ÇÖZÜM SÜRECİ, KARANLIK BİR DEVRİN KAPANMA SÜRECİDİR! (VII)

Evet, sevgili okurlar.

“Çözüm süreci, karanlık bir devrin kapanma sürecidir” başlıklı yazı serimiz devam etmekle beraber, konumuzu daha da genişleteceğiz.

Ve bu yakın tarihimizde tüm olup bitenleri Türkiye’de olsun, diğer İslam ülkelerinde olsun veya yabancı ülkelerin milletlerinde olsun tümünü kapsayan, bünyesinde barındıran yegâne gerçek, insanlık arasında bir ittifak ile olur.

Bir sulh-i umumi ile olur.

Gerisi lafı güzaftır.

İnsanlık arasında genel bir ittifakın ve genel bir barışın temel unsuru da İslam’dır.

Ve tüm barış ile ittifakların yolu da İslam’dan geçiyor.

Bilimsel olarak yapılan deneyimler, tüm insanlık dünyası içindeki olup bitenler ve genel bir barışa ihtiyaç olduğu hissedilen gerçek de budur.

* * *

Bakınız..

Dün akşam bir televizyon kanalında canlı olarak yayımlanan programın konuklarından biri Prof. Dr. Levent Köker idi.

Konuşmasına muttali oldum.

Diyor ki;

Milli mücadele günlerinde Mustafa Kemal Atatürk Meclis’te şöyle diyordu.

“Bu ülkede yaşayan Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla, Lazıyla, Çerkeziyle, her ne dile ve ırka mensup olurlarsa olsunlar, bunları birleştiren, bütünleştiren, bir araya getiren, yegâne unsur İslam’dır”

İslam, insanlarımız için toplumlar ve tüm dünya milletleri için yeryüzüne indirilen yegâne kurtuluş unsurudur ve insanlık ittifakıdır.

İslam’ın bulunmadığı yer de nifak, fitne, kavga ve kargaşa vardır..

***

Tabi ki açık oturum katılımcılarının her birisinin görüş farklıl..

Didem Arslan Yılmaz’ın mülakatına katılanlardan birisi de Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Erdoğan Teziç idi..

Konuşması gerçekten fitne ve katı ırkçılığa dayalı faşizanca kışkırtma kokuyordu.

Türkiye’nin ve Türk toplumunun yalnız ve yalnız Türkçülükten ibaret olduğunu, başka hiç bir etnik gruba önem vermediğini söyleyerek, "tekçi ve inkarcı" zihniyetini ortaya koyuyordu.

Düşünün yıllar yılı ilim ve irfan yuvaları olarak bilinen üniversitelerimizde öğretim üyeliği yapmış biri..

Sormazlar mı acaba?

Elbette ki sorulmalı..

Zaten, böylesine düşüncesi bozuk, bilimsellikten uzak, toplumu yalnız ve yalnız kupkuru bir dilden veya bir ırktan ibaret olduğunu görüp düşünen, zihniyet yüzündendir ki bu memleket bu hale gelmiştir.

Bayat verimsiz kafalar!

***

Bugün bu millet, bu toplum gerçekten barışa susamış, hasretle bir sulh-i umumi, kardeşçe bir araya gelip yaşama temennisiyle kalkıp oturmak istiyor.

Ne yazık ki 76 milyonun içinde hala da böylesine insanların varlığı, “Türkiye’nin ne kadar geride kaldığının” bir göstergesidir.

Yıllar yılı Kemalizm bir anlayışla, Atatürkçülük adı altında lâiklik gölgesine sığınarak, İslam düşmanlığı yapa gelen, sözde ilim adamı olarak geçinen böylesine kuru kafalar daha ne zamana kadar bu ülkede söz sahibi olacaklar?

Ve bu toplumu manevi işkenceleriyle inim inim inletecekler?

* * *

Dünkü yazımızda Yeni Akit Gazetesinin, Düşünür Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’yla Cezaevi hücresinde 4 saatlik bir zaman dilimi içinde, Murat Alan tarafından yapılan röportajdan çıkarttığımız, geçmiş tarihten ders alınması noktasında, önemli bazı cümleleri sizinle paylaşacacağımızı ifade etmiştik..

Mirzabeyoğlu diyor ki;

“Ben kendim için af değil, yeniden adil yargılanma istiyorum”

Röportajın birinci bölümünde geçen konu aynen şöyle;

"Brifingli yargının ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasına mahkûm ettiği mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu şöyle diyor;

“Af istemiyorum, çünkü affedilecek bir suç işlemedim ki. Yeniden adil bir yargılama istiyorum” dedi.

