BATI HEGEMONYASI TÜRKİYE’Yİ DURDURAMADI!?

Evet, sevgili okurlar.

Bugünkü yazımızın ana stratejisi, temel dayanak noktası "Batı medeniyetinin çöküşüyle Türkiye’nin uyanışı" ile ilgilidir.

Ama öncelikle, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, "Doğu Akdeniz'deki" gelişmelerle ilgili açıklamalarına bir bakalım.. Malum, uzun bir süredir, "diş politikanın" gündemi..

Ki, Batı'nın da, Türkiye'ye karşı nasıl bir hasımane içerisinde olduğunu bir kez daha gösteren bir gelişme!…

İşte, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Sabah Gazetesi'nin manşetine yansıyan; "Asırlık Uyanışımı Önlemeye çalışıyorlar" başlıklı takdire yaşan o açıklaması!…

Ne diyor Erdoğan?

“Suriye’den Libya’ya, Doğu Akdeniz’e kadar verdiğimiz mücadelenin başarıya ulaşması, hayati bir öneme sahip.

Biz şimdiden 2053, 2071 Türkiye’sini inşa etmenin hazırlıklarına başladık.

Ülkemizin her adımını engellemeye gayretlerinin gerisini de işte bu yürüyüşü rayından çıkarma niyeti var.

Türkiye’yi yeniden kendi iç meseleleriyle boğuşan bir ülke haline getirerek asırlık uyanışımızı engellemeye çalışıyorlar.

Milletimiz bu oyunu görerek, her saldırıda istikbaline sahip çıkma iradesini ortaya koydu.”

***

Yeni Şafak Gazetesinde ise benzer bir manşet…Gazete, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamasından bir cümleyi başlığa çıkarmış..

"Dünya 5'ten büyüktür.. Ve artık Türkiye ekseni vardır. Dünyanın en güçlü sesi artık konuşacak?…"

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu açıklamalarından anlaşılıyor ki, emperyalist hıyanet şebekelerinin çalışma şekli, yüz elli seneden günümüze dek nasıl devam etmişse, bugün de aynı strateji içerisinde devam etmektedir…

Elbette ki bir devlet büyüğü olarak Erdoğan’ın ortaya koymuş olduğu teşhis yerli yerindedir.

Denir ya elin gavuruna, gereken cevapları ve dersi veriyor..

***

Bakınız, deneyimli kalem sahibi Yusuf Kaplan hoca, bu minvalde dün bir yazı kaleme almış…

“Borrell’in uyarısı: Batı hegemonyasının çöküşü ve Batılıların korkusu” başlıklı yazısının içeriği doğrusu çok dikkatimizi çekti.

Neden mi?

Çünkü, çok önemli tespitleri var…

Tespitlerin muhtevası, Türkiye’nin ve tüm İslam dünyasının geleceğini adeta müjdeliyor.

Şöyle ki;

“Tarihin kırılma anlarından birinde yaşıyoruz; yaklaşık yarım asırdan fazla süren bir kırılma moment’i, bir tarihî dönemin veya Batı hegemonyasının bitiş ân’ı bu. Bütün kırılma ânları, yeniden-kurulma zamanlarıdır aynı zamanda.

İslâm dünyasında postkolonyal süreçte Batılıların güdümünde, Batıcıların gönüllü acentalığıyla uygulanan (özellikle Arap milliyetçiliği ve Kemalist ulusçuluk) gibi Batıcı projelerin çökmesi, aksine, İslâmî söylemlerin Fas’tan Malezya’ya kadar İslâm dünyasının en güçlü entelektüel, sosyal ve siyasî aktörleri katına yükselmeleri, Batılıları ve acentalarını ürküttü; bu, Batılı emperyalistlerin derhal Soğuk Savaş’ı sona erdirmelerine, “terörle mücadele” olarak adlandırılan postmodern, sinsi bir stratejiyle İslâm dünyasının yeniden İslâmî bir yörünge etrafında buluşmalarına içerden ve dışardan geliştirilen stratejilerle darbe vurmalarına yol açtı.

