TÜRKİYE’DE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ VE MEDYA GERÇEĞİ!

Evet, sevgili okurlar.

Diyarbakır Söz Gazetesi olarak ve bu paralelde hareket eden görsel medyamız!

Bir bütünlük içerisinde;

Yıllardan beri bu yörede özellikle ilimiz olan Diyarbakır’da; gerek siyasetin gölgesinde olsun, gerekse devletin dizginini elinde tutan bazı yamuk anlayışlar olsun, ittifak ederek bizi susturmaya çalışılmıştır.

Oysaki mevcut anayasanın ve diğer yasalarımızın hükümlerine göre “Basın hürdür, sansür edilemez!”

İşte bu ifade vazgeçilmez bir kaziye-i muhkeme durumundadır.

Buna rağmen bakıyoruz ki;

21 yıldan beri özellikle Diyarbakır adliyemizdeki mevcut solcu, sosyalist bazı zihniyet savunucuları işbirliği içerisinde bizim bu "basın özgürlüğü" hakkımızı engellemeye ve bizleri susturmaya çalışmışlardır.

Günü gelmiş, ne hazindir ki milletin gönlünde taht kuran bir yargı unsuru içindeki bazı yanlış ideolojik hâkim ve savcılar bunlara alet olmuşlardır.

Keyfe ma yeşa hakkımızda karar vermişlerdir.

Hüküm tekerrür etmiş.

Haklılığımız, yazdıklarımızın haklılığı, dürüstlüğü, gerek bilimsel olsun, gerekse toplumsal beğeni paralelinde olsun deşifre etmek istediğimiz tüm kirli tezgâhlarını yazmışız, kamuoyuna yansıtmışız ve deşifre etmeye çalışmışızdır.

Ki bunların hepsi de yasaların bize vermiş olduğu ifade özgürlüğünün paralelinde gerçekleştirildiği halde, AİHM sözleşmesinin “ifade ve inanç özgürlüğünü” anlatan 10. maddesine göre de olsa yerden göğe kadar haklı olduğumuz halde ne yazık ki zaman gelmiş, yamuk görüntüler ortaya çıkmış, birilerinin vicdanı yerine cüzdanlar konuşmuş, zulmün başına adalet serpuşu giydirilmiş, kurta kuzunun postu giydirilmiş, bir çırpıda haklar alt üst edilmiş ve bizi haksız ve mahkûm ilan etmişlerdir.

Ama elbette ki biz buna karşı sinmemişiz, sinmeyiz de.

Susmamışız, susamayız da.

Zira haksızlığa karşı susabilecek dilsiz nesnelerden değiliz.

***

Gerek bizim olsun,

Gerek biçare ve mazlum halkımızın hakkını aramaya devam etmişiz ve başarmışız.

Günü gelmiş, ilgili makamlar bunun farkına varmışlar ve deyim yerindeyse hak ettikleri adalet tokadını da "o zihniyetlerin" yüzüne indirmişlerdir.

Bunlar bizim için tarihi ve önemli şeylerdir.

***

Evet,

Önemli olan devletin varlığı, milletin bütünlüğü ve barış sürecinin gerçekleşmesidir.

Gerisi teferruat!

Kritik bir zaman sürecindeyiz.

Dikkatli olmalıyız.

Elbette ki kirli anlayışlar, kasıtlı karanlık tezgâhlar, *barış sürecini" içlerine sindiremezler.

Zamanı gelir, yer yer Reyhanlı gibi, Gaziantep gibi, Ankara gibi, DHKP-C tarafından tezgâhlar, senaryolar kurulabilir.

Ama başaramazlar!

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Tüm bu olumsuzluklar sadece bize yönelik değil, sistematik bir şımarıklığın neticesi olabilir.

Bu da sistemin tarihi şeflik ve dipçik döneminin kalıntılarıdır.

Yaklaşık 11 yıldan beri, AK Parti hükümeti iktidardadır, çok şeyleri yaptığı da bariz şekilde görünmektedir.

Gerçekten elle tutulur, gözle görülür büyük engelleri aşmışlardır.

Ama hala da tümüyle "karanlıkları" gün ışığına çıkaramamıştır.

Zira mevcut anayasa hala da aynı anayasadır.

Hükümet, elini çabuk tutmalı.

Bu anayasayı kökten değiştirmeli ki bunun gölgesinde rejim kötüye kullanılmasın.

Eğer toplumun iyiliği düşünülüyorsa, ülkenin birlik ve bütünlüğü söz konusuysa bunun "aciliyeti" kaçınılmazdır.

***

Hele CHP gibi bir ana muhalefet partisi söz konusuysa…

Allah muhafaza, evlere şenlik!

Hükümet bunlara karşı radikal tedbir almazsa, ülke her zaman için büyük tehlikelerle karşılaşabilir.

Hani demişler ya “Alışmış, kudurmuştan beterdir” ifadesi tarihi gerçektir.

Zira CHP, hep darbelerden nemalanmış, gıdasını ondan almıştır.

