DEF-İ MAZARRAT CELB-İ MENAFİDEN EVLADIR!?.. (II)

Evet, sevgili okurlar.

“Def-i Mazarrat Celb-i Menafiden Evladır” başlıklı sohbetimizin ikinci günündeyiz.

Gerçekten çağımızdaki mevcut insanlık potansiyeli, oldukça yüksek seviyede ilerliyor.

Çoğaldıkça çoğalıyor.

Ne kadar çoğalıyorsa da bir o kadar da iman ve akıl fukaralığının çukuruna yuvarlanıyor...

***

Hiç kuşkusuz ki, kâinatı hiçlikten varlığa getiren, bütün mevcudatı yaratan bir yüce kudret var.. Ki, o da zat-ı Zülcelal olan Allah-û Teâlâ’dır...

“Biyedihi mekâlîdus semâvâti vel ard..”

“Göklerle yerlerin hazine anahtarları onun elindedir.”

İnsanlar nedir ki?

Cismen küçük, cürmen büyük.

Yani her ne kadar cismen küçük, zayıf bir iradeye sahip varlık ise de yaptığı ve işlediği suç ile günahlar da nerdeyse kâinatı titretiyor.

Nitekim, bugünkü insanların yapmış olduğu suç, vermiş olduğu zarar gerçekten yeryüzünü titretmektedir..

Yeryüzü kendini deprem titreşimlerinden kurtaramıyor.

Göklerden inen felaketlerden kurtaramıyor.

İnsanlar arasında kin, nefret ve fitne unsurları oldukça artmaktadır...

***

Bakınız, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim, bize ne diyor?...

Diyor ki

“Vetilke-l-eyyâmu nudâviluhâ beyne-nnâs”

Yani,  bu günler, öyle günlerdir ki insanlar arasında değişimli ve dönüşümlü günlerdir.

Bir gün mutluluk ve zaferle karşılaşan toplum, başka bir zamanda bakıyorsun ki o toplum, mutsuz, huzursuz ve yenilgilerin, başarısızlıkların çukuruna düşmüş..

Yani, “esfelis-safilin” çukuruna düşmektedir...

İşte Kur’an gerçeği bize bunu anlatıyor.

Neden mi?

Cevabı açık.

Çünkü, insanlar ve beşeri yönetimler, zulmediyor, fitne unsuru haline geliyor..

Hem kendine, hem milletine, topluma, zarar veriyor.

Zira, insanlar bu zararları defetmiyorsa ki etmelidir.. Ancak etmediğinden dolayı, menafi denilen menfaatler, yararlarını da bir türlü elde edemiyor.

Her ne kadar günümüzde son 4-5 aydır korona virüsü olarak fiilen veba hastalığından bahsediliyorsa da bize göre dünyaca bu kadar abartılan ve tehdit savuran büyük cisimli bir veba hastalığı değildir.

O kadar korkutucu bir hal almış ki insanın aklına birçok şeyler gelmiyor değil.

Sömürücü emperyalist güçlerin, ABD’nin ve İsrail’in bünyesinde gizliden gizliye üreyen, türeyen mahfellerin oyunları olabileceği akıllardan uzak değildir...

Çünkü, işin içerisinde çok büyük bir rant vardır.

Ölümlerin de oldukça yükseliyor olmasına rağmen; büyük bir “kapitaliz” anlayışı söz konusudur!…

Nitekim, normal, mutat, olağan hale gelmiş ölümlerden oldukça azdır; “virüsün” ölümcül hali!...

Diyelim ki Türkiye’miz 81 ildir.

Kaç tane ilçe var, kaç tane mahalle var, eski deyimle kaç köy var..

Her ilde günde ortalama bir insan ölse, en azından yüz insan eder...

Oysaki gün vardır ki bir ilde, hele ki İstanbul gibi bir ilde belki yüzlerce insan ölüyor...

Ama bu korona virüsü hastalığı ile ilgili değil.

Trafik kazalarından tutun da, cinayetlere kadar, cinayetlerden tutun da normal hastalıklara kadar veya yaşlıların yaş icabı ömürlerindeki vefatlara kadar.

Ama ne Türkiye’de, ne de diğer ülkelerde bunların hiçbiri dile getirilmiyor.

İllaki korona virüsü, Covid-19 vs. vs.

Öyle inanıyoruz ki bu da birkaç ay sonra demode olup gidecektir.

Veyahut da gizli güçlerin oynadığı rol, hedefine varıncaya kadar devam eder, ama sonra balon gibi söner gider.

Bir bakıyorsun ki hiçbir şey yok.

Şuan için; çalışma, gezme, düşünme ve okuma özgürlüğü toplumların elinden alınmıştır...

Hiç kimsenin umurunda bile değil.

* * *

Evet, sevgili dostlar.

Bunları burada noktalayalım..

Gel gelelim; “toplumsal çürümüşlüğe”...

Ki bu “çürümüşlük” virüsten beter bir tahribat yaratmaktadır..

