Olsa olsa hususî, belki kıskançlık eseri veyahut garaz veyahut gizli zındıkların tahrikiyle böyle bâzı kanunsuzluklar kanun namına yapılıyor. Bu hallere mukabil, tam metanet ve tesanüd ve sarsılmamak ve telâş etmemek lâzımdır.
* * *
Aziz, Sıddık Kardeşim! Camide az görüştük; lüzumlu bâzı şeyler söyleyeceğim, hâtırında kalsın. Evvelâ: Bedredeki yüz senelik vazifeyi on sene zarfında gören Sabri kardeşimizin samimî dostları olan Hakkı, Hulûsi, Mehmed ve Barlada Şamlı, Süleyman, Bahri gibi kıymetdar kardeşlerimize benim tarafımdan çok selâm ediyorum. Saniyen: Küçük Alinin büyük kardeşi mübarek Mustafanın Abdurrahmandan irsiyet aldığı vazifesini, kahraman kardeşi ve mübarek mahdumu o vazifeyi tamamiyle görüyorlar. Onun vazifesi ve hizmeti devam ediyor, merak etmesin. Hâfız Mustafa, elhak merhum Hâfız Alinin zamanında onunla beraber ektikleri nuranî tohumların çok mübarek mahsulâtı var. Hem, Hâfız Alinin (R.H.) vefatından sonra hapiste onun yerinde bana hizmeti, her vakit, onu benim hatırıma getiriyor. Merhum Lütfinin ehemmiyetli vârislerinden Abdullah Çavuş, kahraman Tahirî ile, Atababeyi, Nurs karyem hükmüne getirmişler. İslâmköylü Abdullah, Hâfız Ali (R.H.) zamanında Risale-i Nura çok hizmet etmiş. Onlara umumen selâm ediyorum. Mübarek Tahirînin küçücük bir Medrese-i Nuriye hükmünde hanesindeki mübareklere dua ediyorum. Yeni bir Hâfız Ali (R.H.) nümunesini gösteren ve Milâslı Halil İbrahimin sadakatini andıran İslâmköylü Halil İbrahim ve orada ona benzeyen kardeşlerime de pek çok selâm ve bilhassa Ispartada kahraman Rüştünün kahraman kardeşi Burhan bizi çok minettar ettiğini ve az bir işle bize ve Risale-i Nura pek çok iş gördüğünü söyleyiniz.Zaten sana şifahen söylemiştim, unutma, hususî Zekâiyi de göre ve de ki: Cenab-ı Hakka şükrediyorum. Yine Zekâi namında ve suretinde biraderzadem Abdurrahmanı yine bana verdi. Daha şifahen söylediklerimi sen bilirsin, sen benim mektubumsun.
* * *
Aziz, Sıddık Kardeşlerim! Sizin bu defa neşeli, güzel mektuplarınız, Risale-i Nurun serbestiyeti ve matbaa kapısiyle intişarı hakkında beni çok mesrur eyledi ve kahraman Tahirînin yine bu ehemmiyetli işte çalışması için buraya gelmesi, beni şiddetle dünyaya bakmağa sevk etti. Kalben dedim: Mâdem kardeşlerim bu derece istiyorlar, çaresini arayacağız. Gecede kalbime geldi ki: İki ehemmiyetli sebepten inayet-i İlâhiye tam serbestiyet ve eski harflerle tamamını tabetmek tam müsaade etmiyor. Birinci sebep: İmam-ı Alinin (R.A.) işaret ettiği gibi, perde altında her müştak, kendi kalemi ile veyahut başka kalemi çalıştırmasıyla büyük bir ibadet ve âhirette şehidlerin kaniyle râcihane muvazene edilen mürekkeb ile mücahede hükmündeki kitabetle envâr-ı îmanı neşretmektir. Eğer tabedilse, herkes kolayca elde ettiği için, kemâl-i merakla ona çalışamaz, bilfiil neşrine hizmet vazifesini kaybeder. İkinci sebep: Risale-i Nurun mühim bir vazifesi, Âlem-i İslâmın ekseriyet-i mutlakasının yazısı ve hattı olan huruf-u arabiyeyi muhafaza etmek olduğundan, tab yoluyla işe girişilse, şimdi ekser halk yalnız yeni hurufu bildikleri için, en çok risaleleri yeni hurufla tabetmek lâzım gelecek. Bu ise, Risale-i Nurun yeni hurufa bir fetvası olup şâkirdleri de o kolay yazıyı tercih etmeğe sebep olur. Onun için, şimdiye kadar pek çok müstehak ve lâyık iken, Risale-i Nura serbestiyet verilmemişti. Lillâhilhamd, şimdi hakikatlarının kuvvetiyle serbestiyeti kazandı. Hattâ eski harfle tab yasak iken, Âyetül-Kübrâyı