ANAYASA, TÜRKİYE’NİN EN ÖNEMLİ SORUNUDUR, DEĞİŞTİRİLMELİ!?

Evet, sevgili okurlar.

Bugünkü yazımıza başlık olarak “Anayasa Türkiye’nin en önemli sorunudur, değiştirilmeli!?” ifadesini taşıdık...

Cumhurbaşkanımızın da hadiseler ve yaşanan sorunları dile getirirken, sık sık değindiği ve dile getirdiği ana mesele; “anayasanın değiştirilmesi” gerektiğine ilişkindir...

Tabi, herkese ama herkese anayasanın değiştirilmesine yönelik çağrıda bulunuyor.

İnanın, sevgili dostlar.

Cumhurbaşkanının bu çağrısı rastgele bir davet değildir.

Keyfiliğe dayalı bir görüntü hiç değildir..

Cumhurbaşkanımız şu gerçeği biliyor...

Yani yakın tarihimiz..

Ki 150 sene diyebiliriz...

Özellikle cumhuriyetin kuruluşundan bugüne dek Türkiye’nin karşılaşmış olduğu sorun ve problemlerin varlığı, tümüyle vesayetçiliğin ve darbeciliğin varlık göstermesidir..

Bu yönde oluşturulan tabulardır...

Ülkenin ve milletin üzerinde oluşturulan kirli hegemonya sürekli zehirli bir hava estirmektedir..

Tarihten bir örnek verilmesi gerekiyorsa “31 Mart Vakası?”

Yani, 1909’daki 31 Mart Vakası.

Bu vaka, İttihat Terakki Partisinin Selanik’ten Harekât Ordusunu yürütmesiyle başladı.

Ve o darbe girişimi tümüyle Fransa’da, İngiltere’de kurgulanarak, yerli ajanlar kullanılarak Devlet-i Âliye-yi Osmaniye’ye “darbe” yapıldı...

Osmanlı, o tarihten itibaren sürekli arkadan hançerlendi!

Ve nihayetinde Mondros Mütarekesi, Sevr Antlaşması derken Lozan Antlaşması...

Yani Misak-ı Milli hudutlarının belirtilmesi (!) ...

1924’teki Hilafetin ilgası..

En sonunda Milli Mücadelede elin gavuruyla çarpışan Anadolu’nun kahraman mücahitleri, özellikle sarıklı, sakallı, cübbeli büyük İslam âlimleri sakıncalı gösterilmeye başlandı...

O ecdat ki büyük bir cihat, büyük bir zafer elde etmişti..

Milli istiklal savaşının kahramanlarıydı..

Ne hazın ve acı bir tablodur ki o cihadın kahramanları kurulan İstiklal Mahkemelerinde, bir bir sorgulanarak, cezalandırıldı...

Kimi idam edildi, kimi sürgüne tabi tutuldu...

Fransa ve İngiltere’nin hesabına İstiklal Savaşının “kahramanlarına” içteki piyonlar tarafından, “bedel” ödetildi..

Tıpkı bugünkü darbeci Sisi’nin Mısır’da İhvan-ı Müsliminleri idam etmesi gibi..

Bakar mısınız, Emperyalizmin kuklası Sisi’ye..

Kendini başarılı bir meydanda görünce (!) bu kez Hadis ve Kur’an ayetlerini Eğitim müfredatından kaldırma cesaretini gösteriyor bu hain; Sisi...

O da bilaperva diyebiliriz ki ya İngilizlerin, ya Fransızların, ya Yahudilerin veya da ABD’nin kışkırtıcı bir ajanı ve piyonudur.

Bu manzara ne yazık ki, Türkiye’deki CHP’nin 1924’ten günümüze dek sürdürdükleri hegemonya, küfür inançsızlığı, baskıcı yasalar, keyfe ve ideolojiye dayalı hukuk sistemidir...

Ki o hukuk sistemini uygulayan, hukuk fakültesi diplomasını alan rastgele bazı yargıçlar ve savcılardır…

Kimse bunu inkâr edemez.

Tıpkı 27 Mayıs Yassıada’da kurulan peşin hükümlü idam mahkemesi gibi..

O mahkemenin insafsızlık zirvesinde yürüyen birer vicdan yoksunu olan hâkim ve savcıları; masum, günahsız, halkın bir Başbakanını ve iki tane Bakanını idam etti...

Her ne kadar Başbakan Adnan Menderes, savunmasını resmi dilin konuşabildiği bir dille konuştuğu halde, idam kararını veren hâkim Salim BAŞOL ile Savcı Ömer EGESEL’in Menderes’e veremediği cevaplara suskunluk yerine ancak şu ifadeyi kullanmışlardı;

“Beyefendi biz ne yapalım, bizi buraya gönderen irade böyle istiyor...”

Bu ifadeyle yetinerek koskocaman üç büyük devlet adamını “kaşla göz arasında” idam ettiler..

Evet, sevgili okurlar.

Düşünün, adalet makamında oturan, adaletin şerefli cübbesini giyen bir hâkim böylesine yamuk olabilir mi?

