Görüş Bildir

BİR TOPLUMUN BAŞINA NE GELDİĞİNİ BİLEMEMESİ BÜYÜK FELAKET!?

Evet, sevgili okurlar.

Bugünkü sohbetimize başlık olarak kullandığımız “BİR TOPLUMUN BAŞINA NE GELDİĞİNİ BİLEMEMESİ BÜYÜK FELAKET” ifadesi, gerçekten çok önem taşıyan anlamlı bir ifadedir.

Zira ülkemizin böylesine kirlenmişliği…

Hele hele Adalet adına, hukuk adına yola çıkıp sözde “savunma erki” durumunda olan kirlenmiş baykuş bir güruh tarafından İslamiyet’e serbestçe hücum edilmesi ve milletin de bir türlü uyanmamış bir hal alması; büyük bir felakettir..

Evet, bilindiği üzere bir hafta önce TBMM’nin yüzyıl önceki açılışının yüzüncü yıl dönümünü kutlamıştık.

Hem de çok anlamlı olarak.. İlk meclisin kuruluşuyla beraber Meclis-i Mebusan İstanbul’dan Ankara’ya taşınmıştı.

İttihat Terakki Cemiyetinin kullandığı bina seçilmişti ve Meclis oraya taşındı..

Çok büyük manayla açılan bu Meclis-i Mebusan Kur’anla, Buhari-i Şerif okunarak, açıldığını ifade etmiştik..

Bunun anlamı; Osmanlıdan kalan miras devam ediyor demekti.

Bin yıllık İslam kültürüyle donanmış bir milletin, kıyamete dek o donanım içerisinde devam edeceğinin bir ifadesiydi.

Ama ne var ki 1922’de saltanatın kaldırılması, 1924’te hilafetin ilgası ve 1928’de Anayasa’nın ikinci maddesindeki “devletin dini, din-i İslâm’dır” maddesinin kaldırılması demek, kurulan devletin meğer İslam’la alakası yokmuş.

Milli irade ile uzaktan yakından ilgisi kalmamış bir anlayış ile kurulan yeni bir cumhuriyet, yeni bir yönetim şekliydi.

Ama hiçbir tarafı milli değildi.

Tamamıyla İngiliz baş mürahhası Lord Curzon’un maddeler halindeki direktif ve talimatları içerisinde kurulmuş bir cumhuriyetti.

Zira sistem olarak kurulmuş bu cumhuriyetin hedeflediği milletin iradesi, bin yıllık kültürü, tarihi ve dini idi.

Hatta “Tevhid-i Tedrisat” adı altında kurulan yeni bir maarif sistemi, tümüyle İslam’dan uzaklaştırılmış bir eğitim şekliyle başlatıldı.

Yüz yıllık bir zaman dilimi içerisinde bu eğitimle eğitilmiş bir potansiyelin, bugün İslam’a açık ve net olarak saldırması o günlerin ve o anayasanın mahsulüdür.

Ama tüm bunlara rağmen, yine yazılan yazılır, çizilen çizilir.

Millet artık uyanmalıdır.

Ne yazık ki kendiliğinden olup bitenler içerisinde uyanmayan bir toplum, derin gaflet uykusuna giren bir toplum, zorba bir kesim onu çok rahat da uyandırır, ama iş işten geçmiş olur.

* * *

Onun için Bediüzzaman Hazretleri diyor ki;

“Ey âlem-i İslâm! Uyan, Kur’ân’a sarıl, İslâmiyete maddî ve mânevî bütün varlığınla müteveccih ol! Ve Ey Kur’ân’a bin yıllık tarihinin şehadetiyle hâdim olan ve İslâmiyet nurunun zemin yüzünde nâşiri bulunan yüksek ecdadın evlâdı!

Kur’ân’a yönel ve onu anlamaya, okumaya ve onu anlatacak, onun bu zamanda bir mu’cize-i mânevîsi olan Nur Risalelerini mütalâa etmeye çalış. Lisanın, Kur’ân’ın âyetlerini âleme duyururken, hal ve etvar ve ahlâkın da onun mânâsını neşretsin; lisan-ı hâlinle de Kur’ân’ı oku. O zaman sen, dünyanın efendisi, âlemin reisi ve insaniyetin vasıta-i saadeti olursun.

Ey eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin torunları olan muhterem din kardeşlerim! Beş yüz senedir yattığınız yeter! Artık Kur’an’ın sabahında uyanınız.

Yoksa Kur’an-ı Kerim’in güneşinden gözlerinizi kapatarak gaflet sahrasında yatmakla vahşet ve gaflet sizi yağma edip perişan edecektir. Kur’an’ın mecrasından ayrılarak birleşmeyen su damlaları gibi toprağa düşmeyiniz. Yoksa toprak gibi sefahet ve şehvet-i medeniye sizi emerek yutacaktır.

Birleşen su damlaları gibi, Kur’an-ı Kerim’in saadet ve selamet mecrasında ittihad ederek, sefahet ve rezalet-i medeniyeyi süpürüp, bu vatana ab-ı hayat olan, hakikat-i İslamiye sularını akıtınız.

O hakikat-i İslamiye sularıyla bu topraklarda iman ziyası altında hakiki medeniyetin fen ve san’at çiçekleri açacak, bu vatan maddi ve manevi saadetler içinde gül ve gülistana dönecektir, inşaallah.”

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Bediüzzaman Hazretleri, tam yüz yıl önce bugünkü Türkiye’nin başına gelenleri iman dürbünüyle görmüş, keşfetmiş, o küfür illetine çok büyük bir teşhis koymuştur.

Ve o teşhise tedavi olarak da Kur’an hakikatlerine sarılmayı ve milletçe uyanmayı da tavsiye etmiştir.

