ANAYASA DEĞİŞİMİ AK PARTİNİN YENİ HAMLESİDİR!

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği üzre dün AK Parti 7. Olağan Büyük Kongresi Ankara Spor Salonu’nda yapıldı.

Cumhurbaşkanının kongrede yapmış olduğu konuşma, 2023’e odaklıydı..

Somut delillere dayanıyordu..

Ve altı çizili tarihsel, hedefleri dile getirerek “yeni bir sayfa “açıyoruz dedi...

Zaten, yeni bir sayfa açıyoruz demesi; “çok şeyi” ifade etmektedir...

Örneğin;

“Yargının, hukuku daha etkin ve sade şekilde işletebilmesi amacıyla temel kanunların pek çoğunu baştan sona yeniledik. Tabi bütün bunlarla kalmadık fiziki imkânları da geliştirdik. İllerde yaptığımız adalet sarayları, bütün bunların yanında Ankara'mızda Danıştay, bunu yaptık. Anayasa Mahkemesi binasını en güzel anlamda yaptık ve şu anda muhteşem bir Yargıtay binasını inşa ediyoruz ki evvelallah dünyada Yargıtay binamızın benzeri yok. Derdimiz ne? O merdiven altı adalet dağıtımı vardı ya bir zamanlar, artık bunlar yok. Şimdi bütün güzel imkânlarla yargıcımız, savcımız hepsi bu çalışmalarını yürütecekler. Bu yıl Yargıtay adli yılını yeni binasında inşallah açmış olacak..."

Erdoğan, “Adalet arayışının insanlığın bitmeyecek yolculuğu olduğu anlayışıyla, reformları gündemimizden hiç ayırmadık. Son olarak da, geçtiğimiz haftalarda İnsan Hakları Eylem Planımızı milletimizin takdirine sunduk. Ayrıca, milletimizi yeni ve sivil anayasayla buluşturmak için çalışmaya başladık." değerlendirmesinde bulundu.

Cumhurbaşkanın böylesine uyarıcı, dikkat çekici, ümit verici tespit ve vurguları, hiç kuşkusuz ki toplumun temel beklentilerini içermektedir..

Nitekim, tıklım tıklım olan kongre salonunda, bu ifadeler ayakta alkışlandı.. Öyle inanıyorum, benim gibi ekranlarının başında Erdoğan’a dinleyen milyonlarca kişi, “Helal olsun sana.. Allah senden razı olsun” demiştir.. İyi ki varsınız, iyi ki Türkiye Cumhuriyeti’nin başında bulunuyorsunuz.. Yoksa halimiz nice olurdu...

Gerçek şudur ki, bir devletin milli egemenliği “hukuk ve adalet sisteminin” adil ve şeffaf olmasıyla, mümkündür.. Geleceğinin teminatıdır...

Erdoğan’ın özellikle, şu cümlesi Türkiye’nin tarihsel sürecinin de ne kadar “vahamet” içerdiğini de, gözler önüne sermekteydi..

Erdoğan şunu söyledi?

“'Muhteşem bir maziyi daha muhteşem bir istikbale bağlayan köprü' kurmalıdır. Velhasıl yeni anayasa, darbecilerin, vesayetin, şu veya bu dengenin değil, doğrudan milletin anayasası olmalıdır. Elbette ütopik veya bürokratik değil, millet mahreçli yeni bir anayasa hazırlamak kolay değildir.”

Evet, sevgili dostlar.

Bugün değil, bir asra yakın süreçtir Türkiye’nin en temel sorunu ve bir türlü girdabından kurtulamadığı; “hukuk sisteminin” zafiyetler içermesidir..

Ve, hep vesayet odaklı, işleyiş içerisinde olmasıdır...

Tek parti döneminden kalan yargı anlayışı, hele hele mevcut vesayetçilerin ve darbecilerin anayasası gölgesinde yapılan yargılama şekli; A’dan Z’ye kadar olmasa bile yasaların, kanunların çoğu çağdaş normlara uygun olmadığı gibi...

İnsan temel hak ve özgürlüğüne de cevap vermiyor.

Yıllar yılıdır, aziz milletimizin vücuduna giydirilmek istenen adaletle ilgili yasaların gömleği, hiç bir şekilde vücut yapısıyla örtüşmedi?..

Hep, milletimizin vücuduna dar geldi...

Malum, dar giysi her halükarda dikiş atar ve yırtılır..

Giyilmez hale gelir...

Yapılan yamalarda, zaman sonrası çürüme gösterir..

Denir ya, yamalı bohça dikiş tutmaz..

Ne yazık ki, hukuk sistemimiz de dikiş tutmaz bir seyrin içerisinde, debelenip duruyor..

