Emirdağ Lahikası
Eklenme: 31.12.2011 00:00:00

İşte bu kısa şifreyi, yine gayet muhtasar bir şifre ile tercüme ve izah edeceğim.bunu Hulâsatül-Hulâsaya bir hâşiye yapınız. Evet ben, Hulâsatül-Hulâsayı okuduğum zaman, koca kâinat, nazarımda bir halka-i zikir oluyor. Fakat her nevin lisanı çok geniş olmasından, fikir yoluyla sıfât ve Esmâ-i İlâhiyeyi ilmeyakîn ile izan etmek için akıl çok çabalıyor; sonra tam görür. Hakikat-ı insaniyeye baktığı vakit, o camî mikyasda, o küçük haritacıkda, o doğru nümunecikte, o hassas mîzancıkta, o enaniyet hassasiyetinde öyle katî ve şuhudî ve izanî bir vicdan, bir itminan, bir îman ile o sıfât ve esmâyı tasdik eder. Hem çok kolay, hem nazır yanındaki âyinesinde hiç uzun bir seyahat-ı fikriyeye muhtaç olmadan îman-ı tahkîkîyi kazanır ve hakikî bir mânâsını anlar. Çünkü, Cenab-ı Hak hakkında suret muhal olmasından, suretten murad, sirettir, ahlâk ve sıfâttır. Evet, nasıl ki ehl-i tarîkat, seyr-i enfüsî ve âfâkî ile marifet-i İlâhiyede iki yol ile gitmişler ve en kısa ve kolayı ve kuvvetli ve itminanlı yolunu enfüsîde, yâni kalbinde zikr-i hafiy-yi kalble bulmuşlar; aynen öyle de: Yüksek ehl-i hakikat dahi, marifet ve tasavvur değil, belki ondan çok âlî ve kıymetli olan îman ve tasdikde, iki cadde ile hareket etmişler. Biri: Kiatb-ı kâinatı mütalâa ile, Âyetül-Kübrâ ve Hizbün-Nuriye ve Hulâsatül-Hulâsa gibi âfâka bakmaktır. Diğeri: Ve en kuvvetli ve hakkalyakîn dereceisnde vicdanî ve hissî, bir derece şuhudî olan hakikat-ı isaniye haritasını ve enaniyet-i beşeriye fihristesini ve mahiyet-i nefsiyesini mütalâa ile îmanın, şüphesiz ve vesvesesiz mertebesine çıkmaktır ki; sırr-ı akrebiyete ve veraset-i nübüvvete bakar. VE enfüsî tefekkür-ü îmanî hakikatının bir parçası, Otuzuncu Sözün; ve ene ve enaniyet de ve Otüzüçüncü Mektubun Hayat Penceresinde ve İnsan Penceresinde ve bâzı parçaları da sair ecza-yı Nuriyede bir derece beyan edilmiş. Bunu hem Lâhikaya, hem Sikke-i Gaybiyeye, hem Hulâsanın âhirine yazılsın.

Aziz, SıddıkKardeşlerim! Hâlimin müsaadesizliği için müteaddid mektuplarınıza bir tek perişan mektubumla cevap verdiğimden gücenmeyiniz. Evvelâ: Gizli düşmanlarımız hükümetin ehemmietli ve bir kaç vazifedarlarını elde edip beni tazyikatla Menemen ve Şeyh Said hadisesi gibi bir hadise çıkarmak için bütün kuvvetiyle en hassas damarlarıma dokunduracak tarzda her desiseyi istîmal ettiler. Gördüler ki, Eski Said yok, yenisi ise her şeye tahammül ediyor, o lânı sair suikastlere, ezcümle zehir vermeye tebdil ettiler. Hıfz-ı İlâhî onu da akîm bıraktı. Şimdi o münafıklar resmen hükûmetin nüfuzunu benden halkları ürkütmek ve vazgeçirmek için burada dehşetli bir propaganda ile istîmal ediyorlar. Fakat siz hiç telâş etmeyiniz. İnayet-i Rabbaniye devam eder. Gittikçe fütuhat-ı nuriye tevessü ediyor. Saniyen: Bu defa Hasan Feyzinin ve bir hafta evvel Halil İbrahimin şahsıma karşı fevkalâde hüsn-ü zan ile mersiyeleri ve samimi ve hazîn vedânâmeleri, az tadil ile üç sebep için kabul edildi. Birincisi: Onlar, şahsıma değil, belki Kurân ve îmana ve Nurlara hâdimliğim; ve o vazife-i kudsiyeye bakıp yazmışlar. İkincisi: Onların ve onlar temsil ettikleri o cavardaki hâlis kardeşlerimizin ve haddimin çok fevkındeki târifatlarını, bir nevi samimî dua ve ulvî bir tefeül ve yüksek bir arzu-yu hayır ve istîdadlarının ve îtikadlarının ve Nurlara pek ciddî alâkalarının bir inikâsı olmasıdır. Üçüncüsü: Ben onların nazarında Risale-i Nur ve şâkirdlerdeki şahs-ı mânevîsinin mümessili ve nümunesi olmam cihetiyle onların sebeb-i teşvikleri olan o hârika hüsn-ü zanlarını ve kuvve-i mâneviyelerini kırmak, maslahat değildir. O ikisine ve arkadaşlarına, hususan Ahmed Feyzi ve Denizli hapsindeki kardeşlerimize ve hakkımızda adalete çalışanlara binler selâm... Devam edecek