AFYON HAYATI (25)
Eklenme: 5.08.2011 00:00:00

Dördüncü: Geçici olmasından, zevalinde lezzet. Beşinci: Ehemmiyetli sevablar. Altıncı: Vazife-i İlâhiyyeye karışmamak. Yedinci: En şiddetli hücumdan, en az meşakkat ve küçük yaralar... Sekizinci: Sair musibetzedelere nisbeten çok derece hafif olması. Dokuzuncu: Nur ve îman hizmetinde, şiddetli imtihanından çıkan yüksek ilhanatın tesiratındaki sürur. Dokuz aded mânevî sevinçler, öyle teskin edici bir merhem ve tatlı bir ilâçdır ki tarif edilmez. Ağır elemlerimizi teskin ediyor. Said Nursî

* * *

Aziz Sıddık kardeşlerim, Evvelâ: Haccı men eden, Zemzemi döktüren, hakkımızda eşedd-i zulme müsaadekâr davranan ve Zülfikar ve Siracınnurun müsaderesine ehemmiyet vermiyen ve bizi garazkârane, kanunsuz tâzib eden memurları terfi ettirip, hanemizden çıkan mazlumane, lisan-ı hal ile yüksek ağlamamızı ve sesimizi işitmiyen bir müstebid kabinenin zamanında en rahat yer hapisdir. Yalnız mümkün olsa başka hapse naklolsak tam selâmet olur. Saniyen: Onlar, nasıl zorla en mahrem risaleleri en namahreme okuttular; öyle de, zorla ısrar edip bizi cemiyet yapmağa mecbur ediyorlar. Halbuki, cemiyet ve komiteciliğe hiç ihtiyacımızı hissetmiyorduk. Çünki, ittihad-ı ehl-i îman cemaatındaki uhuvvet-i İslâmiye Nurcularda pek hâlisane, fedakârane inkişaf ettiği gibi ve eski ecdadlarımızın kemal-i aşkla ruhlarını feda ettikleri bir hakikata, Nur Şâkirdleri, o milyonlar kahraman ecdadlarından irsiyet aldıkları kuvvetli bir fedailik ile o hakikate bağlanmaları, şimdiye kadar resmî veya siyasî, gizli ve âşikâr cemiyetler ve komiteciliğe ihtiyaç bırakmıyordu. Demek şimdi bir ihtiyaç var ki, kader-i İlâhî onları bize musallat ediyor. Onlar, mevhum bir cemiyet isnadiyle zulmederler; kader ise, Neden tam ihlâsla, tam bir tesanüdle, tam bir Hizbullah olmadınız? diye, bizi onların elleriyle tokatladı; adalet etti. Said Nursî

* * *

Bu defa taarruz pek geniş dairede.. reis-i hükûmet ve hazır kabine, plânlı ve dehşetli bir evham ile hücum etti. Benim aldığım bir habere göre ve çok emarelerle gizli münafıkların yalan jurnalları ve desiseleriyle bizi, hilâfet komitesiyle ve Nakşi Tarikatının gizli cemiyetiyle tam alâkadar belki pişdar gösterip, hükûmeti büyük bir telâşa sevkederek Nurun büyük mecmualarının İstanbulda cildlenip lem-i İslâmda intişarını ve inayet ve makbuliyetlerini bir delil gösterip, hükûmeti korkutup, kıskanç resmî hocaları ve vehham memurları aleyhimize insafsızca çevirdiler. Tahminlerince, her halde çok vesikalar, emareler görülecek. Hem Eski Said damariyle tahammül etmiyerek, Ortalığı karıştıracak! diye kanaatları varmış. Cenab-ı Hakka hadsiz şükür olsun, o musibeti binden bire indirdi. Bütün taharrilerde, hiçbir cemiyet ve komitelerle bir alâkamızı bulamadılar. Yoktur ki bulsunlar. Onun için savcı, iftiralara ve yanlış mânalara, medar-ı mesuliyet olmıyan cüzi isnadlara mecbur olmuş. Mâdem hakikat budur. Nurlar ve biz, yüzde doksandokuz derece musibetten halâs olduk. Öyle ise değil şevka, belki binler şükür etmekle inayet-i İlâhiyyenin bu cilvesinin tamamını sabır, şükür, istirhamla beklemeliyiz. Ve Nur dersleriyle, bu medresenin mütemadiyen çıkan ve giren muhtaç ve müştaklarına teselli vererek yardım etmeliyiz. Said Nursî