bize teslim ettirip bir keramet-i ekber gösterdi. Biz şimdi gayet mühim ve herkese lâzım Meyve ile Hüccetül-Bâliğayı ikisi bir cild olarak yeni hurufla tabetmek için Tahirî ile İstanbula gönderdim. Yalnız Meyvenin Onuncu ve Onbirinci Meselelerini vakit bulamayıp tashihsiz ona verdim. Şayet tabedilse, o iki meseleyi tam tashih edip ona gönderirsiniz. Hem o iki risale; dahilde, ya hariçte, âşikâre veya gizli, İstanbulda veya dışarıda eski harflerle tabetmek lâzımdır. Hem Mucizât-ı Kurâniye zeyilleriyle ve Mucizat-ı Ahmediye (A.S.M.) dahi zeyilleriyle beraber ikisi bir cilt içinde eski harflerle imkân dairesinde ya İstanbul veya başka yerde eski harflerle, tevafuklu Hizbün-Nuriye, Hizbül-Kurân gibi tabetmesine çalışmak lâzımdır ki; Kurân-ı Mucizül-Beyanın göze görünen tevafuk mucizesinin muhafaza ile tabedilmesine mukaddeme olsun. Devam edecek Fakat teenni ile, meşveret ile, ihtiyat ile bu kudsî meseleye çalışmak lâzımdır. Umum kardeşlerime birer birer selâm ve selâmetlerine dua ederiz. Cenâb-ı Hakka hadsiz şükür olsun, en eski şâkirdlerden olan Kâtib Osman ve Halil İbrahim, hiç sarsılmadan, değişmeden sadakatlerinde demir gibi devam edip çoklara da hüsn-ü misâl oluyorlar.
* * *
YİRMİYEDİNCİ MEKTUBUN LÂHİKASININ ZEYLİ Aziz, Sıddık Kardeşlerim! Bu defa şehid merhum Hâfız Alinin ehemmiyetli bir vârisi ve Denizli talebelerinin yüksek bir mümessili ve Denizli şehrinin Risale-i Nura karşı fevkalâde teveccühünün bir tercümanı kardeşimiz Hasan Feyzinin edîbane, Risale-i Nur hakkında fevkalâde senakârane pek uzun bir mektubunu aldım. (* Bu uzun mektubun tamamı Konferans isimli kitapta neşredilmiştir.) Risale-i Nurun bana teslim olması münasebetiyle, kardeşimiz Hâfız Mustafanın çalışması hakkında yazdığım mektubun içinde Risale-i Nurun çok ehemmiyetli kıymetini muhtasar bir surette beyanatıma ve hiss-i kablelvuku mektuplarımdaki ehemmiyetli dâvalarıma bu uzun mektup tam bir izah ve Denizli şehrinin Risale-i Nur lehinde bir kuvvetli şehadeti ve bir şahidi olmak cihetiyle, hem bu zat mekteb fenlerinde çok zaman alâkadar olup kıdemli bir muallim ve âlim olması haysiyetiyle, Risale-i Nur hakkındaki bu parlak şehadeti çok ehemmiyetli gördüm. Yalnız, bana bakan kısımları, ya tayy veya tadil etmeyi münasip gördüm. Yalnız, bana bakan kısımları, ya tayy veya tadil etmeyi münasip gördüm. Bir, iki, üç yerde de herkese göstermek münasip görmediğimden, çizgi altına aldım ve sizlere de Yirmiyedinci Mektubun veya lâkiasının bir zeyli olarak gönderdim. Bu parça mektubumu, onun mektubunun başında yazabilirsiniz. Hasan Feyzi kardeşimiz, onun bâzı cümlelerini tayyetmemden gücenmesin. Çünkü umum talebelere o tayyolunan kısım lâzım değil, hususî bazılarda kalabilir. Bu zat, doğrudan doğruya hakaik-ı îmaniye ve Kurâniyeyi bir şahs-ı mânevî mahiyetinde, Risale-i Nur şahs-ı mânevîsinin cesedine girmiş ve eczalarının libasını giymiş bir tarzda, fevkalâde bir senâ ile ona hitap ediyor. Ben, baktıkça, birden itirazkârane hüsn-ü zannı pek ziyadedir tahattur ettiğim dakikada, hakikat-ı Kurâniye mânen dedi: Cesede, libasa bakma; bana bak: O, benim hakkımda konuşuyor. Doğru söylemiş. ben daha ilişmedim. Yalnız, Risale-i Nur tercümanı hakkında sarihan veya işareten veya kinayeten onun haddinden pek fazla senâkârane tâbiratı tadil etmeye lüzumu var. Başkalar, hususan ehl-i tenkid insanlar nazarında bîçare şahsıma bu nevi hüsn-ü zannını kabul etmemek mesleğimize lâzım geliyor; tadilime gücenmesin.