Görüş Bildir

BİR HUKUK DEVLETİNDE “HUKUKUN” KORUNMASI GEREKİR!? (III)

Evet, sevgili okurlar.

Üç gündür yazımıza başlık olarak kullandığımız ifade…

Yani “BİR HUKUK DEVLETİNDE HUKUKUN KORUNMASI GEREKİR” ibaresi, çok kapsamlıdır.

Toplumun her kesiminin "temel hak ve özgürlüğüne" yönelik bir tanımdır…

Kapsamlıdır…

Özellikle, hak, hukuk, adalet ve özgürlük denince; "değer ölçeği" daha bir yüksek olur..

Toplumun inancına, din mefkûresine, fikir, düşünce, konuşma ve yazma özgürlüğüne, anlatım özgürlüğüne yönelik bir ifade olduğu gibi, toplumsal günlük hayat akışlarının tümünü de, ilgilendiriyor ve kapsamına alıyor.

Ticaret olsun, sanayi olsun.

Yani ekonomiye yönelik, teknolojiye yönelik ve her alandaki gerçekçiliğe dayanan tüm temel hak ve özgürlükler olsun; hepsini kapsayan bir ifadedir.

Bu ifade; bizim inancımıza dayalı yüksek fıkıh ulemalarının dayanışma noktasında olan şura'nın yani, danışma merkezlerinin hukuk olarak kullandıkları ifadenin de ta kendisidir.

Şura-yı Ümmet denilen, ümmetin istişare merkezlerinden veya ümmetin genel olarak tarih boyunca inanıp dayandığı tüm İslami değerleri koruma altına alma şekline de “hukuk” denir..

Onun içinde;  “O hukukun korunması” gerekir.

Tabi ki hukukun korunması da yine devletin temel felsefesine dayanan hukukun üstünlüğüyle mümkün olabilir..

O'na dayanmalıdır..

Her şeyi hukukun üstünlüğü prensibine göre, belirlemelidir...

Hukuk ifadesi ile mana değeri itibariyle hakkın ve hakkaniyetin tekerrürüdür, tespitidir ve kutsallaştırılma şeklidir.

Buna dokunulmaz.

Ve bu ifadeyle de oynanmaz.

Herkes bu ifadeyi kendi tarafına çekip de bir mana verip de İslam hakikatlerini kötülemeye veya İslam’ın ana inanç ve felsefesine dayalı örf, adet, gelenek ve göreneklerinin yaşanmasına, engel olursa..

İslam’ın yıllardan beri kullanıp düşündükleri ve uyguladıkları din kurallarına “hurafe” denilirse…

Bize göre; bir edepsizliktir, terbiyesizliktir, ukalalıktır...

En önemlisi de; İslam" düşmanlığıdır..

Ve aynı zamanda dinin hukuka dayalı temel hak ve özgürlüğüne saldırmaktır ve kandırmaktır.

Bize göre buna da hukuksuzluğun dik alası denir.

Fazla başınızı ağrıtmayalım.

* * *

Bilindiği üzre…

Bir önceki akşam mübarek üç ayların ikinci ayının 15. gecesini milletçe yaşadık.

Ümmetçe o geceyi ihya etmek istedik.

Ve o gecenin ihyası duayla, tazarrûyla, Rabbimize karşı yalvararak, yakararak, günahların affının dileğine yönelik, ibadetlerimizi yerine getirdik..

Berat Kandili dahil olmak üzere İslam dünyasının en ücra köşesine kadar; mübarek aylar idrak edilmekte..

Manevi ve maddi değerleriyle; "günlerini" ihya etmektedir..

İçinde bulunan ibadetleri inanarak uygulamaya kutsallık verilmiştir…

Ki mübarek olmuştur.

Bu üç aylardaki önemli bazı gecelerin yaşanmasına ve ihya edilmesine de “Kandil” denilir.

Nitekim “Duhan” suresinin 2. ve 3. ayetleri olsun ve Leyle-i Kadir’e yönelik “Kadir” suresi olsun…

Bu üç aylardan birinci ay olan Recep Ayı’nın ilk Cuma gecesine rastlayan geceye “Regaip Kandili” denir.

27. Gecesine de “Miraç Kandili” denir.

Şaban ayının 15. gecesine de “Berat Kandili” denir.

Ramazan ayının 27. gecesine ise “Kadir Gecesi” denir.

İslam inancı olarak ve keza “Zilhicce” ayının ilk 10 gecesine de “Leyal-i Aşr (Kutsal 10 Gece)” denilir.

Tüm bunlar İslam’ın ve Müslümanların itikat itibariyle inanıp, bu tür gecelerdeki uyguladıkları ibadet şeklini kutsamıştır.

Ve birçoğu Kur’an ve Hadis-i Şerif’le sabittir.

Kur’anda olmayanlar da Resulullah (S.A.V)’in uygulamasıdır.

Bunlara inanmayarak bazı nevzuhur sözüm ona din adamları veya nevzuhur ilahiyatçılar, çıkıp bu gecelerdeki yapılan ibadetlere “Hurafe” demeleri, bize göre İslam'a inanmayan kişilerdir…

İslam'ın kılık kıyafeti altında din adamı olarak geçinen veyahut dinin temsilcisi olarak kendini lanse etmeye çalışan bazı resmi sıfatların bu şekilde inandıklarını ve buna “kandil gecesi” denmez demeleri, bize göre büyük bir iftiradır, bühtandır.

