DEVLETİMİZ HUKUK DEVLETİ Mİ, KANUN DEVLETİ Mİ?!

Sevgili okurlar..

İki günlük, “UYUŞTURUCU BARONLARI İLE FUHUŞ SEKTÖRÜNÜN VARLIĞI” başlıklı yazı serimizde yaşamın kangrenleşen mevzularına dikkat çektik...

Yazı muhteva itibariyle kapsamlıydı..

Ki “bir dokun, bin ah işit” misali, toplumun mustarip olduğu ve ivedilikle çözüm istediği mevzular, denir ya “hayatı karartan” hadiseler..

Siz okurlardan, izleyicilerden de yoğun tepki gördü..

Özellikle; günlük hayatı “yaşanılmaz” kılan.. Toplumun temel değerlerini “buldozer” gibi çiğneyip geçen..

İnsani, vicdani, rahmani tüm duyguları yok eden..

İnancı, kültürü, medeniyeti “yozlaştıran”... Maddeye ve batıla “köle” durumuna düşüren..

Zihni de, fikri de, fiziki yönü dahil olmak üzere; insanı “insanlık karakterinden” çıkaran, “uyuşturucu, fuhuş ve kumar” üçgenindeki, dehşetengiz yaşam anlayışı, 7’den 70’e herkesi “tehdit” etmektedir...

Ne hazindir ki; “her geçen gün daha bir vahim” şekilde, yayılmaktadır...

Dedik ya; bir dokun bin ah işit misali..

Toplumsal “çürümüşlüğümüzü” ortaya koyan gidişatı önümüzdeki günlerde irdeleyip, mevzu edeceğiz!..

***

Bugün görülen lüzum üzerine farklı bir başlık altında, bizi yakından ilgilendiren bir mevzunun faslını açmak istiyoruz...

Yazı başlığı kapsamlı.. Bir o kadar da “anlam yüklü” kelimeler barındırmaktadır...

Şöyle ki..

“DEVLETİMİZ HUKUK DEVLETİ Mİ, KANUN DEVLETİ Mİ?!”

Sevgili okurlar..

Tarih bize gösterdi ki, hem de yalan söylemeyen tarih, yakın bir süreç içerisinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Diyarbakır’ımızda biçare ve suçsuz birçok insanımız, çok büyük mağduriyetler yaşadı...

Devletinin yanında var gücüyle yer alan fedakâr insanlar, “hukuk dışı uygulamalara” maruz bırakıldı...

***

Hiç kuşkusuz ki mevcut anayasamızın dibacesinde “Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir hukuk devleti” olduğuna vurgu yapmaktadır...

Yani, Kanun devleti değil, bir hukuk devleti olarak yazmaktadır.

Ama ne var ki; “hukuktan” çok siyasal ve ideolojik yasalar, hep keyfiyete dair uygulana gelinmiştir...

Hukukun semtinden, gölgesinden geçmeyen yasalar olarak; uygulanmıştır...

Bu itibarla diyoruz ki;

24 Nisan’ı 25 Nisan 2000’e bağlayan gece benim oğlum Mehmet Emin Altındağ ve arkadaşı Münir Mennan, Bingöl-Lice arasında Abalı karakolu mevkiinde, şehit oldular...

Trafik kazası süsü verilen bu meçhul olayın bugün sene-i devriyesindeyiz..

Üzerinden 22 yıl geçti..

Bizi, aile fertlerimizi, sevenlerimizi ve kadim şehrimizin insanlarını derin üzüntüye sokan bu olay; “aydınlanmış”  değil..

Olayın failleri mi, azmettiricileri mi, müsebbipleri mi?

Sebep sonuç ilişkisine baktığımızda;

Olayın vuku bulma sebebinin başını çeken dönemin Diyarbakır DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nihat Çakar ve Avukatı İhsan Biçici...

Olayın gelişmesi şöyle..

Nihat Çakar...

1996 yılının ortalarında Diyarbakır’da DGM Cumhuriyet Başsavcılığı görevine başladı.

Aşırı derecede solcu biri…

Ve PKK’ya yakın solcu avukatlarla “ittifakı” olan gizliden gizliye iç içe çalışırdı..

PKK yanlısı bazı işadamlarıyla da yüksek derece samimiyeti, biliniyordu...

DGM, İtirafçılar, JİTEM ve İş çevreleriyle “rant odaklı” operasyonel faaliyetlerde bulunuyorlardı..

Hayali suçlamalar tertipleyip “menfaat” temin ediyorlardı..

Yaşananları o tarihte, gazetemiz manşetlerine taşımıştı...

Vuku bulan Nihat Çakar’ın yanlışlarını basın özgürlüğü çerçevesinde manşetlerine ve makalelerine taşıdığı için; “sindirme adına, baskı altında tutmak” için bize karşı, haince organizasyonlar tertiplemeye başladılar...

Ki bu organizasyonları,1996 yılından 2000 yılına kadar devam etti...

Çakar ve ekibinin sözde en önemli görevi (!?) bizimle uğraşmak oldu..

Tüm mesaisini sadece bu yönde harcadı...

Hem de dönemin 7. Kolordu Komutanı Yahudi kökenli Yaşar Büyükanıt ile işbirliği yaparak, gerçekleştirdi..

Önce bize “aşırı sağcı, Hizbullahçı” gibi yaftaları ön plana alarak PKK’yla mücadelemizi adeta suç olarak görüp bizi hedefe koydu...

Diyarbakır Barosunda PKK’nın davalarını savunan birçok önemli kilit noktadaki avukatlarla işbirliği içine girdi...

Ki bunların başını çeken de Av. İhsan Fikret Biçici’ydi.

Hatta bugünün İstanbul milletvekili, Diyarbakır Barosu eski Başkanlarından Sezgin Tanrıkulu’yla beraberdi...