Ne yazık ki bir türlü milletçe uyanamadık, gaflet ve dalaletin derin uykusuna daldık.

İşte “çağdaş medeniyet” adı altında “çağdaş rezalet, cehalet” illeti etrafımızı sarmış, bizi ablukaya almış ve yağmaladıkça yağmalamaya devam ediyor..

Ama her şeyimizle…

İnanın, her ne kadar vücudumuz, varlığımız, vatanımız şekli olarak görünüyorsa da fakat ne yazık ki ruhen çok büyük çürümüşlüklerle karşı karşıya bulunuyoruz..

Öylesine bir hal aldık ki artık İslam adına konuşabilecek hiçbir şeyimiz kalmadı.

Nitekim geçtiğimiz Cuma günü kocaman Diyanet İşleri Başkanının irad etmiş olduğu hutbede söyledikleri uyarıcı ifadelerden dolayı Ankara ve İzmir Baroları başta olmak üzere, Ankara İHD tarafından çok alçakça bir tavır takınıldı.

Adeta Diyanet İşleri Başkanını linç etmeye kalkıştılar.

Ali Erbaş Cuma günkü hutbe sırasında, zina ve eşcinselliğin “İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lutiliği, eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti? Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir bunun hikmeti.

Yılda yüz binlerce insan gayrimeşru ve nikâhsız hayatın İslami literatürdeki ismi zina olan bu büyük haramın sebep olduğu HIV virüsüne maruz kalıyor. Geliniz bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim.”

Diyanet İşleri Başkanının Kur’andan okumuş olduğu bu ifadelerin, sanki kendisinin sözleriymiş gibi gösterilmesiyle beraber, fitne unsurunu teşkil eden sözde hukukçu ve Avukat geçinen iğrenç bir kadro tarafından adeta linç edilmiş durumda.

İşte bakınız sevgili okurlar.

Bir ülke taşıyla, toprağıyla, insanıyla bir bütünlük arz ederken ister Doğulu olsun, ister Batılı olsun, ister Türk olsun, ister Kürt olsun, ister Laz olsun, Çerkez olsun, siyah olsun, beyaz olsun, Arap olsun, Acem olsun…

83 milyon bir bütünlük içerisinde yaşarken, hükmen adeta eşkıya türünü andıran bir güruh, bölünmez bütünün inancına, Kur’anına nasıl da saldırıyor?

Ki bu milletin Selçuklu İmparatorunun Şam Eyaleti Valisi durumunda olan Nurettin-i Zengin’in ve onun ordularının başkomutanı durumunda olan Selahaddin-i Eyyubi’nin torun ve ahfatlarından teşkil edilmiş bir millet olmasına rağmen…

Ruhen çürümüş, sözüm ona okumuş, hukukun adına yola çıkmış ve sözde  Adaleti temsil eden bir güruh “Avukatlık” unvanıyla yola çıkarak Diyanet İşleri Başkanını söylemiş olduğu sözlerden dolayı kınıyor ve hakkında soruşturma açılmasını istiyor.

İnanın, sevgili dostlar.

Bu tür bir hareket, rastgele bir hareket değildir.

Tümüyle bu milletin içine sızdırılmış dış mihraklar tarafından içten vurma anlayışıyla kiralanmış bu tür bürokrat, hukukçu veya Adalet mensubu…

Her kim olursa olsun bunlar birer hıyanet erbapları, hıyanetliği teşkil eden alçakça bir oyundur, tezgâhtır ve bir Bolşevizm’dir.

Bu tür Bolşeviklerin varlığının hala ülkemizde olması, hele hele 18 yıldan beri Türkiye’yi yöneten AK Parti döneminde böyle rahatça konuşmaları…

Daha doğrusu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın zat-ı devletleri tarafından özellikle Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Erbaş’ın Diyanet teşkilatı başına getirilmesine rağmen, şahsiyetine ve taşıdığı ve temsil ettiği İslam dinine saldırılması büyük bir talihsizlik olarak telakki ediliyor.

Millet bunu kınıyor, lanetliyor.

Ondandır ki bu durumda bu yazıyı yazarken, hemen Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin “Bir tek gayem var” başlıklı yazısını hatırladım.

O büyük Üstad Hazretleri 1945’lerde Afyon Mahkemesinde Mahkeme huzurunda aynen şunları söylemiştir;

“Birtek gayem vardır: O da, mezara yaklaştığım bu zamanda, İslâm memleketi olan bu vatanda Bolşevik baykuşlarının seslerini işitiyoruz. Bu ses, âlem-i İslâmın iman esaslarını zedeliyor. Halkı, bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor. Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücâdele ederek gençleri ve Müslümanları imana dâvet ediyorum. Bu imansız kitleye karşı mücadele ediyorum. Bu mücahedemle inşaallah Allah huzuruna girmek istiyorum. Bütün faaliyetim budur. Beni bu gayemden alıkoyanlar da korkarım ki Bolşevikler olsun. Bu iman düşmanlarına karşı mücahede açan dindar kuvvetlerle el ele vermek, benim için mukaddes bir gayedir. Beni serbest bırakınız, el birliğiyle, komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına ve memleketin imanına, Allah’ın birliğine hizmet edeyim.”

Bakınız, Üstad Hazretleri neredeyse yüz sene evvel bugünkü Türkiye’nin manzarasını görmüş ve dile getirmiştir.

Böylesine Bolşevik baykuşların bu memlekette ötmeleri, doğrusu memleket için bir züldür, millet için bir rezalettir, ihanettir ve hıyanettir.

Bu yazı serimiz devam edecek.

En derin saygı ve sevgilerimle.


Bu Makale 1299 kere okunmuştur.