***

İslâm’la postmodern savaş süreci olarak adlandırdığım bu süreç, vekâlet savaşlarıyla yürütülüyor ve belli bir başarı kazandı ama sonuçta Irak, Suriye, Afganistan işgal edilse de, Mısır’da darbe yapılsa da, Türkiye’de darbe girişimi denense de, sonuçta, hem Türkiye’nin darbe girişimini destansı bir mücadeleyle püskürtmesiyle hem de savunma sanayisinde büyük atılımlar gerçekleştirmesiyle beklenen başarıyı elde edemedi: Türkiye’yi durduramadı.

Batı hegemonyası, bir kaos sürecinden geçiyor, büyük bir kırılma yaşıyor. Borrell ve benzeri Batılı devlet adamları, stratejistler, Batı hegemonyasının çöküşünün nasıl önlenebileceği ve yeniden kurulabileceği sorunu üzerinde kafa yoruyorlar. Kapitalizm Çin’e yerleşerek hegemonyasını sürdürecek gibi ama Batı hegemonyasının sonunu da getirebilir bu süreç.”

* * *

Sevgili okurlar…

Kaplan’ın bu tespitlerine katılmamak mümkün değil.

Ve biz şimdiden siz değerli okurlarımızın tanıklığıyla, bunu burada müjdeliyoruz.

Türkiye, bundan elli sene evvelki Türkiye değil.

Yüz sene evvelki Türkiye de değil.

Yüz elli sene evvelki Türkiye hiç değil.

Çünkü, geçmiş yüz elli sene içerisinde Türkiye’de yaşananların yüzde 70’i, hatta yüzde 80’ini diyebiliriz ki siyasi alanda hiçbirisi "milli" olamamıştır.

"Milli değerleri" kapsamamıştır ve değer de verilmemiştir.

Zira, milli kültürümüzü, tarihimizi kalkınma adı altında "sürekli yozlaştırma planları" ortaya konulmuş, buna dair yola çıkılmıştır.

***

Geride bıraktığımız tarih safhasında hep bin yıllık kültürümüze el atılmıştır…

Özellikle, Osmanlının son dönemlerinde, yani 1800’lü yıllardan başlamak üzere..

Ki bugün dahi, hep devletin bünyesine sızdırılmış devşirme anlayışların hâkimiyeti söz konusu olmuştur.

Haçlı Emperyalistler..

Fransa kökenli gizli Siyonistler..

İçteki satılmış piyonlar…

Birer üçlü çete olarak, devletin "kılcal damarlarına" kadar nüfuz ederek, sızmışlardır…

Hakimiyet, onların elinde olmuştur..

1800'li yıllardan tutun da, 1923’lere kadar…

Hatta diyebiliriz ki, 1950’lere kadar, Türkiye'nin yönetiminde, sisteminde hükümran olmuşlardır!.

Nitekim, kirli hegemonyanın dayatmaları, tek parti şeflik ve dipçik döneminde bu millete yaşatılmıştır.

Tarih bize bu geçmiş sürece yönelik gerçeği okutuyor.

O tarihte, Arap dünyasının kavmiyetçilik ve ırkçılık anlayışının varlık nedeni, bugün görüyoruz ki yüce İslam dinine karşı konulan gizli ittifakın ön planlarıymış…

İşte Birleşik Arap Emirliklerinin ajan piyonlarının hali bize bu gerçeği anlattığı gibi, tescillendiriyor..

Keza görünen odur ki Türkiye’mizde de neredeyse yüz yıldan beri Kemalizm ve sekülarizm adı altında aynı minval üzere stratejiler ortaya konulmaktadır…

Ki, Türkiye insanımızın milli varlığı ve bütünlüğünün sürekli "tehdit ve tehlikelerin" cenderesinde olması, buna delalettir…

Kültür emperyalizminden tutun da ahlaki çöküntülere kadar!…

***

Sosyal hayattaki dağınıklık..

Fuhuş, uyuşturucu, fakr-ü zaruret!..

Hele ki, aile bölünmüşlüğü…

Saygı, sevgi, aile birliği ve dirliği denir ya hak getire..

Erkek ayrı bir yolda, kadın ayrı bir yolda!

Çocuklar sokakta…

Kadın sığınma evlerinde gencecik bayanların, varlığı..

Yetiştirme yurtlarındaki, çocuk sayısı!

Şiddet..

Cinayet..