Çünkü caydırıcı değil..

Olmadığı için de, suç ve suçlular artmaktadır..

Hal-i hazırda, “cezaevleri” tıklım tıklım..

Ha bire, cezaevleri inşa ediliyor..

Çok zorlu bir sürecin, içerisinde bulunuyoruz!

Dünün enkazları...

Adalet adıyla adaletsizlik...

Hukukun adına hukuksuzluk..

Yasaların, kanunların antidemokratik olma hali...

Hele hele hukuku hiç bilmeyen bazı yeni mezun hâkim ve savcıların, vermiş olduğu kararlar, altına imza attıkları hükümler ne yazık ki, “derde derman” değil..

Bilakis, vicdan sızlatıyor...

Adalet tecelli etmiyor..

Etmediği için de, kestiği parmak açıyor...

Vaziyet, denir ya hal-i âlem meydanda.

Netice itibariyle, “Görünen köy kılavuz istemez” sözüyle yola çıkarsak her şey apaçık orta yerde cereyan ediyor..

Eğer gerçekten hukuka bağlı olunsaydı bu kadar suç ve suçlu potansiyeli oluşabilir miydi?..

Ne mümkün?..

 

***

 

Gel gelelim liberal siyasete...

AK Partinin bunca yıldır iktidarda olmasına rağmen, ne yazık ki sistemin zorbalığıyla, kendini demokratik liberalleşme anlayışından kurtarabilmiş değil...

Hatırlarsak...

Demirel’in Doğru Yol’u da aynı şekildeydi.

O dönemdeki medya patronu olarak, işadamı olarak, siyasetçi olarak bilinen Cavit Çağlar’la iç içeydi Demirel.

Beraber çektikleri aile fotoğrafları arşivlerde mevcuttur.

Gün geldi devran döndü.

Her şey tersyüz oldu.

Bugün ne Cavit Çağlar’ın, ne Demirel’in ve ne de Doğru Yol’un esamisi okunmuyor?..

Keza Turgut Özal’ın ANAP’ı da.

Turgut Özal’ın Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı süreci 10 yıl devam etti.

Turgut Özal da aynı şekilde ANAP’ı liberal demokrasiden, ranttan ve bazı yanlış çevrelerden ne kendini ne partisini kurtaramadı.?

Semra Hanım çok büyük pozlar veriyordu her yerde, her alanda.

Çok lüks giyiniyordu.

Eşi Cumhurbaşkanı Turgut Özal’la yemek masalarında oturduğu zaman şarap şişesini devirirdi...

Peki eşi Turgut Özal ne diyordu?..

“Biz muhafazakâr bir aileye mensubuz ben içki içmiyorum, ama Semra Hanım içiyor, o ayrı mesele...”

Sevgili okurlar.

Tarihi hatırlatma babında bunları söylüyoruz.

Geçmişi tazelemek manasıyla değil, geçmişten ibret dersi almak maksadıyla bunları yazıyoruz.

Keza Turgut Özal gittikten sonra Mesut Yılmaz geldi.

Mesut Yılmaz’ın ilk hedefi ise İmam Hatip Ortaokulunu ortadan kaldırıp, İslam dinini körpe dimağlı gençliğe devlet eliyle enjekte edilmesine engel olmak oldu?

“Bu benim siyasi hayatıma mal olsa dahi ben bunu gerçekleştireceğim” diyordu.

Ve gerçekten de Başbakanlığı döneminde, dediğini yaptı?...

Ama sonu da, vahametle noktalandı..

Allah onun da taksiratını affetsin, başka diyeceğimiz bir şey yok.

Gelelim AK Partiye.

AK Parti 19 yıldan beri iktidarda.

AK Partinin kimlerle olduğu bariz bir şekilde gösterilmiyorsa da kamuoyu nezdinde belli başlı insanlar, her bakımdan AK Partinin ön saflarında rol alıyor, söz sahibi oluyor.

Ama halka hizmet götüren, halka teselli veren, halkı ümitlendiren de Cumhurbaşkanı...

Tüm bunlara rağmen biz de diyoruz ki Cumhurbaşkanımız dünkü büyük kongrede Adalet Reformu ve darbeci vesayetçi anayasaların artık sonu gelmiştir, yeni sivil bir anayasayla halkı tanıştırma müjdesini vermesi, ümit vericidir...

Ama buna rağmen Adalet alanında yapılan yeni reformlar hala da uygulamaya geçmedi.

Zira Adaletle ilgili yasalar, aynı yasalar.

Hem de genellikle hukuk dışı yasalardır.

