BÖLGEDE “SİYASET” ATMOSFERİ ?!

Evet sevgili okurlar!

Bilindiği üzere iki gün önce Diyarbakır, Mardin ve Van illerimizin HDP’li Büyükşehir Başkanlarının görevden alınması, bölgede büyük yankı uyandırdı.

Vakıayla alakalı rastgele her kafadan farklı sesler çıkıyorsa da bize göre gerçek olan ne ise o yapılmıştır...

Zira ülkelerdeki toplumların rahat ve mutluluk içerisinde yaşayabilmeleri için öncelikle ve özellikle “devletin varlığı” her şeyin üstünde gelir.. Ki her daim devlet varlığını göstermelidir.

Devlet her ne pahasına mal olursa olsun, gerektiği yerde ayağını yere vurur, gerektiği yere de yumruğunu, şamarını indirir..

O yüz kimin yüzü olsa bile...

Çünkü, devletsizlik, bir toplumun, bir ülkenin yok olma tehlikesidir..

Toplumsal badiredir.

Bakınız bu minvalde üstadımız Bediüzzaman hazretleri şöyle buyuruyor..

 “Devlet varlığının en kötüsü devletsizlikten iyidir. Devletsiz bir ülke veyahut bir toplum yok olmaya mahkum olmakla beraber yağmacılığa, teröre, kargaşaya hamiledir ve her an için uçurumun kenarındadır..”

Kuşkusuz ki ülkemizin  varlığına göz diken dış emperyalist hain güçler geçmişte olduğu gibi günümüzde de rahat durmamaktadır..

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra çöken Osmanlı İmparatorluğu ve ortadan kaldırılan Hilafet-i İslamiye ve Memalik-i İslamiye denilen İslam ülkeleri tümüyle başsız bırakıldı.

Başta emperyalist işgalci İngiliz Devleti olmak üzere Fransa, İtalya, Almanya vs. gibi itilaf Devletleri birleşerek Osmanlı’nın yıkılma projesi üzerine ittifak ettiler ..

İslam ülkelerini Osmanlı’dan ayırıp bölük börçük haline getiren anlayış tabiri caizse böl-parçala-yut sloganını gerçekleştirerek, hedefine ulaştı...

Bu itibarla yüz elli sene önceki plan ve projeler ne ise bugün aynısını tatbik eden gizli haçlı ve siyon teşkilatları, daha aktif ve çağın kurgulu senaryolarını üreterek, hedeflerine ulaşmak istiyorlar..

Yüzyıl önce, silah kullanarak fiili bir saldırganlıkla İslam topraklarını işgal ediyorlardı.

Ama şimdi, hiç de silahlarını kullanmıyorlar, silahtan daha keskin İslam devletçiklerinin başına kiraladıkları piyonları emir komuta ederek, kullanıyorlar..

Dolayısıyla yüz yıl önceki olup bitenler tamamıyla İslam coğrafyasını imha etme planını sonuçlandıramadılarsa da bugün değişik versiyonlarla o projeyi gerçekleştirmeye çalışıyorlar.

Ama nasıl?..

Mesela; yıllar öncesinde yani 1950’lerde Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle Türkiye CHP’nin ceberut-i acımasız dayatmalı rejiminden kurtulup yepyeni ter-u taze  Demokrat bir Türkiye’yle tanışma şansını yakaladı..

Ancak bu şans kısa sürede; “elden” alındı..

Çünkü, endişelenen dış mihraklar ve içimizdeki kiralık masonik satılmış kafalar ne yapıp yapıp el çabukluğuyla, demokrasiye, insan haklarına, eşitliğe ve inanç hürriyetine darbe indirdiler..

Yani 27 Mayıs darbesini gerçekleştirdiler...

Devletin bir Başbakanı’nı ve iki bakanını, “dar” ağacına çektiler..

Cumhuriyet Halk Parti rejiminin hegemonyasını sürdürme planını İsmet İnönü hep kullandı..

Türkiye tarihine baktığımızda; On yılda bir darbeler gerçekleştirildi..

Keza darbelerin oluşabilmesi için önceden sebeplerin varolması gerekirdi..

Nitekim, yıllarca değişik isimler altında terör odakları oluşturularak, ülkenin ve milletin başına bela ettirilerek, kullanıldı.

Bu terör örgütleri de her dönem, Cumhuriyet Halk Parti’ye muhalif olan iktidarların başına musallat edildi...

