Görüş Bildir

BİNA, ZİNA VE RİBA… (III)

Evet sevgili okurlar!

Başlık olarak kullandığımız “Bina, Zina ve Riba” yazı serimizin üçüncü günündeyiz.

Yazdıklarımız, çizdiklerimiz tümüyle gerçeklere dayalı olup, aldığımız kaynaklar arşivlerimizdir...
İnandığımız yüce kitap Kur’an-ı Kerim’dir ve Efendimiz (s.a.v.)’in hadisleridir.

Başta Türkiye olmak üzere tüm İslam dünyasının içinde bulunduğu hal yürekler acısı…

Keşke İslam adını kullanmamış olsaydık o yüce ter-ü taze İslam’ı kirli emellerimize alet etmemiş olsaydık…

Keşke o yüce İslam’ın gerçek kültürüyle yaşamış olsaydık.

Mecazi bir hal değil, İslam’dan geçici olarak isim kiralarcasına sahip çıkmasaydık…

İslam tüm yüceliğiyle, berraklığıyla Hz. Musa’nın yedi bedası gibi parlayan el gibi dimdik ayakta olsaydı yeryüzünde her halükarda tüm insanlığa kendini ulaştırabilecekti.

Zaten fıtrat dini olma hasebiyle, insanlık der demez ona muhtaçtır...
Onun kültürüne, onun ahlakına, onun terbiyesine, onun izzetine, onun şerefine, onun gerçek hukukuna, sosyal adaletine, her şeyine ama her şeyine insanlık muhtaçtır.

Ki beşeriyet onsuz yaşayamaz…

İnsanlık onsuz yaşadığı takdirde, kesinlikle yine Kur’an deyimiyle maymun veya domuzlaşma tabiatına bürünerek saldırgan ve yağmacı bir yaratık haline gelir...

Hani Kur’an diyor ya, “Ve ceannahumkıredeten ve henaziren” (biz onları, yani Yahudileri, yani Hz. Musa’nın emirlerine isyan eden Yahudilerin bir kısmını maymunlaştırdık, bir kısmını da domuzlaştırdık.) İslamsız bir insanlık olunca kendini saldırgan ve yağmacı yaratıkların karakterinden arındıramaz.

Ne kadar kendine medeni dünya derse desin.

Ne kadar çağdaş medeniyet diye kavramların gölgesinde saklanırsa saklansın illa ki kendi kendini deşifre eder...
Bütün ahlak dışı rezillikleri orta yere dökülür.

Ama İslam medeniyeti hiç de öyle değildir.

Gerçek ihlasla, samimiyetle Müslümanlık vasfını taşıyan toplumlar mecazi değil, yapay değil, ulusi kalple (kalbin sadeliğiyle) beynin gerçek anlayışıyla orta yerde kendine yer bulur ve insanlık ona dehalet edecektir.

Bu itibarla diyoruz ki;

Bugünkü İslam dünyasının içine düşmüş olduğu hal İslami bir hal değildir.

Küfür dünyasına benzetme halidir…

Küfür dünyasını taklit etme halidir…

Taklitçilik, benzetmecilik, onların batı, şirk dünyasının tek dişi kalmış canavar gibi bir medeniyetine müptela olma hali oldukça bizi tar-ü mar ediyor...

Düşürdükçe de düşürüyor.

Siyasetçinin politik diline aldanan İslam dünyası, özellikle Türkiye’miz geçmişte olduğu gibi geleceğini de kaybetmiş durumdadır.

Batı hayranlığıyla miting meydanlarında millete nutuklar yağdırırlarken veyahut televizyon ekranlarında boy gösterirlerken, hem de birbirleriyle yarışırcasına boy gösterme, dikkat edilirse ağızlarından çıkan kelime hep maddeperestliktir...

Koltuk, kişisel rant ve kişisel çıkardan başka topluma herhangi bir İslami kültürü vaad etmiyorlar.

İslam gerçeklerini gençliğimize enjekte edeceğiz diye bir söz yok.

İslam medeniyetini bu ülkeye taşıyacağımıza dair bir ifade yok.

Sadece şunu şurdan kaldırıyorum, buraya koyuyorum, şu ihaleyi şöyle yapıyorum, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin adayları arasında yapılan karşılıklı düello çarpık ifadeler sadece insanları aldatıcı ifadelerden başka bir şey değildir.

Zira İstanbul gibi bir kent..

Dünyanın 13. Büyük kentlerinden birisi olup, yıllık bütçesi 239 milyar dolar olduğu bir kentin belediye reisi olmak gibi daha tatlı bir şey olamaz.

Adeta rant ve koltuk yarışı söz konusudur.

Hizmet ve hizmette yarışma diye bir şey görmüyoruz.

Şunu diyebiliriz ki;

Türkiye’de yapılan siyasi yarış, müsabaka tek kelimeyle İslam’dan başka her şeyi barındırmaktadır...

Oysa ki günümüzdeki dünyanın birçok yerlerinde büyük çoğunlukla İslam’a gönül bağlayan ülke insanları vardır.

Bir an evvel İslam’la tanışmak istiyorlar.

Ama Türkiye ve mevcut İslam dünyası ise tam tersine bir an evvel İslamiyet’ten nasıl kurtuluruz yarışı içindeler..

