DEMOKRATİK CUMHURİYET HEYULASI!?

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü yazımıza başlık olarak kullandığımız “CHP’NİN MAYASINDA İHANET VAR” İfadesi, gerçekten yerli yerinde bir ifadedir.

Bir önceki günkü Yeni Akit Gazetesinin birinci sayfasında verilen haberin içinden bir cümleydi.

Tarihten örnekler getirilmişti.

Biz de aynı örnekler üzerine yeni görüntüler, yeni ifadeler inşa ederek siz değerli okurlarımızla mevzuyu paylaşmıştık.

Bugünkü yazımızda yer alan ifadeler, cümleler, kelimeler aynı değilse de anlam itibarıyla bir önceki yazımızın devamı olarak, hasb-i hal edeceğiz..

Yani, siyasetin kulvarında ve kamuda yaşanan ve yaşatılan çarpıklıkları irdelemeye devam edeceğiz!..

Onun için de yazımıza başlık olarak;

“DEMOKRATİK CUMHURİYET HEYÜLASI” ifadesini kullandık.

Yakın tarihimiz boyunca, yani cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek, hatta kim bilir ne zamana kadar bu hal devam edecek?.

Doğrusu kestirmek mümkün değil?

Nitekim yıllar yılıdır; Demokrasiden, Cumhuriyetten, Hukukun Üstünlüğünden dem vuruluyor...

Resmi diller, bu minvalde nice kurgulamalar yapıyor. Nice yaldızlı cümleler kullanıyor...

Yere-göğe sığdırılamayan; yazılar yazılıp çiziliyor..

İfadeler o biçim..

Ama gel gör ki, “iş somuta” gelince hiç birinin esamisi okunmuyor...

Büyük bir tutarsızlık söz konusu..

Denir ya, “ke en lem yekûn..”

Hiçbir şey ortada yok.

Toplum, her daim “Heyula” tipi kavramlarla yüz yüze gelmektedir...

Malumunuz üzre, “heyula” kelime itibariyle “ürkütücü hayal” diye ifade edilir..

Anlamı bu..

Tıpkı, “Anka kuşu” gibi...

İsmi var cismi yok.

Ama herkes Anka kuşu deyip duruyor.

Demokrasi, hukukun üstünlüğü, laikçilik, Atatürkçülük, tüm bunlar 1923’te kurulan cumhuriyetin hasılasıdır, mahsulüdür.

Kelime itibarıyla zenginlik o biçim.

Ama heyhat!

Ne yazık ki sadece telaffuzda kalıyor..

Bir heyuladan ibaret...

Bundan dolayıdır ki, muhalefetle iktidarlar arasında bugüne kadar oluşa gelen somut barışçıl bir hava esmemiştir...

Tam tersine; “fırtınalar” kopmuştur..

Her daim, kavgalar, gürültüler, anlaşmazlıklar, büyük çapta haksız eleştiriler ve yermeler olmuştur!

Kısacası somut bir sonuç yok!..

Onun içindir ki, toplum aradığını bulamıyor?...

Ekonomiksel sıkıntı had safhada...

Çalışanla işveren arasında büyük çapta kin, nefret, kavga var.

İş kanunları ve iş mahkemelerinde çıkan “kararların” yüksek oranı, hukuki değil?..

Çünkü, CHP’nin ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun dönemin devrimci sendikayla işbirliği içinde getirdikleri “işçi devrim yasaları” paralelinde devam ede gelmiş hal, zerre kadar hukuksal  işlemiyor?

Tam tersine hukuksuzluk var, keyfilik var ve adaletsizlik var?

Ve buna da cumhuriyet, demokrasi, hukukun üstünlüğü adı veriliyor.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu bu noktada; evlere şenlik bir hal yaşıyor!

Siyasetin “S” harfi yok.

Yani seçilmiş, Ankara’ya gitmiş, Doğu’daki hiçbir ildeki iktidar milletvekilleri halkla bir türlü iç içe olmuyor.