Buna itikat edip de anlatmaya çalışan kimlikler kim olursa olsun, onlar asıl hurafelerdir ve İslam’ın başına beladır.

Bunlar hiçbir zaman İslamiyet’i temsil edemezler.

Zira bu tür gecelerde veyahut sabahın şafak söküğünde camilere taşınıp namazdan evvel “Tevhit” getirerek “La ilahe illallah” zikrine “hurafe” demeleri ve bu şekilde düşünmeleri onların birer “hurafe” olduklarının dik alasıdır…

Kendileri hurafecidir.

Fiilen de hurafenin ta kendileridir.

Zira ne kadar ilim kisvesini üzerlerinde taşırlarsa taşısınlar, hiçbir zaman âlim olamazlar.

Ve din işlerini de temsil edemezler.

Zira bu tür gecelerdeki dayanışma noktası Müslümanların bir araya gelip huzur-u ilahide omuz omuza vermektir, birbiriyle pekiştirmektir, saygı ve sevgi göstermektir.

Yoksa başka bir şey değil.

Ancak bunun tam tersini, çağdaşlaşma, güncelleşme adı altında İslamiyet’i başka şekilde yorumlayıp başka uygulamalar yapılırsa da bu hem hurafeliktir, hem ukalalıktır, hem de edepsizliktir.

***

Bakınız, sevgili dostlar.

Diyanet İşleri Başkanımız Prof. Dr. Ali Erbaş Beyefendi bazı konuşmalarında adeta İslam’ı küçümseyerek kullandığı ifadeler çok tehlikeli olduğu kadar, oldukça da zarar vericidir…

Nitekim iki gün önce basın karşısına çıkıp ona soru soran bazı basın mensupları karşısında soruların altından kalkamayıp, kurtuluşu susmakta bulmuş.

Veyahut haddini aşarak “Bunlar hurafedir, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ilk annesinin karnına düşerken, o gecelere dahi kandil demişler.

Böyle bir şey yok hurafedir.

Nerdeyse İslam dininin tamamı hurafeleştirmek isteniyor gibi göstermelik bir şeylerdir” diyor.

Oysaki Diyanet İşleri Başkanının bu sözleri çok tehlikelidir.

Allah korusun!..

Maazallah!

İnsanı dinden çıkarır...

Zira Efendimiz (S.A.V)’in yüce şahsiyetine inanarak, o inanç paralelinde bir şeyler söylemek veyahut yaşamak istemek, inanç düşüncesinin temel özgürlüğüdür.

Bunlara hurafe demek, ahlaksızlığın dibe vurması demektir.

* * *

Bakınız, iki gece önce Diyarbakır’ımızda Kayapınar Belediyesi’nce “Cigerxwin Kültür Merkezi” adlı mekânda bu geceyi ihya etmek üzere düzenlenen, tasavvufi müzik eşliğinde icra edilen kandil kutlaması, İslam’ın hiçbir yerinde yoktur.

İşte bu hurafedir…

Ve İslam dışıdır…

Ama her nedense Diyanet İşleri Başkanımız bunlara hurafe demiyor.

Nitekim Dicle Üniversitesi Korosu tarafından yapılan bu kutlama biçimi hiç tartışmasız İslam’a terstir.

Zira erkekli-kadınlı iç içe ve kadınların lüks ve cazibeli giyimleri ile baş açık olarak ilahi ve tevhit söylemeleri, İslam’ın hiçbir yerine sığdırılamaz.

Sormak lazım, Diyanet İşleri Başkanımız "bu etkinliğe" hurafe der mi?

Hele hele aynı gece İstanbul İl Müftülüğü’nce Diyarbakır'da tertiplenen "berat kandili" etkinliği.

Mevlid-i Şerif ve Kur’an-ı Kerim tilaveti..

Etkinlik Diyarbakır Ulu Camii’nde organize edildi…

Ancak ne var ki hayatı kirli şaibelerle dolu, sözde Ulu Camiinin başimamı olarak bilinen bir kişiye orada mevlit okutulması, aşr-ı şeriflerin okutulması…

Hatta namaz kıldırılması..

Yani o gecenin ihyasının o insana yaptırılmasının bize göre İslam’da yeri olmamakla beraber, İslam’a bir hakarettir.

Bir-iki sene içerisinde iki defa teftiş geçiren, hakkında görevden uzaklaştırmak için Diyanet tarafından gönderilen müfettişler bu insana bir şey yapamamışlardır.

Bize göre bu insan sağlam bir kişi olmamakla beraber, Diyanet İşlerinin bunca zaman bunu koruması ve böyle önemli ve kritik gecelerde halka karşı görevlendirmeleri yanlıştır.

Dinle alay etmektir.

Ve abesle iştigaldir demekten başka bir şey diyemeyiz.

Diyanet İşleri Başkanlığı bunu neden göremiyor?

En derin saygı ve sevgilerimle….


Bu Makale 2720 kere okunmuştur.