Üstad, Afyonda iki ay kadar ikametten sonra Emirdağına geldi. Emirdağında bir çok Risale-i Nur talebeleri vardı. Oradaki hizmet-i Nuriyyeyi bu talebeler ifa ettiler. AFYON HAPSİNDEN SONRA HİZMET-İ NURİYE NASIL CEREYAN ETTİ? Ispartada, teksir makinesiyle Nur Mecmualarının neşrine devam ediliyordu. Üsta, yine âdeti vechile tashihat ile meşguldü. Yalnız hapisden sonra hizmet-i Nuriyye birkaç kısma inkısam etmişti; yalnız teksir ile ve el yazısı ile neşre münhasır olmuyordu. Bu zamanlardaki hizmet safhaları şu suretle ifade olunabilir. 1- Muhtelif vilâyet, kasaba ve köylerdeki Nur Talebeleri, bulundukları muhitlerinde Nurları okumak, yazmak, okutmak ve neşrine çalışmak.. 2- Isparta ve İneboluda, teksir makinesiyle Nur Risalelerinin mecmualar halinde teksiri ve etrafa neşri.. 3- Ankara ve İstanbulda, muhtelif halk tabakaları arasında, hususan üniversite ve diğer mekteb talebeleri, gençler, memurlar ve hanımlar arasında Nurların yayılması, okunması, Risale-i Nur davasına çokların yakın manevi alâkaları. Bunlardan halis fedakârlar ve îman hâdimlerinin çıkması. Nur-u imanın, bu iki büyük merkezde hararetle inkişafı.. 4- Kitabların iadesi ve yeniden bazı yerlerde Nurlara ve talebelerine ilişmek, dolayısiyle resmî makamlarla münasebet. Risale-i Nurun, vatan ve milletin, nesl-i âtinin saadetine vesîlesi cihetinin duyurulması.. isbat edilmesi.. yeni Türk Hükûmetinin, Kuranın bu yeni ve ekmel Nuruna takdirle bakması. En modern neşir vasıtasiyle hem Anadoluya, hem lem-i İslâma ve insaniyete duyurulmasının temini.. 5- Şark Vilâyetlerinde Risale-i Nurun intişarı.. İşte, Said Nursî, Afyon Hapsinden tahliye edilip Emirdağına geldiği zaman, nazarındaki hizmet safhaları bu surette idi ve merkez-i hükûmetle de hizmet itibariyle alâkadardı. Bu zamana kadar Nur hizmeti, ancak risalelerin yazılıp çoğaltılmasına münhasırdı. Üstad, ta Barladan beri daima has talebeleriyle, Nurların neşrine çalışanlarla görüşmüş, onları hizmetlerinden dolayı tebrik ve teşci etmişdi. Bu tarihten sonra mektebliler ve memurlar Nurlara müteveccih oldular. Nur hizmetini hayatlarının gayesi addeden ve bu hizmetle vatan, millet ve İslâmiyete en büyük faydayı temin eden talebeler meydana çıkarak hizmete başladılar.
