TÜRK SİYASETİNE SAF KAN GEREKİR!!! (III)
Eklenme: 7/24/2019 12:00:00 AM

Evet sevgili okurlar!

Küresel dünyamızda tarih boyunca salip yani haç ile hilalin kavgası hep olmuştur.

Her dönemde, Haç ile Şanlı Hilalin kavgası, yaşanmıştır...

Biliyorsunuz bu şanlı Hilalin, yani Ay yıldızlı bayrağımızın şanlı tarihi şüheda kanındaki bir yansıtmadan gelmektedir...

Görünen ay yıldızın yansımasıdır.

Yani göl haline gelmiş, şehitlerin biriken kanına gecenin bir vaktinde, ay ışığında oluşan bir yansımadan gelmektedir....

Bu da 1. Murat döneminde, meydana gelmiş tarihi mücizedir

Bir vakıadır...

Osmanlı tarihini anlatan gerçek tarihin sayfalarına yazılmıştır; bu tarihi vakıanın hikayesi!...

Osmanlının ilk dönemleri

Onun için, Ay yıldızın tarihi, Cumhuriyet dönemindeki darbecilerin tarihi değildir.

Bu köklü Osmanlının evveliyatına, İslam inancına dayalı bir tarihi vakıadır.

Yakın tarihimizdeki hiçbir siyaset erbabının kendilerine mal etme gibi inhiraftan ibaret değildir

Bu şanlı hilal hep Haçla ve Haçlı emperyalizmle mücadele yapagelmiştir.

Elbette ki günümüzde de bunu yapmaktadır ve yapmak zorundadır.

Günümüzdeki siyaset de haçlıların hegemonyası altında siyaset, yapmamalı..

Ki yapamaz da!

Şüheda kanından ibaret olan şanlı hilalin gölgesinde siyaset yapılmalı...

İşte o zaman, icra ettiği siyaset saf kandan ibaret olur.

Yoksa FETÖ anlayışının veyahut da ulusalcıların, Cumhuriyet Halk Partinin seküler bir anlayışla yaptığı siyaset, siyaset değildir...

Hele ki ılımlı İslam adıyla, siyaset hiç yapılamaz..

Böylesi bir siyaset kesinlikle şanlı hilalin yüce manasıyla ters düşmektedir..

Ki düşüyor da..

çünkü, radikal ve gerçekçi bir İslam anlayışından çıkmış oluyorlar.....

Haçlı emperyalist batının hegemonyasında siyaset yapılmış olur....

Hiç tartışmasız böylesi bir siyasette, zillet ve meskeneti doğurur..

Millete, dert, sıkıntı ve sömürü, şiddet, kan ve gözyaşını dayatır...

Ülkede de, millette, devleti aliye de, başı dik, alnı açık milli bir siyaset hegemonyasını, böylece elinden kaçırmış olur.

Ki hali alem meydanda!

Meşrutiyet dönemindeki Osmanlının son devrini gördü bu millet..

Keza Cumhuriyet döneminde de, yaşananlar aynı paralellik arz etmektedir.

Onun için bu küresel küfür dünyasının hakimiyet ve hegemonyasından kurtulabilmemiz için milletimizi yeniden bir İslam ruhuyla donatmamız gerekir..

İslamiyeti aşılamamız gerekir.

Bunu da, yüce kitabımız Kuran-ı Hakimin El Hucurat suresinin onuncu ayetinin yüce mealine sığınarak yapmamız gerekir...

Eğer ki yaparsak, işte o zaman küresel küfür siyasetinin dayatmasından, hakimiyetinden kurtulmuş olabiliriz..

Bizim sarsılmaz; zırhımız olur...

Bu ayet bizim şanlı bayrağımızın bir nevi düsturudur...

Bu itibarla diyoruz ki; bu milletin uzun ömürlü yaşayabilme şansını elde edebilmesi için öncelikle ve özellikle Milli Eğitim politikasını radikal bir biçimde gözden geçirmesi gerekir..

İşte bu gözden geçirme hareketi, milli siyasetimizin, millet ve devletimizin gerçek parolası olur.

Aksi taktirde imandan, İslamdan, adalet ve hukuk anlayışından uzaklaşan bir siyaset, girdabında debelenip, dururuz...

Hiçbir zaman milli bir siyaset olamayacağı gibi, inanan bir toplumun da temsilcisi, olunamaz...

Devletin, otoritenin ve gelen giden yönetimlerin gerçek manada milli olabilmeleri için mutlaka milletin hakimiyetini söz sahibi yapmaları lazım..

Onu ön planda tutmaları gerekir.

Zira demokrasinin gereği de bu değilmidir?

Yani hükümet daima milletin hizmetkarı olmalıdır.

Seyyid-ul el kavmi hadimuhum

Sırrınca milli siyaset yapılır.

Yani bu ilke anlayışının paralelinde milli siyaset olabilir? Ki saf kan taşımış olur.

