Görüş Bildir

DİNDE ZORLAMA YOKTUR!..

Evet, sevgili okurlar…

Bildiğiniz gibi yüce "İslam dini" hidayet kaynağı olarak gönderilmiş; ilahi bir dindir...

Hz. Peygamber (S.A.V)’in kalbi üzerine vahiy olarak indirilmiştir ve ilahi gerçekler silsilesidir..

İyiliği iyilik olarak göstermiş ve insanları bu yola davet etmiştir…

Kötülüğü de kötü olarak göstermiş ve sakınmalarını istemiştir…

Şahsiyeti üstün, mana değeri yüce olan bir dine intisap etmiş olduğumuz için de Allah’a sonsuz şükranlarımızı arz etmeliyiz…

Evet, yazımıza başlık olarak kullandığımız ifade, bir ayet-i kerimenin anlamıdır.

Yani “Bakara” suresinin 256. ayetinin, giriş bölümüdür…

Yüce kitabımız bize şu şekilde emrediyor;

“Dinde (iman etmede/İslam'a girmede) zorlama yoktur.

Artık doğru ile yanlış (hak ile batıl, iman ile küfür) birbirinden ayrılmıştır.

Böylece, şeytani düzenlere (uymayı) reddedenler ve Allah'a inananlar, hiçbir zaman kopmayacak en sağlam manevi bir ilahi ipe sarılmıştır…

Allah (her şeyi) hakkıyla işitendir, (her şeyi) hakkıyla bilendir...”

Bu ayet-i celilenin bu yüce ifadesi, bizi çok geniş anlamlı ve günlük hayat akışları içerisinde insanların yaşam tarzlarını simgeleyen, öğreten, adeta talim ve terbiye altına alan ilahi bir hükümün varlığına götürmektedir…

Evet, “Dinde zorlama yoktur.”

Yani hiç kimse inancından dolayı zorlanamaz.

Zaten kişi batılın üzerindeyken hak ortadadır ve açıktır.

O hakkın öğretiminden sonra akli dengesi yerinde olan herkes ona uymak zorundadır.

Onunla savaşıp, illaki Müslüman olacaksın diye bir kaide yoktur.

Ama ne var ki aynı bu paralelde yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim “Âli Îmran” suresinin 104. ayeti mealen şunu emrediyor;

“İçinizden (herkesi), iyi ve yararlı olana davet eden, eğri ve yanlıştan alıkoyan bir topluluk bulunsun.

Nihai kurtuluşa erişecek kimseler, işte bunlardır.”

Keza aynı surenin 110. ayeti ise;

“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Doğru olanı emreder, eğri olandan alıkoyarsınız ve Allah'a inanırsınız. Ehl-i Kitab (Yahudi ve Hıristiyanlar) da inansaydı, elbette ki bu, kendileri için hayırlı olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var fakat çoğu yoldan çıkmış kimselerdir.”

Bu okuduğumuz üç ayet, yani Bakara suresinin 256. ayeti ile “Ali İmran” suresinin 104 ve 110. ayeti arasındaki paralellik arz eden husus, insanları hayır ile davet etmek ve güzelliği emretmek…

Kötülükten de sakındırma görevini yapmak…

Ki, o insanların kurtuluşa ermelerini sağlamak demektir..

Yani insanların iyiliği için, hayırlı bir ümmet olarak ortaya çıkmak ve bu misyonun hakkını verebilecek vizyona ruhi ve fikri olgunluğa, bilgi donanımına sahip olmak, Allah (C.C)’ın bir lütfudur.

Ancak durup dururken, Allah hiç kimseye “hayırlı ümmet” madalyası takmıyor.

Hayırlı ümmet olmanın birtakım yükümlülükleri ve bu yükümlülüklerden kaynaklanan ciddi sorumlulukları vardır.

İyiliği emretmek ve kötülükten sakınmak, sadece lafla olacak bir iş değildir.

Hayırlı ümmet, iyiliğin egemen olması ve kötülüğün ortadan kalkması için gerekirse hayatını ortaya koyabilmelidir…

Demek anlaşılan budur ki okuduğumuz ilk ayetteki “Dinde zorlama yoktur” ibaresi büsbütün ortalığı serbest bırakıp da “Kim ne yaparsa yapsın” manasını taşımıyor…

Zira ondan sonra gelen “Âli Îmran” suresindeki iki ayetin mana değerlerinden anlaşılan şudur ki ümmetin omzuna taşıdığı mükellefiyet, yani sorumluluk vardır.

O da herkesi İslam’a davet etmektir.

İslam’a çağrıdır.

Resulullah (S.A.V)’e emredildiği gibi tebliğ emridir.

Gerçekleri insanlığa söylemek, götürmek ve bu paralelde insanları eğitip öğretmektir.