Ön planda öncelikle Türk solunun DHKP-C’si ortaya konuldu..

Ki tüm örgütlerin üreme annesi gibi..

Ki, 30 yıldan fazladır Türkiye’nin tabiri caizse suyunu çıkardılar.

Türk solunun ulusalcı kesimi hep bunları kullandı.

Günü gelince bunların görevi bittikten sonra; darbeler ihdas edildi..

 12 Eylül darbesiyle yeni örgütler peydah edildi...

Ki, DHKP-C’nin görevi bitince bu kez görev PKK’ya devredildi.

Abdullah Öcalan işin başına getirildi...
Görülen lüzum üzerine dağ dere tepe demeden silahlı teröristler oluşturuldu...

Öyle ki, ülkenin dört bir tarafına bu örgütler, musallat edildi...

Ki, 30 – 40 yıldır; “bu kanlı terör örgütleri” ülkede kan dökmeye devam ediyor.

Onun da görevi bitmek üzere iken bu kez DEAŞ, IŞİD veya FETÖ gibi gizli örgütler ihdas edildi, yaratıldı..

Yıllardan beri Türkiye bütün gücüyle bu şeytan üçgeniyle mücadele ediyor...

Ama ne yazık ki devlet, hükümetler, gelen giden iktidarlar, anayasal, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti gibi kavramları kullanarak rastgele partiler kuruldu..

Ki, bu partilerin başta Cumhuriyet Halk Parti olmak üzere sol tandemli partiler özellikle Türk solu ve Kürt Solu partiler işbirliği içine girerek muhafazakar geçinen iktidarları, kendilerine hedef seçerek, hasımane tutum içerisinde, yok etmeye çalıştılar...

Tabiri caizse adeta terörü demoklesin kılıcı gibi iktidarların üzerine sallayıp durdular...

Gah korkutarak, gah tehdit ederek, gah fiilen işin içine girerek nice nice masum insanların kanları döküldü...

Daha da dökmeye, döktürmeye devam ediyorlar.

Şu da bir gerçektir ki; devletin ve iktidarların yanlış politikaları ve çelişkili uygulamaları, bir türlü salih ve halis bi niyete dönüşmemiştir..

Tutarsızlık, vurdumduymazlık gibi haller, hep yaşatılmıştır...

Tabiri caizse “Tavşana kaç tazıya tut” misaliyle, mücadele edilmiştir..

Bir yandan anayasa ve yasalar himayesinde terör odaklarını savunan partilere meşruiyet kazandırılmıştır...

Ki, seçimlere sokuluyor, meclise giriyor  hatta yerel yönetimlerde seçilen kişiler olunuyor..

Ama bakıyorsun ki, iş uygulamaya gelince vay ki  vay rüzgar tam tersine esmeye başlıyor...

Bu kurulan partiler dağdaki terör odaklarıyla işbirliği içinde…

Hem de devletin bütçesini kullanarak..

Daha ileri giderek aziz Kürt milletini kandırmacalarla istismar ederek devletle karşı karşıya getirmeye çabası içerisindedirler..

Oysa ki Kürt milleti, Kürt davaları, Kürt hukuku diye bir şey yok...
Sadece 1915’teki Ermeni olaylarının uzantısı olarak bir intikam alma girişimi söz konusudur...

Ermeniler ve Siyonist dünya, bunu da ancak Kürtleri kandırmakla gerçekleştirebiliriz diye büyük bir mesafe kat ettiler.

Bize göre bu da tümüyle devletin hatta yasama erki olan Büyük Millet Meclisi’nin ihmaliyle veya göz yummalarıyla idame edilmiştir.

Hele hele iktidarların hiçbir şey yapamadıklarını, hep böyle işgüzarlıkla, idare-i maslahatla bu duruma gelen Türkiye, artık seçilen HDP’li belediye başkanlarının yerine kayyum atamakla yetinebildi.

Bize göre bu da olmasaydı vatandaş sokağa dökülürdü.

Zira herkesi nerdeyse haraca bağlayan bu HDP anlayışı acımasızca iş çevrelerinden, vatandaşlardan büyük meblağlı para koparma hareketine girmişti.

İçişleri Bakanı sayın Süleyman Soylu’yu bu hususta tebrik ediyoruz.

Çünkü erken davrandı, elini çabuk tuttu.

Zira çok kısa bir süre sonra Türkiye, 1990’lı yıllara dönecekti.

En derin saygı ve sevgilerimle…