yusuf Bey dünkü yazısında devamla şöyle diyor:

Üzerinde kafa yormamız gereken soru, siyaseten neden kaybettik sorusu değildir; siyaseten kazanmakla manev olarak kaybetmekte olduğumuz hakikatini niçin göremediğimiz yakıcı gerçeğidir.

Ak Parti, merkez partisi olarak kuruldu. Sisteme ya da statükoya muhalif bir parti olarak siyasi hayatımıza girdi ama oligarşik yapıya büyük darbe vurmasına rağmen sistem tarafından dönüştürüldü.

O yüzden Ak Parti, Ak Partiyi Ak Parti yapan kök-tabanını kendine yabancılaştırdı, hatta kaybetti dikkate değer ölçüde.

MÜSLÜMAN OMURGA, TÜRKİYENİN GEçMİŞİ, ŞİMDİSİ VE GELECEĞİDİR

Ak Partinin kök-tabanını oluşturan omurga, bu toplumun Müslüman omurgasıdır. Elbette ki, uzanımları Ak Partinin dışına da taşan ama Ak Partide gelip kristalize olan bu Müslüman omurga, sadece kendinden veya şimdiden ibaret değildir.

Müslüman omurga, bu ülkenin geçmişinin temsilcisi, geleceğinin habercisidir. Başka bir ifadeyle, tarih bir yükümlülüğe sahip, tarih yükümlülüğünü yerine getirme bilinciyle nefes alıp veren, geçmişi ve geleceği kuşatan, dolayısıyla geçmişten geleceğe uzanan omurgadır...

En derin sevgi ve saygılarımla