MÜSLÜMANLIK MI İSLAMCILIK MI? (II)

Evet, sevgili okurlar.
Bilindiği üzre, Türkiye’nin mevcut düzenle başı derttedir.
Bu sistem, her ne kadar; hukukun üstünlüğüne inanan, demokratik temel hak ve özgürlüğünün savunucusu olarak çoğulcu parlamenter sistemi olarak kendini tanımlıyorsa da ama heyhat, hiç de göründüğü gibi değildir.
Her zaman bu köşede ifade etmeye çalıştığım bir gerçek var.
Ve bu gerçeği söylemeye de hiç çekinmeden, devam edeceğim.
Ta ki Siz değerli okurlarımızla hem fikir olmak üzere, toplumun her kesimine bu bilimsel tarihi gerçekleri kabul ettirinceye kadar…
Bu millet artık bu sisteme “Yeter” demelidir.
Uyanmalıdır.
Kendine çekidüzen vermelidir.
İnandığımız ve bağlı olduğumuz yüce Kur’an-ı Kerim’in "emir ve yasaklarını" bilmeliyiz, inanmalıyız, birer hüküm olarak aramızda kabul etmeliyiz.
Kur’andan uzaklaştığımız müddetçe kendi varlığımızı bile inkâr etmek gibi bir "tehlikenin" tuzağına düşebiliriz.
Hakaik-i Kur’aniye denilen emr-i maruf ve nehy-i münkeri kendimize parola edinmeliyiz.
Birer iman meşalesi olarak toplumumuzun her kesimine götürmeliyiz.
Yoksa mevcut düzen, mevcut siyaset atmosferi, mevcut politikanın dillerine doladığı “kurtarıcılık, demokrasi, adalet” gibi makyajlı laflarla bir yere gidilemez.
Hani demişler ya; “Lafla peynir gemisi yürümez” 
* * *
Değerli okurlar.
Şu bir gerçektir ki.
Mevcut düzenin gölgesinde halkın iradesini temsilen parlamentoda bulunan partiler…
Bilaistisna.
İster iktidar olsun, ister muhalefet olsun, takındıkları tavır keyfidir, göstermeliktir, hiçbir hakikatle, bağdaşmayan davranışlar içerisindedirler.
Mecliste sert kavgalı görüntüler verirken, genel kuruldan çıktıktan sonra o kavgacı insanlar "aynı masanın" etrafında oturup çay içiyorlar.
Kendileri için her türlü menfaate buluşurlar.
Ama iş, halka ve ülke menfaatine gelince; hizipleşirler.
Ne hazindir ki bu keyfi uygulamalarıyla; milleti birbirine düşürüyorlar.
Düşman ettiriyorlar.
Ki bu da, sistemden kaynaklanan bir tezgâh usulüdür.
***
7 Haziran’dan şimdiye kadar neredeyse 40 gün geçti.
Yeni Cumhurbaşkanı, “hükümet kurma” yetkisini AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu’na verdi.
Davutoğlu, şimdiye kadar CHP’ye, AK Parti’ye hiç de anlayış olarak yaklaşamayan birer parti koalisyonu kurmak mecburiyeti içerisine girdiler ve illaki bunda zorlandılar.
Bize göre aynı sistem; “Eski tas, eski hamam gibidir”
Zira 12 Eylül’den sonra 2000’li yıllara kadar Türkiye hep koalisyonlu hayatla zamanını geçirdi, ama ne yazık ki bir arpa boyu kadar yol alamadı.
28 Şubat gibi karanlık ve kanlı bir tabloyla tanıştı Türkiye.
Bizim bu akşamki köşe yazımızın ana hedefi, temel dayanağı, Türkiye’nin artık uyanmasıdır, bir gerçeğin etrafında toplanıp büyük bir kardeşlik bütünlüğü içerisinde beraber olma hareketiyle adım atmasıdır…
Ve artık politikanın palavralarına inanmamasıdır.
***
AK Parti 13 sene gibi uzun bir süreç bu memlekette milli iradeyi temsil etmeye çalıştıysa da ne yazık ki gerçek manada milli iradenin kenarından, kıyısından bile geçmedi.
Zira inandığımız yüce İslam gerçeklerinin hiçbirisini kanunlaştıramadı ve ona engel olan yasaları da kaldırmadı.
Bildiğimiz kadarıyla, partinin zirvesindeki anlayış halkın büyük potansiyel oyunu alıp da halka bir türlü dönmedi.
Ancak birkaç tane büyük holdingle tanıştılar.
Kendilerini bir türlü şaibelerden, kişisel ranttan ve kirli istanlardan kurtaramadı.
Hala da parti zirvesinin etrafında dolaşan, özellikle Doğu ve Güneydoğu politikasına sahip çıkan bazı devşirmeler, akşam bir zeminde sabah diğer bir zeminde, gündüzün ortasında apayrı bir zeminde kendini gösteren “bukalemun” karakterli devşirme dönmelerin söz sahibi olduğunu “Hindistan’daki sağır sultan” biliyor.
Partiyi elinde tutan, zirvedeki insanlara sözünü geçirebilen nice rantiyeciler vardır.
AK Parti ile alakası olmayan, hatta Marksist, inançsız, ermeni dönmeleri daha diyebiliriz.