Çünkü bugünkü İslam dünyası, özellikle İslam dünyasının ümidi durumunda olan Türkiye’miz, ne yapıp yapıp bu korona virüsünden daha önemli, en büyük maddi korona virüsü toplumu kemiren “ahlaki” çöküntülere odaklanmalıdır...

Ahlaksızlık, dolandırıcılık, haram yeme, fuhuş yapma, faiz riba işleme, kumar, livata, lezbiyenlik, rüşvet, şehvet vs... 

Tabi bu çürümüşlüğün temel nedeni de; ülke ve millet olarak “bin yıllık kültürümüzden” hızla uzaklaştırılmamızdır..

Ne eğitim, ne öğretim ne de, manevi sahiplenme, söz konusu değil...

Gençliğimiz de maddi ve manevi olarak bin yıllık tarihimizden, kültürümüzden, inancımızdan, o yüce mücahit ecdatların kahramanlık ruhlarından, uzaklaştıkça uzaklaştırılıyor...

Bomboş bir kovan haline gelmiş.

Veyahut ceviz çürüğü haline gelmiş bir haldedir gençliğimiz!.

Bize göre Türkiye’nin yapabileceği en önemli iş; küfür dünyanın getirmiş olduğu hileli sistemlerden yüzünü çevirip yeniden benliğine dönmesi gerekir...

Maarifini, milli eğitimini eski Osmanlı ve Selçuklu dönemindeki milli eğitim sistemini geri getirmelidir..

Özüne dönmelidir...

Gençliği iman kültürüyle donatıp, büyütüp eğitmelidir..

İlkokuldan, üniversitenin son sınıfına kadar...

Özellikle de harp okullarında...

Orduya yetiştirilen kahraman subayların o çağlar arkasında gizlenmiş olan kahraman ecdatların ruhuyla eğitilip, yetiştirilmelidir...

Birer savaş mücahitleri haline getirilmelidir...

Şerefli TSK’nın izzet ve namusuna yakışır birer vatan evladı olmalı lazım...

Keza üniversitelerimizde okuyan gençlerimiz, bilimde de aynı iman düsturuna sahip olmaları gerekir..

Ama heyhat!

Ne yapacaksın, böyle bir şey yok?

AK Parti iktidara gelmeden evvel..

Yani Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan,  parti kurup iktidara gelmeden evvel tüm bu saydığımız kurum ve kuruluşların bünyesinde yetişen insan potansiyelinin yüzde 70’i, 80’i yanlış “mahfillerde” yürüyordu.

Sonrası, kısmi olarak bu mahfeller ve mahfiller ayıklandı..

15 Temmuz 2016’da, yüksek derecede temizlendi..

Ama son zamanlarda; yeniden bir potansiyel içerisine girildiği, varlık gösterdikleri, konuşulmuyor değil..

Yani pusuda bir bekleyiş var..

Bu itibarla yepyeni, terû taze, zulümden, hileden, kandırmacadan, ranttan ve rüşvetten uzak bir hukuk sistemiyle, genelde Türkiye’yi ve özelde Hukuk Fakültelerimizi tanıştırmamız gerekir.

Aksi halde İslam’ı tanımayan, Diyanet İşleri Başkanının Kur’an gerçeklerini okuyup da gerçekleri dile getirmesine itiraz eden, bildiri yayımlayan hukukçular var olmaya devam edecektir..

 Ki bunlarin taşıdığı zihniyet var olduğu müddetçe Türkiye’ye çok büyük zararlar görebileceği gibi, badirelerden kendini kurtaramaz..

***

Bu nedenle diyoruz ki “Tevbe” suresinin 7. Ayetine kulak verip, o yüce ayetin mealini tüm İslam ülkelerinin uygulaması lazım..

Ki, aynı surenin 8, 9 ve 10’uncu ayetleri gavurun ne kadar tehlikeli bir düşman olduğunu da unutmamız gerektiğini, hatırlatıyor..

Bu ayetlerin mealleri de aynen şöyledir;

“7- Mescid-i Haram yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınızın dışında, o (sözünden dönen) müşriklerin Allah katında ve Resul'ünün yanında nasıl (geçerli) bir sözleşmeleri olabilir? Şu halde o (anlaşmalı olanlar), size karşı (doğru) bir tutum takındıkça, siz de onlara karşı doğru bir tutum takının. Şüphesiz ki Allah, kendisine karşı sorumluluk bilinciyle yaşayanları sever.

8- (Başka) nasıl olabilirdi ki? Eğer (düşmanlarınız) size üstün gelselerdi (size karşı) ne bir sorumluluk ne de bir koruma ne de bir acıma yükümlülüğü taşıyacaklardı. Onlar size dilleriyle yaranmaya çalışıyorlar ama kalpleriyle kötülüğünüzü istiyorlar. Onların çoğunun karakteri bozuktur.

9- Basit bir kazanç uğruna Allah'ın ayetlerini gözden çıkardılar ve halkı O'nun yolundan alıkoydular. Gerçekten onların yaptıkları şeyler ne kötüdür.

10- Onlar bir mü'min hakkında ne bir yemin ve ne de yükümlülük (antlaşma) gözetirler. İşte onlar saldırganların ta kendileridir.”

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı cumalar...