Bakın Milli Gazetesi’nin deneyimli yazarı Mehmet Şevket Eygi Hocanın dünkü “Brezilya’da İslam” başlıklı köşesinden birkaç paragraf burada sizinle paylaşmak istiyorum.

Mehmet Şevket Eygi Hocanın yazısı aynen şöyle:

“Geçen sabah, dünyanın en büyük Katolik ülkesi Brezilya’da İslam’ın yayılışı ile ilgili videolar seyrettim. Sevindim, memnun ve mutlu oldum.

Ümmet birliği ve Hilafet makamı bulunmamasına rağmen İslam ilerliyor. Hem de hızla. Bir de birlik ve Halife olsa...

***

Uyuşturucuya, içkiye, kumara, gayr-i meşru ve gayr-i ahlakî sekse, hırsızlığa, haram yemeye, her tür azgınlığa karşı en büyük çare ve çözüm İslam’dır. Hangi İslam? Doğru ve gerçek İslam. Gençlik ancak İslam’la kurtarılabilir.

***

Resulullah’ın (salât ve selam olsun ona) metotlarıyla hizmet edecek davetçilere, mübelliğlere ihtiyacımız var. Bu mübelliğler profesyonel olmayacak, amatör olacak. Ücret ve maaş almayacaklar, Müslümanlardan para toplamayacaklar, âlim, ârif, fâzıl (erdemli), karizmatik olacaklar, usûl-i tebliğ ilmine vâkıf olacaklar.

Böyle elemanlarla bir çağrı, tebliğ, irşat hareketi kurulsa kısa zamanda büyük fütuhat yapar.

Bu hizmet hareketinin ana prensipleri:

1.      Yukarıda belirttiğim gibi ücret maaş alınmayacak.

2.      Kesinlikle para toplanmayacak.

3.      İhlâsla Allah rızası için yapılacak.

4.      İlimle, irfanla, kültürle yapılacak. Cahillikle, yarı cahillikle hizmet olmaz.

5.      İslam, Kur’an, Peygamber ahlakına uyulacak.

6.      Siyasete alet edilmeyecek.

7.      Hizmetkarlar ün, alkış, prestij (itibar), nüfuz, riyaset peşinde koşmayacaklar.

8.      Makam, mevki, riyaset istemeyecekler, teklif edilirse kabul etmeyecekler.

9.      Bu hizmetler esnasında asla rekabet edilmeyecek. Zira Müslüman rekabet etmez müsabaka yapar, hayırlarda yarışır.

10.    Söylemeye hiç hacet yok ama yine yazayım: Nefsleriemmâre derekesinde olan kurtlar ve canavarlar böyle hizmetler edemez.

11.    İslam âlemindeki birkaç kâmil-i mürşit bu harekete mânevî başkanlık edecek.

12.    Bu kâmil mürşitler zengin olmayacak, fakir olacak, malları ve servetleri bulunmayacak, geçim sıkıntısı çekecekler.

13.    Hizmetkârlar, kendilerine milletvekilliği gibi yağlı ballı makamlar, mevkiler teklif edildiğinde sert şekilde reddedecekler.

14.    Özel izinle otomobil alabilecekler. O da, sağlam ve yürür olmak şartıyla ucuz ikinci el gösterişsiz bir vasıta olacak.

15.    Hizmetkârlar öncelikle Şeriat Müslüman’ı olacak. Sonra, Şeriat’a sımsıkı bağlı bir mürşid-i kâmilden el almış olacak (tarikatını ve mürşidini, zaruret olmadıkça, kimseye söylemeyecek).

16.    Açıkta yemek yiyen, sokakta herkesin arasında dondurma külahı yalayan mürüvvetsiz kimselere hizmet verilmez.

17.    Ben kelimesini söyleyen ve yazanlar hizmet edemez (Ben geliyorum demeyecek, sadece geliyorum diyecek).

18.    Hizmetkârlar kendilerini hiç övmeyecek, beğenmeyecek.

19.    Son derece mütevazı, alçakgönüllü olacaklar.

20.    Muhammed Mustafa’nın (salât ve selam olsun ona) isimsiz gönüllü rütbesiz askerleri olacaklar.

21.    Fütüvvet ahlakına sahip olacaklar.

22.    İcazetli gerçek bir şeyhin nezaretinde çile çekmiş olacaklar.

23.    Zarurî ihtiyaçları dışında mal edinmeyecekler, para biriktirmeyecekler, kenz yapmayacaklar.

24.    Nefslerinitebrie etmeyecekler, aklamayacaklar.

İslam’ın ücretli kiralık askerlere ihtiyacı yoktur. Bize, anlattığım gibi hizmetkârlar lazımdır.”

İşte bakınız sevgili dostlar, deneyimli kalem sahibi muhterem hocamız Mehmet Şevket Eygi’nin bu anlatımlarına, bire bin defa katılmamak mümkün değil.

Tespitleri yerli yerindedir..

İşte İslam deyince akla gelen bunlar…

Yoksa ezbere basmakalıp renk verme veya boş teneke gibi ses vermeyle İslamiyet olamaz.

Söz konusu da değildir.

Bu şekilde İslam’la yaşayan insanlara da yine İslam’ın lehçesinde münafıklıktan başka bir şey diyemeyiz…

Denilemez de…

En derin sevgi ve saygılarımla…


Bu Makale 785 kere okunmuştur.