DİN, AHLAK VE GELENEKLER, SANIK SANDALYESİNDE!

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü yazımızda “TOPLUMSAL BÜYÜK BİR TUTARSIZLIK” başlığı altında sizinle memleket meselelerinden en can alıcı, kritik olayları paylaşarak, dile getirmiştik.

Olup bitenlerin, ülkemizde vuku bulan mevcut hal, gerçekten endişe vericidir.

Hem de çok..

Dünkü yazımızın son bölümünde şöyle ifade etmiştik;

“Yazar Yusuf Kaplan Bey’in dediği gibi;

‘Cumhurbaşkanı, bu İstanbul Sözleşmesini yırtıp çöp kutusuna atmalıdır.’

Çünkü çok büyük çelişkiler var, tutarsızlıklar var.

Akla gelen bir soruda; 2014’te İstanbul Sözleşmesine atılan imzalar neye karşı atıldı..?

Onu bilemiyoruz.. Amma velâkin, çok ama çok endişeliyiz.”

Yaşanan ve yaşatılanlar karşısında; endişelerimiz oldukça artmaktadır...

***

Derim ki; “tarihten ibret almamız lazım..!”

Yakın tarihimiz, çok büyük çelişkilerle, yanıltıcı bilgilerle dopdoludur...

Aldatmacalar o biçim...

İnsanlarımızı zihnen, fikren dejenere ettiği gibi başta ekonomiksel yaşam olmak üzere, ahlaki çürümüşlükten başlayıp neyi sıralarsanız sıralayın; vahim bir tablo karşınıza çıkmaktadır...

Yaşanılan şu yüzyıllık fetret devri içerisinde hukuka, insan temel hak ve özgürlüğüne dayalı hiçbir şeyle tanışmamıştır bu millet...

Tam tersine zulüm, antidemokratik, hukuk dışı uygulamalarla yüz yüze gelmiştir...

Yukarıda söylediğim gibi kandırmacalar, aldatmacalar oyunu oynanmıştır “bu millete!”.

Hem de siyasetin dili ve fikriyle!!.

Ne hazindir ki; ülkemize ve milletimize “ağır faturalara” mal olmuştur...

Ülke; insanıyla büyük sıkıntı ve endişeler içerisinde bu faturaları kabullenmiş veya kabullenmemişse de, cebri olarak ödemek zorunda kalmıştır...

Ve hala da ödemektedir...

Olup bitenlerin en önemlisi, yanlış politikalarla, hukuk dışı yasalarla ve aldatıcı siyasetlerle öncelikle ve özellikle bu ülke insanı, inancından, dininden, Kur’an’ından, gelenek-görenek, örf-adetlerinden dolayı hep sanık sandalyesine oturtulmuştur.

Sorgulanmıştır.

Haklıyken haksız konuma sokulmuştur.

Hem de sözüm ona kanun ve adaletin gölgesinde bu olaylar yaşanmıştır.

Tabii burada biz her şeyi A’dan Z’ye kadar didik didik sayarak, cümlesi cümlesine, kelimesi kelimesine sıralasak, bırakın bu daracık köşemizi, günlerce, aylarca ve yıllarca da yazsak bitiremeyiz...

Çünkü, yıllar yılıdır yanlış ve yalan dolanlarla dopdolu uyduruk bir tarih bize okutulmuştur.

Hala da okullarımızda, gençliğimiz bu yalan dolu tarihle uyutuluyor.

Öğrenim alanını işgal ediyor.

***

Gelirsek, İstanbul Sözleşmesine...

Ya Allah aşkına; şu “İstanbul Sözleşmesi” neyin nesi ya?!...

Dün de söylediğimiz gibi 2014’te yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesi’ni, gerçek vatanperverliğini gösteren bazı yazarlarımızın harfi harfine dile getirdikleri bu kirli şal, ne zaman kalkacak, ne zaman kaldırılacak?

Ümit ediyoruz ki ansızın Ayasofya’nın açılışı ne kadar dünyaya ve milletimize sürpriz olduysa, inşallah bu İstanbul Sözleşmesini de yırtıp çöp kutusuna atmak yine Başkan Erdoğan’a düşerek bizleri sürpriz yapacaktır?.

Çünkü iman nokta-i nazarında gençliğinden beri inandığı kutsal davayı göğüsleyerek yola çıkmış bir devlet adamıdır?...

Nasıl ki, tarihin kirli şallarına gömülmüş olan Ayasofya’nın üzerindeki şalları yırtarak ibadete açması..

Ayasofya-ı Kebir Camii olarak hasretle ve özlemle ümmetine açarak büyük bir ümit ve sürpriz yapmışsa...

Öyle inanıyoruz ki, bu İstanbul Sözleşmesini de inşallah yakın bir günde dünyaya ve özellikle Türkiye insanına büyük bir sürpriz yaparak, yırtıp sokak çöplüğüne atacaktır..

Ümit ediyoruz.

Zira yakın tarihimizin siyasi akışına bakıldığında, dünyaya yıllar yılı meydan okuyan cihanşümul bir Osmanlı İmparatorluğunun gerçekleştirdiği olaylar, tüm dünyaya bir ders-i ibret olmuştur.