* * *
Afyon Mahkemesinin_Risale-i Nuru müsadere kararını, Mahkeme-i Temyiz esastan bozdu. Bozma kararında ileri sürdüğü sebeblerden birisi: Kararnamede suç unsuru gösterilen risalelerin, Denizli Ağır Ceza Mahkemesinde beraat eden eserlerden olup olmadığının zikredilmediği; şayet beraat edip iade edilen eserlerden ise, kararın yanlış olacağı; hem Temyizin tasdikinden geçip kaziyye-i muhkeme haline gelen bir davanın yeniden taht-ı muhakemeye alınışının kanuna uygunsuz olduğudur. Temyizin bozma kararından sonra, Afyonda tekrar duruşma başladı. Bu şekilde mahkeme devam ederken iktidarı ele alan Demokrat Parti Hükûmeti, umumi af ilân etti. Afyon Mahkemesi de af kanununun daire-i şümulüne girdiği için dosya ortada kaldırıldı. (Hâşiye: Fakat mahkeme heteti, Risale-i Nur eserlerinin beraatına karar vermedi, müsaderesine karar verdi. Bu karar 1956 tarihine kadar devam etti. Mahkeme, iki defa Nur Risalelerine müsadere kararı verdi. Temyiz Mahkemesi bu iki kararı da bozdu. Afyon Mahkemesi Temyizin kararına uyarak Nurların beraatına karar verdi. Bu sefer Temyiz, usulde noksanlık yüzünden bozdu ve eserlerin Diyanet İşlerince tetkikini istedi. Diyanet İşleri Müşavere Kurulunca bütün eserler tetkik ettirildi. Neticede, Nurların hakikatını bir derece belirten bir rapor verildi. Ehl-i vukufun mezkûr raporuna istinaden Afyon Mahkemesi, Haziran 1956 tarihinde, ittifakla Nurların beraatına ve serbestiyetine karar verdi. Karar katileşti. Artık bu tarihten sonra, merkez-i hükûmette, Risale-i Nur mecmuaları matbaalarda tabedilmeye başladı. Afyon hadisesi başlamadan evvel Diyanet İşleri Reisi Ahmed Hamdi, Said Nursiden iki takım Risale-i Nur eserlerini bir takımını Diyanet İşler Kütüphanesine koymak, bir takımını da şahsına alıkoymak için istemişti._Fakat hapis hadisesi çıktı, gönderilemedi. Üstad, hapisden sonra Emirdağa geldiği vakit, evvelce hazırlanan iki takımı tashih ederek Ahmet Hamdiye gönderdi ve aşağıda mektubu kendisine yazdı: Muhterem Ahmet Hamdi Efendi! Bir hâdise-i ruhiyyemi size beyan ediyorum: Çok zaman evvel, zâtınız ve sizin mesleğinizdeki hocaların, zarurete binaen, ruhsata tâbi ve azimet-i şeriyyeyi bırakan fikirlerine benim fikirlerim muvafık gelmiyordu. Ben; hem onlara, hem sana hiddet ederdim. Neden azimeti terkedip ruhsata tâbi oluyorlar? diye Risale-i Nuru doğrudan doğruya sizlere göndermezdim._Üç - dört sene evvel kalbime, size karşı tenkidkârane bir teesüf geldi. Birden ihtar edildi ki: Bu senin eski medrese arkadaşların olan başta Ahmet Hamdi gibi zâtlar, dehşetli ve şiddetli bir tahribata karşı Ehvenüşşer düsturiyle, bir kısım vazife-i ilmiyyeyi, mukaddesatın muhafazasına sarfedip tehlikeyi dörtten bire indirmeleri, onların mecburiyetle bazı ruhsatlarına ve kusurlarına inşâallah keffaret olur diye kalbime şiddetle ihtar edildi. Ben dahi sizleri ve sizin gibilerini, o vakittenberi yine eski medrese kardeşlerim ve ders arkadaşlarım diye hakikî uhuvvet nazariyle bakmağa başladım. Onun için benim bu şiddetli tesemmüm hastalığım vefatımla neticelenmesi düşüncesiyle, Nurlara, benim bedelime hakikî sahip ve hâmi ve muhafız olacağınızı düşünerek ve üç sene evvel sizin ısrarla bir takım Risale-i Nuru istemenize binaen vermek niyet etmiştim. Şimdi, -hem mükemmel değil, hem tamamı değil- Nur şâkirdlerinden üç zâtın on beş sene evvel yazdıkları bir takımı, sizin için, şiddetli hastalığım içinde bir derece tashih ettim._Bu üç zâtın kaleminin, benim yanımda on takım kadar kıymeti var. Senden başka bu takımı kimseye vermeyecektim._Buna mukabil onun mânevî fiatı üç şeydir. Devam Edecek