* * *

Üçüncü Medrese-i Yûsufiye olan Afyon Hapishanesinde Üstad Said Nursi, Elhüccetüz-zehrâ adlı bir risale telif etti. Tevhid, Risalet-i Ahmediye (A.S.M.) ve Fatihanın tefsiri hakkında olan bu çok kıymetdar risale, hapiste bulunan Nur Talebeleri ve mahpuslar için ilmî ve imani dersleri hâvi olmasından hapiste hayırlı ve nurlu bir meşgale oldu. Mahkeme kararından sonra Üstadla beraber hapiste bulunan talebelerin yazdıkları bir takrizi, aynen aşağıya dercediyoruz. Risale-i Nur Nedir? Beddiüzzaman Kimdir? Her asır başında Hadîsce geleceği tebşir edilen dinin yüksek hâdimleri, emr-i dinde mübtedi değil, müttebidirler. Yani: Kendilerinden ve yeniden birşey ihdas etmezler, yeni ahkâm getirmezler. Esasat ve ahkâm-ı diniyeye ve Sünen-i Muhammediyeye (A.S.M.) harfiyyen ittiba yoluyla dini takvim ve tahkim ve dinin hakikat ve asliyetini izhar ve ona karıştırılmak istenilen ebâtılı ref ve ibtal; ve dine vâki tecavüzleri red ve imhâ; ve evâmir-i Rabbâniyeyi ikame; ve ahkâm-ı İlâhiyenin şerafet ve ulviyetini izhar ve ilân ederler. Ancak, tavr-ı esasîyi bozmadan ve ruh-u aslîyi rencide etmeden yeni izah tarzlariyle, zamanın fehmine uygun yeni ikna usulleriyle ve yeni tevcihat ve tafsilât ile îfa-yı vazife ederler. Bu memurîn-i Rabbâniye, fiiliyatlariyle ve amelleriyle de memuriyetlerinin musaddıkı olurlar. Salâbet-i imâniyelerinin ve ihlâslarının âyinedarlığını bizzat îfa ederler. Mertebe-i îmanlarını fiilen izhar ederler; ve ahlâk-ı Muhammediyenin (A.S.M.) tam âmili ve mişvar-ı Ahmediyenin (A.S.M.) ve hilye-i Nebeviyenin hakikî lâbisi olduklarını gösterirler. Hülâsa: Aeml ve ahlâk bakımından ve Sünnet-i Nebeviyeye ittiba ve temessük cihetinden, ümmet-i Muhammede tam bir hüsn-ü misal olurlar ve nümune-i iktida teşkil ederler. Bunların Kitabulların tefsiri ve ahkâm-ı diniyenin izahı ve zamanın fehmine ve mertebe-i ilmine göre tarz-ı tevcihi sadedinde yazdıkları eserler, kendi tilka-i nefislerinin ve karîha-i ulviyelerinin mahsulü değildir. Kendi zekâ ve irfanlarının neticesi değildir. Bunlar, doğrudan doğruya menba-ı vahy olan Zât-ı Pâk-i Risâletin mânevî ilham ve telkinatıdır. Celcelutiye ve Mesnevi-i Şerif ve Fütûhul Gayb ve emsali âsâr hep bu nevidendir. Bu asâr-ı kudsiyeye o zevat-ı âlişan, ancak tercüman hükmündedirler. Bu zevat-ı mukaddesinin o âsâr-ı bergüzîdenin tanziminde ve tarz-ı beyanında bir hisseleri vardır. Yani, bu zevat-ı kudsiye, o mânânın mazharı, miratı ve makesi hükmündedirler. Devam Edecek