Görüş Bildir

“MEVCUDİYETİMİZİ GÜÇLÜ TUTALIM!”

Evet, sevgili okurlar.

Bugünkü yazımıza başlık olarak kullandığımız, “Mevcudiyetimizi güçlü tutalım” cümlesi Cumhurbaşkanımıza ait bir ifadedir.

Bilindiği üzre Cumhurbaşkanı Erdoğan, AK Parti Diyarbakır İl Kongresine video konferans ile bağlanarak partililere seslendi..

Çarpıcı ifadesi, yazı başlığımız oldu...

 “Mevcudiyetimizi güçlü tutalım!”

Dünkü Diyarbakır Söz Gazetesinin sürmanşetinde yer alan Cumhurbaşkanının konuşmaları dikkat çekiciydi.

Kongreye gelen büyük kitleye hitap ederken şöyle dedi;

“Biz sahadaki mevcudiyetimizi güçlü tutarsak, bölücü örgüt ve uzantıları milletimizin üzerinde baskı kuramayacaktır.

Milletimizin birliğine, beraberliğine kast eden alçaklara döktükleri her damla kanın hesabını misliyle soruyoruz.”

Konuşmanın muhtevası, ümit vericidir.

Zaten bir devlet başkanına da bu yakışır...

Topluma, teselli ve ümit verici ifadelerle seslenmek!?..

Millet canla başla, onu dinliyor.

Ki inşallah ümit varız ki dinlemeye de devam edecektir.

Cumhurbaşkanımız, bu çalışma aktifliğiyle mütevazı bir şekilde halkın seviyesine inerek “halka hâkim değil, hâdim olarak” kendini göstermesi apayrı bir meziyettir..

Üstün bir seviyedir.

Cumhurbaşkanımızın “Mevcudiyetimizi güçlü tutalım!.. Biz sahadaki mevcudiyetimizi güçlü tutarsak, bölücü örgüt ve uzantıları milletimizin üzerinde baskı kuramayacaktır” ifadesi gerçekten veciz ve anlamlıdır.

Ancak şunu da belirtmeden geçmek istemiyorum.

Sayın Cumhurbaşkanımızın ifadeleri paralelinde biz de şunları kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz.

Yıllardan beri, hatta yakın tarihimizde olup bitenlerden söze başlarsak, çok önemli tarihi şeyleri sahada kazandık, yani İstiklal Savaşında verilen Milli Mücadele gibi..

Ama ne yazık ki, masada hep kaybeden ülke olduk...

Peki, neden hep masada kaybettik?

Yanıtı aslında basit ve nettir...

Bakınız, Milli Mücadele kahramanları canhiraşane şekilde İstiklal Savaşında büyük mücadeleler vererek elin gavurunu Türkiye coğrafyasından kovdu..

Lakin kısa süre sonra, Milli Mücadele kahramanlarının sahada kazandıklarını, birileri masada tam tersine yüz değiştirerek, kaybettirdi?..

Yetmedi, o mücahit kahramanlar sorgulanmaya başlandı...

Akla hayale gelmeyen, havadan cıvadan suçlamalar getirildi.

İstiklal Mahkemeleri kuruldu.

Bu suçlamalara karşı ağır müeyyideler gerçekleştirildi.

Birçok Milli Mücadele kahramanı sakıncalı görülerek sürgüne tabi tutuldu..

Kimileri de, İskilipli Atıf hoca gibi, “idam” edildi..

***

Dedik ya tarih sayfaları, gerçek tarihi yazmayanların günahlarıyla dolu..

Yakın tarihimizden söz edersek..

Bu milletin kahraman evlatları olan Türk Silahlı Kuvvetleri, Polis, Jandarma, Milli İstihbarat ve diğer tüm güvenlik güçleri bir bütünlük içerisinde; “terörle mücadele” ediyor..

İşte, PKK...

Yıllardan beridir PKK terör örgütüyle ve diğer terör örgütleri dahil olmak üzere, ülkenin güvenlik güçleri büyük mücadele vermektedir...

