“İZZET-İ İSLAMİYE VE NAMUS-U MİLLİYE’NİN YARALARI PEK DERİNDİR!” (II)

Evet, sevgili okurlar.

Önceki günkü sohbet yazımıza başlık olarak kullandığımız; “İZZET-İ İSLAMİYE VE NAMUS-U MİLLİYE’NİN YARALARI PEK DERİNDİR!” ifadesi elbette ki rasgele söylenmiş bir ifade değildir.

Bediüzzaman Hazretleri, bunu "Hakikat Çekirdekleri" isimli kitabında yazıyor…

Ve diyor ki;

“Toplumun yekvücut olarak A’dan Z’ye kadar toplumsal istikametle yürüyebilmesi için, din ister.

Genellikle toplumun günlük hayat akışının biçimlendirmesi için, şeriatın hükümleri paralelinde yürümek ister.

Yalnız Müslümanlar değil, bir gün gelecek bu istek ve talep karşısında yeryüzü İslam’ın tüm ana hükümlerine dehalet edecektir.

Sımsıkı ona sarılmak mecburiyetinde kalacak ve yalnız kurtuluş çaresini de onda bulacaktır."

Sevgili dostlar.

Biliniz ki, yeryüzünde uzun ömür yaşayan devletler içinde yalnız ve yalnız Osmanlı İmparatorluğu olmuştur.

Osmanlının hükümranlığı yeryüzünde tüm dünyaya ders-i ibret olmuştur.

Adil.

Sadık.

İstikametli.

Dürüst.

Allah’ın hukukunu muhafaza ettiği gibi; "insanın temel hak ve özgürlüğünü de" korumuştur.

Onun için yeryüzünde çok uzun ömürlü bir iktidar yaşayabilmiştir.

Ve o tarihin Bizans ve İran Sasani devletinin ne kadar güçlü olmalarıyla beraber, İslam'ın kuruluşuna karşı çok kısa ve az bir ömür yaşayabilmişlerdir.

Osmanlıya yenik düşmüşlerdir..

Neden?

Hani demişler ya;  "Bizans oyunu.”

Mekir, hile, aldatma, kandırma…

Hukuk dışı uygulamalar...

Allah’ın kanununa ve adaletine çok uzak duran birer toplum ve devletler oluşmuştu…

Onun için, Bediüzzaman Hazretleri şunu vurguluyor;

“Yeryüzü ister istemez şeriat ister.

Ve şeriatın ana hükümlerine dehalet edecektir.

İslamiyet’e teslim olacaktır yeryüzü...”

Bakınız yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim “Enbiya” suresinin 105. ayetinde, bizim söylediklerimizi kanıtlamaktadır.

Ayet mealen şöyledir;

“Andolsun, Zikir'den (Tevrat'tan) sonra Zebur'da da: “Yeryüzüne (dünyaya) muhakkak benim iyi kullarım varis olacaktır” diye yazmıştık.”

Hiç kuşkusuz ki, "Bu iyi kullar da İslamiyet’le hayatını biçimlendiren kullardır…"

İster birey olsun, ister aile olsun, ister devletler olsun, ister ülkeler olsun…

Bu bir hükümdür, kaidedir.

İslam dışı hareket eden hiçbir millet "payidar olamamıştır, olamaz da, olmayacak da..."

 

* *  *

 

Bakınız, sevgili okurlar.

Bediüzzaman Hazretleri yine vurgulayarak şunu söylüyor;

“Denilebilir ki madem öyleyse son zamanlarda İslam dini neden toplumlar arasında garip (zayıf) düşmüştür?

İzzet ve kerameti nerdeyse söndürülmeye çalışılmıştır.

Güneş nasıl batıyor ise İslam tüm parlayan nurlarıyla yeryüzünde bugün batmış olma zeminindedir.

Yıldızı bir türlü daha yeniden doğmadı!?...

Ben de derim ki:

Onun sebebi garba karşı boyun eğmektir.

Müslüman toplumlarının batı emperyalist, haçlı ve Siyonist dünyaya karşı boyun eğmesidir.

Onların tüm fiiliyatlarını güzel görmektir.

Onlara hayran kalmaktan başka bir şey değildir.

Onun için garba karşı beslediğiniz iyi niyet, onlara karşı muhabbetinizi artırdı.

Biz uğursuz bir inanışla batı dünyasına nerdeyse kul köle olduk.”

 

 

***

 

 

Bediüzzaman yine diyor ki;

“Onun için şems-i İslamiyet’i de garba yüz tutturduk.”

İslamiyet’in yeryüzünde parlayan nurlu güneşini biz Müslüman kitleler olarak, ümmet olarak batı medeniyeti denilen tek dişi kalmış bir canavara karşı İslam güneşini de batırdık.

Eğer yeniden yeryüzünün Kur’an nuruyla aydınlatılması isteniyorsa, şiddet ve nefretle garp emperyalizmine karşı dik durmamız lazım.

Şevket-i İslamiye (İslam’ın ciddiyeti ve heybeti) inşallah böylece bir gün dolunay gibi parlayacaktır ve doğacaktır.

Nurunu alır, her tarafa dağıtır.

Dolunay daima yükseldikçe yeryüzünü aydınlatır.

Tarih boyunca hep aldandık ve hata yaptık."

Bakınız, sevgili dostlar.

Toplumların, özellikle İslam dünyasının yegâne kurtuluş çaresi İslam hakikatleriyle yaşamasıdır…

Dosdoğru onunla yürümesidir…

Aksi takdirde siyasetin yalan dolanlarıyla yıllardan beri batı dünyasına hayran bırakılan bir toplum, ne yazık ki gittikçe geriler ve gerilemeye de devam eder.

 

* * *

 

Bunu da sizinle paylaşmadan geçmek istemiyoruz.

Osmanlının son dönemindeki Ulu Hakan Sultan Abdülhamit’in tahttan indirilişiyle zayıf düşen ve gerileyen Osmanlı İmparatorluğunun tek sebeb-i mucibesi, hiç unutmayalım ki devletin içine sızdırılmış Selanik Yahudileridir…

Kılık kıyafet, pozisyon ve tavrını değiştirerek İslam’a dost görünmeleriyle başlamıştır.

Oysaki Yahudi hiçbir zaman İslam’a dost olmamıştır ve olamayacaktır da.

Mohis Kohen isimli Tekin Alp adlı Selanik Yahudi dönmesinden başlarsak nelerden söz etmemiz gerekmez mi?

Bu yazı serimiz inşallah üç-dört gün devam edecektir.

Takip etmenizi istirham ediyorum.

Çok çarpıcı tespitlerimizi burada sizinle paylaşmaya devam edeceğiz.

Osmanlıya dost görünüp, hatta sarayın içine kadar giren nice Karasu’lar, Mohis Kohen’ler, Turancılık felsefesinin başucunda oturan nice hainler olmuştur…

Onun için, Turancılık anlayışı Türkiye’yi ırkçılık bölünmesine sürüklemede bariz kanıtlayıcı bir etkendir.

Milleti derinden sarsan en büyük fitne kaynağıdır…

En derin saygı ve sevgilerimle...