Partide söz sahibi olmak ve çok büyük bir yetkiye sahip kişilerin varlığıyla halk partiden nefret etmiştir, uzaklaşmıştır ve halk partiden küsmüştür, darılmıştır ve uzak durmuştur. 
O küsme ve dargınlık içerisinde istemeye istemeye diğer partilere oy vermiştir.
Bu oyu verenlerin hiçbirisi de pişman değildir.
Muhafazakâr geçinen AK Parti olsun, ister AK Parti’nin geçmiş döneminden tutun de benzer düşüncedeki geçmişteki diğer partiler olsun.
Yaşanan ve yaşatılan deneyimler; "bize her zaman" bunu göstermiştir.
Devşirmelerin, kimlik gizleyenlerin, rant düşkünlerin "söz sahibi" oldukları partiler, uzun ömürlü olmamıştır.
Nitekim bugün esamisi bile okunmayan o eski politikacıların birlikte çektirdiği aile fotoğraflarında hiçbirisi yoktur.
AK Parti’nin de bu zemine doğru kaymakta olduğu endişesiyle, olup biteni seyrediyoruz.
Israr ederek, inatla, partinin bünyesindeki ve partinin gerçek anlayışıyla alakası olmayan, oldukça holdingleşen para babalarıyla eş değer duruma giren zirvedeki insanlar artık bu işten vazgeçmeleri gerekiyor.
Akıllarını başlarına almaları lazım.
Yoksa bugün yine seçim olsa, aynı basmakalıp, bukalemun tinetli, ruhlu devşirmeler, o partinin içinde söz sahibi oldukları müddetçe bu parti enkaz olmaya devam eder.
Zira kesinlikle artık bu halk uyanmıştır.
Ve uyanmaya da devam ediyor.
Biz basın kuruluşu olarak birilerinin kulaklarını çınlatarak, açıkça gerçekleri söylemeyi kendimize görev olarak telakki ediyoruz.
***
Evet, sevgili okurlar.
Yıllar öncesinde çağımızın en büyük İslam allamesi olan Bediüzzaman Hazretlerinin mücadelesi de hep bu yönde olmuştur.
İnandığımız yüce Kur’an-ı Kerim’in hükümlerini kendine düstur etmiş ve devlet yetkililerine yüksek sesle haykırmış ve uyarmıştır.
Ne var ki, o devlet adamları da ellerinde "kirli ve karanlık bir medyayı" tutarak Bediüzzaman’ın üzerine gitmişlerdir.
Ama onlar hep sönüp gittiler. 
Bediüzzaman ise bugün geride bıraktığı eserleriyle Türkiye’de ve bazı diğer ülkelerde yol göstericidir.
Ter-ü taze; eserleriyle yaşamaktadır.
Bakınız, Bediüzzaman Barla hayatında şöyle diyor;
“Dinsizlik hüküm ferma olduğu o dehşetli devrede her nedense ehl-i din (din adamları) terzil edilmeye (küçük düşürülmeye) çalışılıyordu. 
Hatta Kur’anı dahi bu memleketin insanlarının göğsünden tamamen kaldırmak ve Rusya’daki gibi dini akidelere tamamen imha etmek düşünülmüş bir anlayışa sahip politik oyunlarla bu millet karşılaşmıştır.
Tüm bunlara rağmen Bediüzzaman şöyle diyor;
“Millet-i İslamiyece bir aks’ul amel (ters düşünce) netice verebilmesi ihtimali ileri sürülünce bundan vazgeçilmiş, yalnız şu karar alınmıştı.
Mekteplerde yaptıracağımız yeni öğrenim usullerine yetişecek gençlik, Kur’anı ortadan kaldıracak ve bu surette milletin İslamiyetle olan alakası, kesilecek düşüncesiyle yola çıkmış, dehşetengiz planları çeviren bu sistemin bu düzenin, bu gaddar fitnesinin kaynakları şimdi ki dini inkişafın, gelişmelerin muarızı ve düşmanları olan harici, dinsiz cereyanların reisleri ve adamları idi.
Evet, aziz millet-i İslamiye içerisinde meydana getirilen o dehşetli hadisatın iç yüzünü, tafsilatını istikbalin hakikatperest (gerçekçi) tarihçilerinin ifade ettikleri gerçeklerdir."
Evet.
Bu ülke, bu millet, geçmişe yönelik dalalet, küfrün ve zındıkanın enva-i çeşitleri, CHP’nin en azgın devrelerinde Bediüzzaman Said-i Nursî Hazretlerini susturamamışlardır.
Daima göz ve tarassut altında çok ağır şerait içerisinde idi.
Nemrutların, firavunların, şeddatların ve yezitlerin yapamadığı zulümlerin envai çeşitleri Bediüzzaman’a yapılmıştır.
İşte gayretli ve uyanmış Müslümanlara düşen görev; bu zındıka planlarına karşı susmamaları, sükût etmemeleri gerekir.
Zira yüce İslam Peygamberi (s.a.v) şöyle buyuruyor;
“Haksızlığa karşı susan, dilsiz şeytan durumuna düşer”
Bu inançla hareket ederek yolumuzu belirtmemiz gerekir.
Aksi halde dün ne idi bugün yine aynı, daha beterin beteriyle karşılaşabilme tehlikesinden hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
En derin saygı ve sevgilerimle.