Ne var ki, 1830’lu yıllarda yani 19. Yüzyılın ilk çeyrek asrında Tanzimat Fermanı adı altında ortaya çıkarılan Masonik ejderha kafaların aldatıcı propagandaları yüzünden devlet başağı edilmiştir.

Gerisin geri tepelenmiştir.

Ta İttihat Terakki Partisinin fitneengiz hareketine kadar.

Onlar da 1909’lardan 1920’lere kadar yani 11 yıl içerisinde Tanzimat Fermanının bir uzantısı olarak Osmanlıyı bu sefer kökünden, yok ettiler...

Havaya uçurdular.

Ama ne ile?

Bugünkü makyajlı ve süslü püslü İstanbul Sözleşmesinin aldatıcı şekli gibi…

Onlar da sahte kahramanlıkla, sahte kurtarıcılıkla yola çıktılar.

Ama Osmanlıyı heba ettiler.

1914’te I. Dünya Savaşı Türkiye’yi dağıttı.

1915’te her ne kadar Çanakkale Savaşını imanlı mücahit kahraman askerlerle, milletin, ümmetin el ele vererek kahramanca çarpışmalarıyla elin gavuru denize döküldüyse de!...

Çanakkale Savaşı “Zafer” olarak ilan edildiyse de!.

Ki Zaferdir, ki tarihi bir kahramanlıktır!..

Ama ne var ki, iki yıl sonra, 1918’de o denize döktüğümüz(!) İngiliz gavuru, bu kez hiçbir kurşun sıkmadan, elini kolunu sallayarak gelip İstanbul’u işgal etti...

Hani o Tanzimat Fermanının kurtarıcılığı?

Hani o İttihat Terakki’nin üç büyük Paşası?

Ne yazık ki her üçünün de kanı bozuk, özellikle Selanik Yahudilerinden olan Talat Paşa’nın Almanya’ya kaçıp orada öldürülmesi...

Ve diğer iki paşanın da her birinin başka bir yere gitmesiyle Türkiye tüm dünyaya karşı yenik duruma düşürüldü...

İstanbul’u işgal eden o müstevli, işgalci İngilizler her nedense o da ayrı bir oyun.

İttihat Terakkinin kalıntısı olarak kalan bazı askerlerle işbirliği yaparak Lozan’da imzalanan “bölünme, parçalanma” ve bir milyon sekiz yüz bin kilometrekareyi bölüştürüp, 783 bin beş yüz altmış iki kilometrekareye düşürüldü.

Coğrafyanın büyük bölümü İngilizlerin, Fransızların, Yunanlıların vs. her ne ise yedi düvele böldürüldü.

Bunu yapan da muzaffer kurtarıcı kahraman olarak ilan edildi.

Ve İsviçre’nin Lozan kentinde imzalanan bu bölünme alçalışına da “Zafer” adı verildi.

Böylece Anadolu mücahitlerinin Anadolu’da savaşıp, milli mücadele savaşını kazanmalarına rağmen, 1924’ten sonra o mücahitler birer "suçlu" olarak, hedef alındı…

Oysaki, Türkiye’nin bağımsızlığını, istiklalini kazanan Anadolunun O Kahraman Mücahit insanlarıydı..

Çok büyük ulema kesimiydi..

Anadolu insanını, müstevli, işgalci emperyalistlere karşı hareketlendirerek ayaklanmaya ön ayak olanlar o Ulema kesimiydi...

Ne var ki, hiçbir şey olmamış gibi birileri her şeyi kendilerine mal ederek, milleti geri plana itti..

1924’ten sonra gelen hükümet ve Bakanlar Kurulu, Türkiye’nin bağımsızlığını ilan eden o Anadolu kahramanlarını, özellikle o ulema kesimini “birer suçlu potansiyel” olarak görmeye başladı...

Hiç beklenmedik şeylerle karşı karşıya kalan Türkiye, özellikle kurulan Cumhuriyet Halk Partisinin, bir çeyrek asır boyunca zulmünün, dayatmasının, hukuk dışılığının değişik versiyonlarıyla karşı karşıya geldi...

Türkiye o günden buyana iki yakasını bir araya getiremiyor...

Lakin şunu da yazmadan geçmek istemiyorum.

Nitekim, yüz yıldan beri mevcut yasalarla, bu darbeci devrimlerle yönetilen, özellikle 28 Şubat’taki hal, tüm söylediklerimizin birer göstergesi değil midir?

Gelen giden muhafazakâr geçinen sağcı ve inançlı partiler de aynı potada eriyip gitmediler mi?

Sormak istiyorum, İstanbul Sözleşmesi; kirli ve hukuk dışı, antidemokratik maddeleri oraya koyup imzalayan siyaset erbapları acaba bilerek mi yaptılar?

Veya gaflet uykusuna mı daldılar?

Veya kandırıldılar mı?

Bilemiyoruz.

Ama Fatma Şahin’in “Kadının beyanı esastır” demesi, tüm kamuoyu nezdinde her şeyi bitirmiştir.

Yeter de artar bile.

Şu halde tez elden Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, büyüklüğünü göstererek o sözleşmeyi çöpe atmakla, Ayasofya açılışı gibi yeni bir sürpriz yapmalıdır ki, milletin yüreğine “serin su serpilsin?”

Millet olarak, bunu bekliyoruz.

En derin saygı ve sevgilerimle….