Cinayetler, hırsızlıklar, toplumsal ahlaki çürümüşlük, eşler arasındaki anlaşmazlık, boşanma, kavga, öldürme oldukça, hız kesmiyor?..

Bize göre İstanbul Sözleşmesinden ayrılmak çok güzel bir jestti.

Bu tıpkı Cumhurbaşkanının Ayasofya’yı cami olarak hizmete açma jesti gibiydi...

Toplum için dikkat çekici ve teselli verici bir hamleydi..

Şunu da ifade etmeden, yazıya nokta koymak istemiyorum..

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “Nisa” suresinin 105. Ayetinin mealini paylaşarak, meramımı aktarmak istiyorum...

Çok dikkatle okuyup, üzerinde derinden mütalaa etmeyi tavsiye ediyorum herkese.

Evet, ayetin yüce meali aynen şöyledir;

“(Ey Muhammed!) Doğrusu Biz sana gerçeğin ta kendisi olan Kur'an'ı indirdik ki, insanlar arasında Allah'ın sana öğrettikleri ile hükmedesin. Sakın hainlerin (destekleyicisi ve) savunucusu olma!”

Bu Ayet-i celileyi; bizler ve tüm insanlık, özellikle devlet başkanları, “uyarıcı” bir mesaj olarak, algılamalı...

Cenab-ı Allah, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e uyarıcı bir şekilde bu ayeti gönderiyor.

Bu ayetin sebeb-i nüzulu ise;

Ayet gelmeden evvel; Alkame’nin oğlu Ti’me isimli bir Arap Medine’de kendi komşusunun savaş miğferini çalıyor.

Miğfer sahibi bunu fark edince arayışa giriyor ve nihayetinde izi aynı mahallede bulunan bir Yahudinin evine doğru götürüyor..

Miğfer Yahudi’nin evinde bulunuyor..

Yahudiyi Efendimiz (S.A.V)’in huzuruna götürüyorlar..

“Hırsız budur, şeriat gereği bu hainin eli kesilmesi gerekiyor” diye şikâyette bulunuyorlar.

Yahudi uyanık davranarak kendisini şöyle savunuyor...

Efendim ben bu miğferi Alkame’nin oğlu Ti’me’den satın aldım.

Buna rağmen Ti’menin yakınlarının ısrarı ve “Bir Müslüman’ı bir Yahudiye değiştirme ya Resulullah” dercesine ısrar ediyorlar, bir an için Resulullah Efendimiz (S.A.V)’de Yahudinin elini kesmeye meyleder...

Bu esnada, Hz. Cibril-i Emin vasıtasıyla bu ayet nazil olur.

“Ey Muhammed!) Doğrusu Biz sana gerçeğin ta kendisi olan Kur'an'ı indirdik ki, insanlar arasında Allah'ın sana öğrettikleri ile hükmedesin. Sakın hainlerin (destekleyicisi ve) savunucusu olma!”

İşte Resulullah (S.A.V) bu ayeti hemen anlar, okur ve kendine gelir.

Yahudi’nin elinin kesilmesinden vazgeçer...

“Ti’meyi getirin” der...

Ama, Ti’me önceden bildiği için kaçmış, Mekke’ye doğru gitmiş.

Mekke’ye de giderken orada da bir evde misafir olarak kalır..

O bulunduğu evde de hırsızlık yapar...

Ev sahipleri sabah farkına varırlar, evde hırsızlık olduğunu...

Ti’me’nin  peşine düşüp, yakalarlar...

İyi bir dayak çektikten sonra eşyasını alıp onu serbest bırakırlar..

Medine’den gelirken zaten İslam dininden çıkıyor ve bu fiiliyatlara devam ediyor.

Nihayet bir kervana rastlıyor...

Kendini mağdur göstererek; “ben yolda kaldım bana şefkat merhamet kapısını açın” der..

Kervan onu bünyesine alır..

Bu kez, kervanın istirahat ettiği esnada, hırsızlık yapar..

Ama, Kervandakiler onu yakalarlar...

Ve başını vuruyorlar...

Denir ya, bir sıçrar, iki sıçrar üçüncüsünde yakalanır..

Hasılı kelam, ayet-in sebeb-i nüzulü şudur sevgili okurlar!

Adalet, hukuk terazisi Kur’anla biçimlendirilmiştir...

Herhangi bir yanlışlık yapılınca Peygamber olsa dahi Allah onu uyarmıştır.

Nerde kaldı ki günümüzdeki devletlerin büyükleri?

İnsanlar arasında gerçekten hukuk ve adalet terazisini sözde değil özde gerçekleştirmedikleri müddetçe taşlar yerine oturmaz.

En derin saygı ve sevgilerimle.