TSK’ni günü gelmiş çok kötüye kullanmıştır.

Bu nedenle hükümet, kalıcı ve radikal bir iş yapmak istiyorsa, bu da 2014 seçimlerinden evvel en azından bu anayasayı değiştirmesi gerekir.

Bu anayasa tüm mevcudiyetiyle insan hakları paralelinde bir anayasa değildir.

***

Düşünce özgürlüğü, din ve inanç özgürlüğü gibi toplumun ana kaidesini koruma altına almış değil.

Almışsa da kimse bunu saymamıştır.

Aslında adil devletler, toplumları gerçek manada insan temel hak ve özgürlüğüne dayalı, kişinin şeref ve haysiyetinin korunması gerçeği paralelinde beş ana çizgiden ayrılmaması lazım.

Ve bu beş ana çizgiyi anayasanın dibacesine yerleştirmesi gerek.

Ki fıkhı usule göre, yani İslam hukukuna göre, “darurat-ı hamse” denilen beş ana faktördür.

Olmazsa olmazıdır.

Toplum olsun, devlet olsun, ülkeler olsun, bu beş ana çizgiden ayrı yaşayamaz.

Eğer iktidarlar, Müslüman bir ülkeyi yönetiyorsa ki öyledir.

Bu beş ana hedefinden şaşmaması lazım.

1-         Din gerçeğidir ve her şeyin başında gelir.

2-         Kişilerin varlığıdır, nefis denilen kişilerin şeref ve haysiyetinin varlığı söz konusu.

3-         Bu ana gerçekleri idare eden de akıldır, hiçbir zaman akılsız, deli olan insanlara akılcılık ve yöneticilik hali verilemez.

4-         Nesildir, yani yetişen neslin temiz tutulması lazım, maddi ve manevi kirli badirelerden korunması gerekir.

5-         Ekonomi gerçeğidir.

Bu beş ana unsurun varlığı ve olmazsa olmazını donatan toplumsal hayat akışlarını gerçekleştiren, ekonomi ve piyasa sağlığıdır.

Buna da muamelat denir.

Yani toplumun her kesimine sirayet eden alışveriş, ticaret, kiralama, evlenme ve boşanma, sirkat ile birlikte bir de cezai müeyyidelerinin gerçek hukuka dayalı tekerrür etmesi.

Bunun da rahatlıkla sağlanabilmesi için güzel ahlakların, toplumun bünyesine yerleştirilmesi ve toplumun her kesiminin o güzel ahlaklarla kalkıp oturmasıdır.

* * *

Evet, bunlar devlet ve toplum için olmazsa olmazdır.

Toplumlara can veren, “abı hayat” durumunda olan, birlikteliği koruyan birinci faktör “din” faktörüdür, “İslam” gerçeğidir.

Ve o toplumun her kesimine götürülmelidir.

Hiç kuşkusuz ki bunu ikame eden de sağlam nefislerin, kişilik karakterini koruyan bireylerin varlığıdır.

Bireylerini korumayan toplumlar, hiçbir zaman toplum olamazlar ve bir yere de varamazlar.

Bununla beraber bir de aklın varlığı.

Zira akıl toplumların en yüce değeridir.

Bu akıl da din ve inançla sağlanabilir.

Sağlam bir nesil için, gençliğe sağlam ideolojileri enjekte edip, o inanç paralelinde yetiştirmek gerekir.

Tüm bunları korumak için ekonomi başta gelir.

Varlık ve servet…

Güçlü bir ekonominin varlığıyla, hayat bulur.

Bu beş ana çizgileri donatan, tezyin eden, yaldızlayan ve parlatan toplumsal iki faktör daha var.

Birisi;

Hilesiz, haramsız sağlam bir günlük toplumsal hayat akışını sağlamaktır…

Haramı haram olarak bilen, helali de helal olarak bilip yaşayan.

Aynı zaman da bunun da sağlanabilmesi için “ahlak-ı hasene” denilen güzel ahlak sahiplerini yetiştirmek.

***

Toplum, ahlaken kendini sağlam bünyesine oturtturmamışsa veyahut ayağını sağlam, kaygansız bir zemine oturtturmamışsa, ahlaki çöküntülerle karşı karşıya gelmesi içten bile değil.

Ki hiçbir zaman o toplum güçlü bir bütünleşmeyi yakalayamaz.

Bu nedenle başta anlattığımız gibi diyoruz ki;

Gelen giden toplumlarını yöneten ve çoğulcu demokratik sisteme bağlı olan devletler ne yaparsa yapsınlar, milletine rağmen milleti yönetemezler, milletin olmazsa olmazı olan anlatılan beş ana cevherden ayrı düşmemek kaydıyla devlet olunabilir.

Yoksa kargaşa, kavga ve terör o ülkenin, o toplumun yakasını bırakmaz.

Ve Suriye rejimi gibi zulüm yağdıran, çağımızın Nöronu Esedleri milletlerin başına her daim musallat olur.

Saygılarımızla.

Diyarbakır Söz.