Yani terbiye ve talim faktörünü elden bırakmamak…

Bu ise insanlığın veya insanlığa lazım olan günlük hayat çerçevelerini istikamete sokma biçimidir.

Eğrili, hileli, tuzaklı yalanlarla dolu bir insanlık dünyası söz konusu olmamalıdır.

Olduğu takdirde toplumun diğer kesimlerine kesinlikle zarar verir.

“Dinde zorlama yoktur” demenin manası, zaten din apaçık bir gerçekler silsilesidir.

Herkes de o silsileye uymak zorundadır.

Okuyor, öğreniyor, öğretiyor.

Ve kendi hayatını biçimlendiriyor.

Artık bu hususta inanan bir kitle haline geliyor ki onu zorlamaya gerek kalmaz.

Ama tüm bunlara rağmen bunu yapmıyorsa, tersini işliyorsa, inanmıyorsa ve başkasının inancına da engel oluyorsa, o zaman fıkhı ve şer’i hükümler ortadadır.

Gereği mutlaka yapılmalıdır.

***

Diyanet İşleri Başkanımız Prof. Dr. Ali Erbaş Beyefendi…

27 Nisan Cuma günü Kayseri’de Sabancı Kültür Merkezinde düzenlenen bir sempozyuma katılmış.

Erbaş, burada yaptığı konuşmada birlikte yaşamanın önemine değinerek, İslam'ın insanlık için bir nimet olduğunu vurguluyor..

Erbaş, bu nedenle İslam'ın bütün peygamberlere gönderilen dine ad olduğuna dikkati çekerek, “Hz. Musa da İslam peygamberidir.

İnsanlara İslam'ı tebliğ etmiştir..

Yahudilik ondan 600 sene sonra ortaya çıkmıştır...

Hz. İsa da bir İslam peygamberidir...

Hıristiyanlık da ondan 70 yıl sonra ortaya çıkan bir inançtır.

Bütün peygamberler birlikte yaşamanın temellerini atmak, insanlara insanlığı, iyiliği, İslam'ı, tebliğ etmek, edenleri başının üzerine koymak, etmeyenlerle de birlikte yaşamanın prensiplerini oluşturmak için çaba göstermişlerdir.”

Avrupa'nın mezhep savaşlarından dolayı çok büyük acılar çektiğini de anımsatan Erbaş, şöyle devam etti,

“Dinde zorlama yoktur. Dünyanın başına ne geldiyse ötekini, kendi inancına, kendi düşüncesine zorlamadan gelmiştir.

Peygamberler bu zorlamayı yapmamıştır, ashap yapmamıştır, peygamberimiz yapmamıştır.

'Habibim sen anlat, tebliğ et. Hidayet bendendir.' ilkesine bağlı kalmıştır.”

Demek anlaşılan budur ki İslam dininden dolayı kimseyi zorlamıyorsa da tebliğ emrini de ihmal etmemiştir ve şiddetle vurgulayarak üzerinde durmuştur.

Bu itibarla Sayın Erbaş’ın bu güzel görüşlerinden dolayı kutluyor, tebrik ediyoruz.

Ancak şunu da vurgulamadan geçmek istemiyoruz.

* * *

Diyanet İşleri Başkanlığı olarak elbette ki Türkiye coğrafyası hudutları içerisinde İslam’ı bütün ciddiyetiyle, varlığıyla temsil eden bir kurum olarak bilinmekle beraber, İslam’a karşı yapılan bazı kasıtlı olumsuzlukların üzerine de gitmelidir.

Zira oyunlu, tezgâhlı, gizli odaklar ve nice misyonerlik ve Siyonizm piyonlarının gizli mahfillerde faaliyet gösterdiklerini veyahut zaman zaman İslam’da olmayan bir şeyleri İslam’ın malıymış gibi göstermelerine de göz yumulmamalıdır.

Kamuoyunun görüşü ittifakla üzerinde durma hareket noktası bu yöndedir.

Bakıyoruz ki bazı kandil gecelerinde veyahut Kadir geceleri gibi kutsal zaman ve zeminlerde İslamiyet’e hiç uymayan ve İslamiyet’in malıymış gibi yapılan gösteriler elbette ki kamuoyu bunları içine sindirmez..

Ki kabul etmez..

Diyanet İşleri Başkanlığı da özellikle başında bulunan Sayın Prof. Dr. Erbaş da bu hususta elinden geleni yapmalıdır..

Kanaatimizce Sayın Başkan da bu hususu kamuoyu gibi düşünmektedir.

Böylece bazı olumsuzluklara Diyanetin ses çıkarmaması, suskun kalması, bazı yanlış anlamlara neden olabilir düşüncesindeyiz.

En derin saygı ve sevgilerimle…

 


Bu Makale 2691 kere okunmuştur.