Mirzabeyoğlu diyor ki;

“Beni en çok yaralayan, ihtiyarlık ve kocama gibi gerekçelerle tahliye edilmeye çalışılmam.

Suçlu olan affedilir, ben af istemiyorum.

Çünkü suç işlemedim.

Adil bir yargılama olsaydı, sonuç böyle olmazdı”

***

Anlaşılan odur ki bizim de bu köşede her zaman vurgulamak istediğimiz temel unsur ve ana gerçek hukuk dışı, anti demokratik olarak geçen karanlık bir dönemin var oluşudur.

28 Şubat, Ergenekoncu generallerin dinozorca anlayışları, yargıyı dahi brifingli ve emri vaki bir yargı haline getirmiş olmasıdır.

10 yıldır hücrede tutulduğunu söyleyen Mirzabeyoğlu, görüşmenin son bölümünde hem kendisine yönelik bakış açısını hem de İslami kesimin son 15 yılda yaşadığı sürece ilişkin eksikliklerini dile getirerek, eleştiriyor.

“Benim durumum önemli değil, önemli olan Müslümanlardır.

Yapılanların hesabı sorulmalıdır” diyen Mirzabeyoğlu devamla şöyle diyor;

“Müslümanların ne kadar hazırlıksız olduğu ortaya çıktı”

* * *

Biz de burada diyoruz ki;

Evet, Mirzabeyoğlu yılların mağdurudur ve suçsuzluğuna da yerle gök şahittir.

Zira yaşadığı İslam ruhunun bir temsilcisi olarak kendini 28 Şubat’ta olmaktan ötürü sözde suçlu bulunmuş ve tıpkı bizler gibi 28 Şubat’ın 1997’li 1998’li yıllarda sahte fişlemelerle kirli suçlamalarla suçlanmış, fişlenmiş birisi olarak, brifingli bir yargının yargılama sonucunda tutuklanmış ve müebbet hapse mahkûm olmuştur.

Gerçekten 28 Şubat denilen karanlık odaklarla yüzleşmekte olan Türkiye, şu halde o zor günlerin yargısında idam cezası gibi ağır suçlara mahkûm edilenler bizden adalet bekliyor.

Veyahut da dahası o dönemin tüm mazlumlarına yapılan gayriciddî, emir ve brifinglerle yargılama usulü sil baştan, yeniden o dosyaların açılması gerekir diye düşünüyoruz.

O zaman Sayın Başbakanın her platformda dile getirdiği “Çözüm Süreci karanlık bir devrin kapanma sürecidir” ifadesinin gerçekçiliği de ortaya çıkacaktır.

***

Evet, özellikle bugünkü konumuzu mağdur, masum, günahsız, sadece İslam ihlâsıyla yaşamını sürdürmek isteyen Salih Mirzabeyoğlu değil, yöremizde de 1993’lü yıllardan 2000’li yıllara kadar yapılan tüm karanlık maceralar….

Özellikle JİTEM’in PKK’yla yaptığı işbirlikçilik taşeronluğu!…

Yetmiyormuş gibi devletin can damarı durumunda olan yargının da kendi kirli amaçlarına alet edilerek verilen adil olmayan haksız kararlar..

İşte bu kararlardan dolayı mağdur olan birçok vatandaşın mazlumiyet hali, yeniden kale alınmalıdır.

Konu edilmelidir.

Sil baştan yargılama usulü yeniden başlatılmalıdır ki o zaman toplumda rahat bir nefes alınsın ve adil olan bir devletin gerçek yüzü de ortaya çıksın.

Hükümet de, Sayın Başbakan da hatta gerekirse Cumhurbaşkanı da bu işin üzerinde şiddetle durmalı ve hemen harekete geçmelidir.

Biz de bunu istiyoruz.

İşte maceralı karanlık dönem o zaman kapanmış olur.

Yapılan edepsizlikler ve gayriciddî uygulamalar yeniden sorgulanmalıdır.

Yoksa bu millet iktidara vermiş olduğu imkân ve oy potansiyelini bir daha vermez.

Zira millet verilen imkânın gereğini istiyor.

Yalnız “Dostlar alışverişte görsün” demekle yetinilemez.

Sayın Başbakanın her zaman dile getirmek istediği “Mühim olan bağcıyı dövmek değil, üzümü yemek” ifadesi o zaman gerçekleşir.

Sevgi ve Saygılarımızla.

Diyarbakır Söz