Ki bu mücadelede hep sahada kazanılmıştır.

Ama ne hikmetse iş masaya gelince, masa yerinden kıpırdamamıştır.

Yani, yüz yıldan beri gelen giden iktidarlar arasında büyük bir samimiyetsizlik söz konusu!

Nitekim TBMM’nde PKK’nın yandaşları ve savunucusu durumunda olanlar, cirit atmaktadır..

Başta HDP olmak üzere CHP..

Çok değişik yöntemlerle PKK’nın yanında yer almaktadırlar..

Ki Kılıçdaroğlu da PKK’ya “terör örgütü” diyemeyecek kadar cesaret gösteriyor.

HDP Genel Başkanı da “PKK bizim arka bahçemizdir” diyor.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Dünkü Yeni Akit Gazetesinin sürmanşetinde şöyle bir haber dikkatimi çekti..

Okudum...

Haber, “HDP’nin ön kapısı Meclis’e, arka kapısı Kandil’e çıkıyor” başlığını taşıyor...

Gerçekten de başlığın muhtevasına katılmamak mümkün değil?.

Meselenin göbeğine cuk diye oturan bir ifade..

Biz de buradan sesleniyoruz...

Tabi, Sayın Cumhurbaşkanımızın zat-ı devletlerine karşı, haddimizi aşmadan, bazı gerçekleri de dile getirip, hatırlatmak zorundayız...

Ki Cumhurbaşkanımız daha fazlasıyla bu durumları, biliyor ve vakıftır...

Zaten, lüzum gördüğü an gereken yumruğunu sallıyordur...

Ama bu da bir gerçektir ki, bu anayasayla bu devlet, bu millet, bu ülke bir yere varamaz.

Devlete, millete, ülkeye en kutsal hizmet; bu anayasanın hiç bir şekilde zaman kaybetmeden değiştirilmesi gerekli ve elzemdir...

Bu anayasa değiştirilmediği takdirde, ne kadar mevcudiyetimizi güçlü tutarsak tutalım, maalesef ipler kopuyor ve oldukça güçsüz duruma düşüyoruz!..

Her zaman vurguladığımız gibi, bu anayasanın hükümleri içerisinde oluşturulan “Yasalar, Yönetmelikler” uygulamalar vs. ne olursa olsun, oluşan olumsuzlukların ana kaynağı ve kökenidir...

28 Şubat rezaleti bu anayasanın çarpıklığından çıktı.

İşte bu anayasa da İstiklal Savaşımızın sonunda Milli Mücadeleyi milletiyle beraber kazanan Türk Silahlı Kuvvetleri, sahada gerçek gücünü gösterdikleri halde, masaya gelince “ke en lem yekûn..”

O günden bugüne kadar ülkeden kovulan düşmanın tüm direktif ve talimatları, hıyanetleri yasalaştırılarak uygulana gelinmiştir...

Yüce İslam dininin manevi değerlerinin tümünün üstüne beton döktüler.

Bu betonu dökenler de Milli Mücadele kahramanlarının sahada kazandıklarını masada kaybedenlerdir.

Türkiye’nin yüz yıldan beri içine düştüğü halin idamesi artık muhaldir.

Ya yeni bir hal gerçekleştirilmelidir veya da izmihlale mahkûm olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaya devam edecektir!..

Bu itibarla kamu vicdanına yerleşen soruları ve beklenen cevapları, hep yazıyoruz çiziyoruz.

Ama gerçekten devletin birçok kamu kurum ve kuruluşlarındaki yapılan olumsuzluklar, yapılan çarpıklıklar, yapılan tarafgirlikler, uygulanan çifte standartlıkların haddi hesabı yok!…

Bu demek, sahada kazanılanı masada kaybetmek demektir.

Devletin hangi kurumuna el atarsanız atın ne yazık ki, elinizde kalır misali; olumsuzluklarla karşılaşıyorsunuz!.