İşbirliği içinde PKK davalarını üstlenmiş durumdaydı bu avukatlar.

Bunu da, dönemin DGM Cumhuriyet Başsavcısı Çakar’a güvenerek, cesaret alarak yapıyorlardı..

Biz de sık sık bunları kaleme alıp, kamuoyuyla paylaşıyorduk..

Bu itibarla 2000 yılı 24 Nisan’ı 25 Nisan’a bağlayan gece beni ve iki mesai arkadaşımı uyduruk bahanelerle, keyfiyete dair gözaltına aldılar...

Oğlum merhum Mehmet Emin Altındağ, haberi duyar duymaz 24 Nisan’da Diyarbakır’a gelmek üzere arkadaşıyla beraber Erzurum şantiyesinden yola çıktı..

Bingöl-Lice arasındaki Abalı Karakolu yakınlarında askeri bölgede ve hem de termal kameraların varlığı olmakla beraber, askeri bir araçla yolu kesiliyor.

Ve aracın içerisinde, dereye yuvarlatılıyor.

Oğlum ve arkadaşı orada şehit oluyorlar..

***

Ki benim gözaltına alınmamdan önce, oğlum Emin’e aynı bu kişiler “PKK’ya yardım ediyor” suçlamasında bulundular..

1999’da 7. Kolordu Komutanı Yaşar Büyükanıt’ın komutası altında yazmış oldukları sahte bir fişlemeyle suçlama getirerek oğlum Emin’i “PKK’ya yardım etmiş” gibi gösterdiler...

1999 yılının Mayıs ayında, bu suçlama yüzünden gözaltına alındı...

***

İşte o sahte ve uyduruk belge...

Bu belge sözde Amed Eyalet Karargâhı adına yazılmış gibi gösterildi.

“Bu ailenin çocuklarına karışmayın, her ne kadar zamanla babaları tarafından PKK’ya karşı devlet adına basın yoluyla mücadele vermiş ise de Ankara’ya elemanlarımız gitti, dönemin 300 bin markını yardım olarak aldık ve bundan sonra da bize yardım edeceklerine söz veren Mehmet Emin Altındağ’la olan anlaşmazlığı kaldırdık..”

Bu şekilde yafta bir fişleme yazıldı...

Sözde PKK adına el yazısıyla yazılmış bir belge.

Oysaki uzaktan yakından alakası yok.

Vermiş olduğumuz yoğun mücadele sonucunda elde edilen bilgiler hem de Diyarbakır 4 No’lu DGM’nin kararıyla sabit bulundu ki bu belge PKK tarafından yazılmış bir belge olmayıp, dönemin 7. Kolordu Komutanı Yaşar Büyükanıt ile DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nihat Çakar’ın girişimleriyle, organize edilmiş..

Dönemin Jandarma İstihbarat Elemanları tarafından PKK’lı bir itirafçıya yazdırılmış..

Ki bu sahte belge, kriminal laboratuvarda tespit edildi...

O dönemde devletin yetkilerini kötüye kullanan hıyanet erbapları,  yine dönemin bazı yetkililerine görevlerini kötüye kullandırttılar...

Büyük bir suç potansiyelinden kurtulmak için o belgeyi yazan PKK’lı itirafçının bu kez, kalemi tutan elinin şehadet parmağını kestiler..

Ki yazı ve imza örneği alınamasın diye..

Bu itirafçı hala hayatta mı değil mi bilemiyorum.

Malazgirt’te yaşayan PKK teröristi bir itirafçıydı.

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Geçmişe yönelik, özellikle üçlü koalisyon dönemlerinde bu kutsal devletimiz ne kadar kötüye kullanılmış...

Ne kadar kişisel rant uğruna devletin imkânlarını, devletin kalemlerini, devletin hukukunu kötüye kullananlar varmış?..

Devletin ciddiyetini altüst eden yasadışı yapılar söz konusu olmuş..

Demem o ki;

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, milletiyle ülkesiyle 28 Şubat döneminde ne yazık ki karanlık bir fetret dönemi geçirmiştir.

Bu bölgede olup bitenlerin başını çeken bu olay kesin bir kanıtlayıcı delildir.

Medya grubumuzun kuruluş amacı;

Devletimizin başta PKK terör örgütü olmak üzere DHKP-C ve hatta FETÖ oluşumuyla mücadele ede gelen anlayışa sahip bir medya grubuyuz.

Bu itibarla tüm bunlara rağmen her zaman için devletimizin hukuksal ciddiyetine inanmak istiyoruz..

Ve diyoruz ki, devletin daima hukuk devleti olması gerekir.…

28 Şubat 1997’den 2002 yılına kadar olup bitenlerle şanssız bir fetret dönemi geçiren ülkemiz, inşallah bir daha o günlere dönmeyecektir.

Ve devletin bir hukuk devleti olduğuna inanarak daima devletin ve devlet başındaki muhterem Recep Tayyip Erdoğan’ın yanında olduğumuzun bir göstergesi olarak mücadelemize devam ediyoruz.

Onun için 2000 yılı 24 Nisan’ı 25 Nisan’a bağlayan günün, bizim için karanlık bir gün olduğuna ve kirli siyasetin içinde oynadığı kirli oyunların günü olduğuna inandığımız için bizim için üzücü bir gündür diyoruz!.

Hiçbir zaman unutmuyoruz.

İnanıyoruz ki dostlarımız da ve merhum Mehmet Emin Altındağ ile merhum Münir Mennan’ın dostları da bu üzüntü içerisindedirler.

Aynı başlık altında daha önemli kanıtlayıcı belgeleri sizinle paylaşmak üzere bu yazı serimiz devam edecektir.

En derin saygı ve sevgilerimle.