Suç oranları inanılmaz bir boyutta..

Cezaevleri tıklım tıklım.. Yaşamın her alanı bir "mafya" sektörü…

Sonuç itibariyle, bu milletin, Türkiye’nin, bu ümmetin bu hale düşmesi "sıradan" bir hadise değildir!…

***

Bakınız sevgili dostlar...

Cumhurbaşkanımızın çok güzel tespitlerine ve yerinde müdahalelerine rağmen bir türlü, "yaşanan bir travmatik" halimiz, önlenemiyor..

Çözüme dair, adımlar şifa bulucu olmuyor…

Vaziyet, hükmen bize şunu anlatıyor.

Ne yazık ki, Türkiye hala batı emperyalizminin, gizli Siyonist teşkilatının bize enjekte ettiği kültürlerin "boyunduruğu altında" bulunuyoruz..

Ne ülke ve ne de millet olarak; kendimizi "bu zehirden ve bağımlılıktan" arındırabilmiş değiliz!…

Toplumun yüksek kesimi, onların ahlakını ve kültürünü, örf adet ve geleneklerini yaşamaktadır…

Millet ve ülke olarak; "milli bir şahlanış, diriliş" içerisinde olmamız lazım..

Yani, özümüzü yakalamalıyız..

***

Hiç kuşkusuz ki, AK Parti iktidarı döneminde Türkiye çok ciddi "merhaleler" katetti..

Özellikle de, gelişme ve kalkınma adına…

Köprüler, tüneller, yollar yapılıyor..

Hastaneler.. Okullar.. Havaalanları.. Barajlar… Yeraltı ve yer üstü zenginliklerin, ortaya çıkarılması…

Teknoloji..

Sanayi..

Türkiye, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "liderliğinde", son 15-18 yıl içerisinde aldığı "yol" tarihseldir.. Cumhuriyet tarihinden, AK Parti iktidarın ilk gününe kadar; bugün yapılanlar yapılmamıştır..

Bugün misli misli yapılmıştır…

En önemlisi de, Türkiye bir asra yakın Batıya, Emperyalizme, Siyonizm’e "el pençe" duruşu artık yok..

Emir almıyor…

Figüran değil..

Bilakis, emir veren, başrolde oynayan, bir ülke konumuna geldi..

Buda, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "yüzü suyu hürmetinedir?"…

Onun için yazımıza başlık olarak, "BATI HEGEMONYASI TÜRKİYE’Yİ DURDURAMADI!?" diyoruz…

Allah Cumhurbaşkanımıza sağlık verirse, daha da büyütecektir ülkemiz…

***

 

Tabi şunu da, buradan not düşerek aktarmak istiyorum..

Denir ya, dost acı söyler..

Buradan ilgili ve yetkililere, seslenerek diyorum ki..

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki il ve ilçelerimizde mutlaka ve mutlaka iyi, sağlıklı, şaibesiz, sürgüne tabi tutulmayan yöneticilerin gönderilmesi şart ve elzemdir.

Özellikle Diyarbakır’ımızda siyaset alanında kişisel rantını düşünen ve devlet imkânlarını kendi kişisel rantları doğrultusunda kullananlara artık "yeter" denmelidir…

AK Partinin ve Cumhurbaşkanımızın "misyonunu" sahada icra edemeyen, etmekte imtina eden "siyasilerin" bilinmesini istiyoruz..

AK Parti'nin, bölgede "istediği oyu, başarıyı" elde edemeyişinin temelinde; "siyasi yönde dost görünen iç düşmanlardır"…

AK Partinin içerisindeki, AKP'lilerdir bunlar..

Onun için diyoruz ki, Cumhurbaşkanımız ve Bakanlıklarımız kişisel ranta dayalı bölgemizdeki siyasetçileri, mercek altına almaları gerekir.

Tabi ki, bürokrasiyi de!..

Yani seçilmiş ve atanmışlar, ehil ve liyakat ölçeğinde, görevlendirilmelidir..

Rant ve çıkar düşkünü birilerinin "nam-ı hesabına" makamlar, kurumlar, görevliler "faaliyet" göstermesin!…

Halkı, milli değerleri önemseyenler yetkilendirilmeli!..

En derin saygı ve sevgilerimle.