Mesela bu anayasanın hükümlerine dayalı adaleti temsil eden adli merciler...

Buraya bir göz atalım.

Allah aşkına!

Gerçekten uygulanmakta olan yasaların kaçta kaçı hukukun temel ilkelerine uyum sağlıyor..

Ya da kaçta kaçı bu milletin koruyucusu!..

Bakınız yargının önemli bir sac ayağı olan savunma erkinin tepe yönetimi olan önemli bazı barolara bağlı birçok çıkarcı, rantiyeci avukatlar söz konusudur..

Ve bunlar, adaletin cübbesini sırtına alarak savunma erkini temsilen adliye kapısından tutun da cezaevlerinin kapılarına kadar tümüyle bir rant devşirme gayreti içerisinde olmaktadırlar...

Rant sektörü haline gelmişler...

Çünkü yalanı gerçek olarak gösteriyorlar, gerçeği de yalan olarak gösteriyorlar...

Haklıyı haksız ve suçluyu suçsuz gösteriyorlar...

Büyük bir cambazlık...

Gerçekten utanç verici hallerdir.

Hukuku temsil eden Adalet Bakanlığına bağlı adalet mercii olan mahkemeler ve savunma erki durumundaki baroların nasıl çalıştığını ve nasıl çifte standartlar uygulandığını artık “Sağır Sultan” dahi bilmektedir...

Hali durumumuz, ne kadar sahada mevcudiyetimizi güçlü tutarsak, tutalım, lakin masada, demokraside, bürokraside tümüyle kaybetmiş durumdayız.

Çünkü halimize bakılırsa, yüce bir devletin taşıyabileceğine inanmıyoruz. 

Eşyanın tabiatına aykırı düşüyor bu çifte standart uygulamalar.

* * *

Bakınız, eski Adalet Bakanı Cemil Çiçek...

Çok deneyimli bir siyasetçi...

Devlet adamı...

Dün basına yansıyan bir demecinde şunu söylüyor;

“Bizim demokrasimiz obruklarla dolu, eğer doğru düzgün bir yol haritası çizemezsek bu obruklara her zaman düşme sıkıntısı vardır.

Türkiye’de bir kısım siyasetçiler eğer tabanı yoksa parti içinde tutunamıyorsa, kayıt dışı siyasi unsurları darbeye teşvik ediyorsa, sık sık demokrasi aşısı yaptırmamız şart oluyor.”

28 Şubat sürecinde Refah Partiden ve Fazilet Partiden Trabzon Milletvekili olarak görev yapan Kamu Baş Denetçisi Şeref Malkoç, cunta zulmünü şöyle anlatıyor....

“Manevi değerlerimizin üstüne beton döktüler.”

İşte ne kadar sahada güçlü olursak olalım, masada kaybedersek, yani anayasanın etkisi altında kalırsak, peşinen her şeyi kaybetmiş oluruz.

Deve misali.

“Boynun neden eğri?” sorusuna karşı cevap olarak “Benim nerem doğru ki?” diyor.

Bazı bakanlıklarımızın bünyesinde yatırımcılık adına verilen devlet teşvikleri, ne yazık ki özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da özellikle Diyarbakır’ımızda çok büyük istismara yol açmaktadır.

Öyle bir hal almış ki kirlenmeler, nitelikli dolandırıcılıklar ve hem de bazı resmi şahsiyetlerin imzası altında yapılmaktadır...

Bazı OSB’lerdeki uygulanan yolsuzluklar ve kandırmacalar…

Hak etmediği halde kendilerinin hakkıymış gibi başkasının arazisine el koymalar..

Ve “OSB’nin arazisidir” diyerek bazı iş çevrelerine, yatırımcıya, yüksek fiyatla satmalar..

Yani, para pul o biçim.

Ama hak, hukuk ve adalete iş gelince hak getire...

En derin saygı ve sevgilerimle.

 


Bu Makale 1320 kere okunmuştur.