İşte o günkü sorunlar, bugünkü sorunların üreticisidir!!!.

Türkiye’nin başına bir muamma belası sarıldı...

Karanlık ve bunaltıcı, küfrün sisli havası, devletin birçok önemli kurum ve kuruluşlarını ele geçirdi...

Tıpkı, 1925’teki kurulan İstiklal Mahkemelerinin hâkimlerinin taşıdığı anlayış, hegemonya ve antidemokratik dikta gibi…

27 Mayıs’taki BAŞOL ve EGESEL gibi bugün de CHP’nin 1970’li yıllarda yasalaştırdıkları kanunlar...

Özellikle Sosyalist, Marksist, Leninist, Sendika ağalarının direktif ve talimatıyla Ecevit ve Kılıçdaroğlu’nun ikna edilerek ki zaten onlar da onlar gibi düşünen birer tane kiralık ajan gibi; hukuku ayaklar altına alan iş yasaları çıkarıldı...

Ne hazindir ki devletin otoritesi yerine rastgele, sıradan yargılama yapan İş Mahkemelerinin bazı hâkim ve hâkimeleri aynı havayı sürdürmektedirler.

Adaletin ve hukukun gerektirdiği uygulamaları hiçe sayarak kendi antidemokratik, hukuk dışı keyfiliğe ve ideolojiye dayalı yanlı taraflarıyla adaletin cübbesi altında “adalet” yerine “adaletsizliği ve hukuksuzluğu” uygulamaktadırlar.

Bunların tümü 1924’te kurulan CHP’nin anlayışına dayanmaktadır.

Zira o zaman kurulan istiklal mahkemeleri keyfiliğe ve dayatmaya dayalı olup adalet cübbesini kirli vicdanlarıyla kirleterek, hukuku çiğnemişlerdir.

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği gibi gerçekten adaletin o şerefli cübbesini giyen  bir yargıç, kesinlikle yanlış ideolojiye dayalı kirli vicdanıyla o kutsal adalet cübbesini adaletsizlikle kirletemez.

Hele hele çıkara dayalı veya ideolojiye dayalı bir anlayış hiç kabullenilemez.

Böyle olunca neye benzer biliyor musunuz?

Deyim yerindeyse gayrimeşru hayat yaşayan bir kadının ihram elbisesini giymesi gibi…

Nasıl bu kabullenilemiyorsa, böylece de adalet cübbesini giyen her kim olursa olsun, o cübbeyi berrak ve aydınlı vicdanlarıyla yaşaması gerekir.

Aksi halde o kutsal cübbe kirlenmiş olur.

Bu millet canhiraşane istihdam yaratma, iş çevresini genişletme, işçiye iş imkânı tanımaya çalışan iş çevrelerine karşı çok büyük hasımane bir tutum içerisinde olan iş mahkemelerinin bazı yargıçları, ne yazık ki hukuk ve adalet dışında yasadışı yargılama şeklini benimsiyorlar...

Kanun, hukuk tanımadan açıkça davacı tarafın söylediklerini “sanki ilahi söylemmiş” gibi harfi harfine uyguluyorlar.

Ve iş çevrelerini iş yapma hayatından soğutmaya neden oluyorlar.

Zira yasa, kanun ne olursa olsun…

Hukuk ilkeleri, adalet gerçeği, yasaların temel taşıdır.

Hiçbir yasa, hukukun temeline dayandırmadan, keyfiliğe ve ideolojiye, tarafgirliğe dayalı olamaz...

Böylesi yasalara yasa denilemez..

Söylenecek bir söz olsa; o da zorbalık ve keyfiliktir.

Bu itibarla yıllardan beri, yani 18 yıldan beri Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın sık sık dile getirdiği hukuksuzluğun, adaletsizliğin söz konusu olması, terörün oldukça her gün biraz daha kabarmasının temel dayanağı bu anayasadır..

Ve milli, yerli hukuki olmayan, yanlış yasalardır.

***

Bakınız, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, girdiği her seçimi kazanmıştır..

Ki on beşten fazla seçim yapıldı..

Hepsinde de birinci parti olarak çıktı...

Seçimleri büyük farkla kazandı..

Yine inşallah kazanacaktır.

Amma bu şartla...

Şu anayasanın ne pahasına mal olursa olsun değiştirilmesi gerekir...

Anayasa değiştirilmeden seçimler kazanılsa dahi ne AK Partiye, ne Cumhurbaşkanına, ne de halkımıza faydalı bir sonucun olacağına inanmıyorum.

Bu itibarla diyoruz ki bu anayasa var olduğu müddetçe; “milli meseleler” hep çözümsüz kalır...

Çünkü bu anayasanın gölgesinde keyfiliğe, kirli ideolojiye dayalı yapılar cirit atmaktadır...

Özellikle yargı erkinde yapılan uygulamalar halkı biraz daha fazlasıyla birbirine düşürmektedir...

Fitne unsuru haline gelen vahim karar uygulayıcılığı söz konusu!

En derin saygı ve sevgilerimle.