EMİRDAĞ LÂHİKASI
Eklenme: 26.10.2011 00:00:00

Bazı âlimler Sakalı tıraş etmek caiz değildir demişler. Muradları sakalı bıraktından sonra tıraş etmek haramdır demektir. Yoksa hiç bırakmayan, bir sünneti terketmiş olur. Fakat bu zamanda, dehşetli pek çok günah-ı kebîreden çekinmek için, bu terk-i sünnete mukabil, Risale-i Nurun irşadıyla, yirmi sene haps-i münferit hükmünde işkenceli bir hayat geçirdik; inşâallah o sünnetin terkine bir keffârettir. Hem bunu katiyen ilân ediyorum ki: Risale-i Nur, Kurânın malıdır. Benim ne haddim var ki, sahip olayım; tâ ki kusurlarım ona sirayet etsin. Belki o Nurun kusurlu bir hâdimi ve o elmas mücevherat dükkânının bri dellâlıyım. Benim karmakarışık vaziyetim; ona sirayet edemez, ona dokunamaz. Zaten Risale-i Nurun bize verdiği ders de, hakikat-ı ihlâs ve terk-i enâniyet ve daime kendini kusurlu bilmek ve hodfuruşluk etmemektir. Kendimizi değil, Risale-i Nurun şahs-ı mânevîsini ehl-i imana gösteriyoruz. Bizler, kusurumuzu görene ve bize bildirene -fakat hakikat olmak şartıyla- minettar oluyoruz, Allah razı olsun deriz. Boynumuzda bir akrep bulunsa, ısırmadan atılsa, nasıl memnun oluruz; kusurumuzu -fakat garaz ve inat olmamak şartıyla ve bidalara ve dalâlete yardım etmemek kaydı ile- kabul edip minettar oluyoruz.

* * *

Aziz Kardeşlerim! Hazret-i Ali (R.A.) fıkrasında Âyetül-Kübra yüzünden şâkirdleri bir musibete düşüp ve onun berekâtiyle emniyet ve selâmete çıkacaklarını kerametkârâne haber verdiği gibi, Âyetül-Kübra Risalesi Nurlar içinde yüzer matbu nüshasıyla serbestiyet noktasında daha ziyade mevki alması cihetiyle bu memlekete üç büyük yağmur rahmetine birinci vesile olduğu gibi; ben, dünya hâlini bilmiyorum, fakat eskiden beri boğazımızı sıkan ve daima bizi istilâ etmeye fırsat bekleyen ve dehşetli kuvvet alan ve taraftarlar bulan ve bizi istinadsız zannıyla fırsat bekliyenin istilâsından ve esaretinden Âyetül-Kübra ve arkadaşlarının serbestiyeti çok hadise ve emarelerle şimdiye kadar Risale-i Nur -sadaka gibi- belâların define bir vesile olduğundan, bu da bu belâya karşı vesiledir denilebilir. Ve İmam-ı Ali Radiyallahu Anhunun fıkrasında bir vecihte Âyetül-Kübra Risalesi maksut olduğu gibi, Denizli Meyvesinin Onbir Meselesi Hüccetül-Bâliğa, Onbir Hüccetiyle, aynen Asâ-yı Mûsanın Onbir mucizesine tevafuk edip, bu fıkrada aynen Âyetül-Kübra Risalesi gibi İmam-ı Alinin (R.A.) medâr-ı nazarı olduğu kalbime ihtar edildi. Demek Meyve Risalesi, Asâ-yı Mûsa gibi çok firavunları susturur, mağlûb eder. Âyetül-Kübrayı tabeden kahraman ve mübarek kardeşlerimiz, pek büyük bir hizmet-i Nuriye yapmışlar. Merhum Hâfız Alinin (R.A.) hizmet-i Nuriyesi, bununla da devam ediyor.

* * *

Aziz Sıddık Kardeşlerim! Âyetül-Kübranın matbu nüshaları perde altında çok hizmet görmüşler. Baştaki ihtarın âhirinde -beyaz perde- bir hâşiye olarak size altı satır suretini gönderdik; siz münasip görürseniz yazdırırsınız, hem ıslah ve tashih edersiniz. Benim katî kanaatım geldi ki: Bu defa, Âyetül-Kübrayı dikkatle ve muârızları nazara alıp okudum.Şüphem kalmadı ki, Risale-i Nurun çok şiddetli darbelerine karşı muârızlar zaif bahaneler ve sinek kanadı kadar ehemmiyetsiz kusurları medâr-ı mesuliyet gördükleri halde, bu dehşetli darbeleri nazara almayıp hem beraetimizi; hem Risale-i Nurun serbestiyetini kabul etmelerinin sebebi: Başta Âyetül-Kübra olarak Risale-iNurun Meyve ve Hüccetül-Bâliğa gibi eczalarındaki hârikulâde ve sarsılmaz hakikatler, onların dehşetli inatlarını kırmasıdır. Çaresiz mecburiyetle serbestiyetini; beraetimizi resmen kabul etmişler. Fakat yine gizli zındıka komitesi, elinden geldiği kadar nazar-ı millette kendilerini lânetten, nefretten bir derece kurtarmak için, kusurlarımızı arıyorlar... ve hükümeti iğfal etmeye çalışıyorlar. Onun için biz; eskisi gibi ihtiyatımızı elden bırakmamalıyız. (Hâşiye: Âyetül-Kübranın başındaki ihtarın âhirinde, nazar-ı dikkati celbetmiş cümlesine hâşiyedir. Devam Edecek