Osmanlının son dönemlerinde, yani Meşrutiyetin ilk senelerinde İttihat Terakki Hükümeti de Meşrutiyet adını kullanarak bu şekilde yola çıktıysa da ama hiçbir zaman o meşrutiyet Hakimiyet-i Milliyeden ibaret olamadı.

Demokrasinin bu vazgeçilmez ilkesi gerçekleştirildiği taktirde milletin başına Kaymakam, Vali, Reis ve Başkan olma yerine ücretli birer hizmetkar oldukları hakikati, vücut bulur...

Bu anlayış devlet siyasetinin bünyesinde hakim olduğu müddetçe, İslamın ana ilke ve kurallarına inanmayan hiç kimse o milletin başına yönetici olarak geçemez.

Hele hele kendini Müslüman olarak gösterip de, Kuran okuyup da şarap şişelerini devirenler olsa, o memura, o görevliye hiç güvenilemez, görevde verilemez!!.

Devletin siyaseti de bu şekilde buna imkan tanırsa veya görmezlikten gelirse, işte o zaman icra edilen siyaset devletin saf kanı değildir..

Olsa olsa, Haçlı batı dünyasının emperyalist karışımlı bir siyaset olur..? Ki, o da her zaman için kirlenmeye hazırdır.

***

Bu paralelde Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri diyor ki:

Ey millet biz şimdi kalın ve güçlü bir şerit ipten ibaretiz.

Her kim bu gerçeğe, bu ilkeye muhalefet ederek Hudserane (başlı başına kendi bildiklerini okuyarak) bu güçlü milli birliktelik ipini hafife alsa Avrupanın yani batı dünyasının birliğiyle hareket ederse ülkeyi Avrupa mezaliminden hiçbir zaman kurtaramaz.

Bu Türkiyede de olabilir, Arabistanda da olabilir, Pakistanda da, Afganistanda da olabilir

Yine bu paralelde Bediüzzaman hazretleri uyararak diyor ki:

Ey ehl-i iman!

Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz aklınıza başınıza alınız, ihtilafınızdan, tefrikanızdan istifade eden zalimlere karşı innemel muminune ihvetun

Müminler ancak kardeştirler, bu kardeşliğin kudsi kalesine giriniz, tahassun ediniz, kendinizi koruyunuz.

Yoksa ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz.

***

Evet sevgili dostlar!

Bugünkü sohbetimizin ana hatlarını bu minvalde aktarırken, geçmişe yönelik kahraman ecdadlarımızın yaptıklarını kendimize ilke edinmemiz gerekir.

Aksi takdirde yok olma tehlikesinden kendimizi kurtaramayız..

Bakınız merhum Akif İstiklal Marşımızın son bölümlerine doğru şöyle diyor:

***

Bastığın yerleri toprak! diyerek geçme, tanı:

Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.

Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:

Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

***

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?

Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şuheda!

Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,

Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

***

Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:

Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.

Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,

Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.

***

Akif devamla şöyle diyor...

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!

Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.

Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:

Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;

Hakkıdır, hakka tapan, milletimin istiklal!

***

Sevgili okurlar...

Akif Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklal derken o İstiklalden kasti işte öyle bir istiklal ki milli ve İslami bir saf kan siyasetiyle yürütülen siyaseti ve yönetimi kast ediyor..

O siyaset de hem istiklali getiriyor hem de istikrarı

Bu şekliyle bugüne kadar, yani yakın tarihimiz boyunca yapılan siyasetler, gelen giden hükümetlerin hiçbirisi ne yazık ki ne istiklalimizi ve ne de istikrarımızı koruyabilmişlerdir.

İstiklal diyoruz tüm ciddiyetiyle her şeyimiz batı emperyalizminin hegemonyasına bağlıdır...

ABDye bağlıdır...

BMye bağlıdır...

NATOya bağlıdır.

İstikrar diyoruz, ekonomik istikrar saniyesi saniyesine uymuyor...

İşte son dönemlerde yaşananlar...

Sabah dolar bir fiyat, öğle zamanı başka bir fiyat akşam apayrı bir kur farkıyla karşınıza çıkıyor...

Piyasa ekonomiksel istikrarsızlığın pençesinde; inim inim inliyor...

İşte dünkü SÖZ Gazetesinin manşetine taşıdığı haber...

Başlık aynen şöyle..

Enerjide KDV Kaldırılsın, fiyatlar, zamlar başını almış gidiyor, sanayici iflasın eşiğinde.

Uzun uzadıya yapılan bir basın toplantısında, sanayicilerin veryansını dile getiren bir haber...

Yaşanan ekonomik buhran içerisinde bu devede kulak bile değildir...

Toplumsal bir bunalım, ahlaki çürüme, ekonomiksel çürüme, hele hele vicdanların çürümesi...

Dahası, ailenin çöküşü..

Yani bir çöküştür, almış başını gidiyor...

Tüm bunların sebebi mucibesi de yanlış politikalardır, yanlış siyasetçilerin siyasetinin ürünüdür.

Saf kandan ibaret olmayan siyasetin ürünüdür bunlar...

En derin saygı ve sevgilerimle