Ortalıkta büyük çapta rant var, adam kayırma var, birçok milletvekili veya partiye yakın insanlar, kendi adamlarını belediyenin en yüksek tabakasına yerleştirip iş pazarlıyorlar..

Kayyımcılık gerçeğine rağmen…

Doğru konuşmak gerekirse, Diyarbakır’ımızda AK Partinin üç tane milletvekilinden alçakgönüllülükle halka karşı tevazu gösteren ve halkın dilinden anlayan, ızdıraplarını dinleyen sadece bir milletvekili var.

O da Ebubekir Bal.

Ebubekir Bal, hem anne, hem de baba tarafından asil bir aileye mensup olup, helalını haramını birbirinden ayırt edebilen bir insan.

Özetle, kuş bakışıyla insanlara bakmayan biri…

Ama öbür taraftan bakıldığında, partinin kuruluşundan bugüne kadar birçok dönemde bakanlık yapmış biri, halktan fersah fersah uzak duruyor…

Halka yan bakan, kuş bakışıyla görüntü veren bir kişi..

Bir de bir hanımefendi (!) milletvekilimiz var...

Onu bilemiyoruz.

Bir mucize olarak iki dönemdir milletvekili seçiliyor, parti ona hayran kalmış.

Hem de üst tabaka.

Oysaki bu hanımefendi (!) halka hiç yanaşmıyor?

Kendi yakınlarını belediyeye, kaymakamlıklara, milli eğitime yerleştirip durmaktan başka, bir mahareti yok!?.

Biz öyle duyuyoruz ki öyledir de.

Bu da muamma bize göre.

Bu hanımefendinin bol miktarda bir oy potansiyeli de olmamakla beraber, her nedense milletin oylarıyla, partinin yüzü suyu hürmetine seçiliyor.

Ama büyük bir gurur, büyük bir kibirlenme abidesi kesilmiş..

Kendini üst düzeyde görme, büyük bir hudbinlikle halka karşı kendini gösteriyor olması!.

Düşündürücü ve kaygı verici!..

Ortaya çıkan bu tablodan dolayı yazımıza başlık olarak kullandığımız ifade, bu nedenle yerli yerinde bir ifadedir.

Buna, Türkiye’nin makûs kaderi mi diyelim?

AK Parti’nin iktidara geldiği günden buyana Diyarbakır böylesine olumsuzluklarla karşı karşıya kalmıştır...

Halk, gerçekten huzursuzdur.

Derinden derine düşünüyor.

“Ben artık oyumu kime vereyim” diye.

***

Sevgili dostlar..

Demokrasi, hukukun üstünlüğü, laikçilik, Atatürkçülük gibi seçkin ifadeler, bize göre özellikle seçilip oraya konulmuştur.

Manasızlaştırıldı...

Değerleri hiçe sayıldı..

Ama tüm bunlara rağmen, Müslüman bir ülke olma hasebiyle milletimiz haysiyetli bir politika yürütmüştür..

Ki bugün, Erdoğan gibi mazbut bir insanı Cumhurbaşkanlığına kadar getirmiştir bu toplum!?.

Amma velakin.

Madalyonun tam tersine bakıldığında, halk hayal kırıklığıyla iç içe yaşamaktadır.

Merhum Uğur Mumcu’nun dediği gibi...

“Türkiye, kendi gelenek, görenek ve kültürüyle değil, yabancı ülkelerden ithal edilmiş kavramlarla yaşamaktadır."

Nitekim Mumcu, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşını tanımlarken şöyle demişti:

‘İsviçre medeni kanununa göre evlenen,

İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan,

Alman ceza mahkemeleri usulü yasasınca yargılanan,

Fransız idare hukukuna göre idare edilen,

İslam hukukuna göre de gömülen kişidir.”

Bakarmısınız, ne kadar “yerli” ve “Milli” değil mi?”

Mumcu, böylesine gerçekleri ortaya koyduğu içindi ki, bir gün ansızın kirli bir suikasta kurban gitti.

İşte bu tür gerçekleri yazdığı için mesleği itibariyle kendi hayatına mal olan büyük bir faturaya maruz kaldı?

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar.