Görüş Bildir

EĞİTİME VE ADALETE NEŞTER ŞARTTIR!?

Evet, sevgili okurlar.

Bugünkü sohbetimizde, tarihi olaylardan örnekler getirerek memleketteki mevcut sorunları irdeleyerek sizinle paylaşmak istiyorum.

Ülkemizde olup bitenler, günlük hayat akışları içerisindeki keşmekeşlikler, yaşananlar, aldatmacalar, kandırmacalar, kargaşa unsurları, haram yemeler, bitmek tükenmek bilmiyor...

Gırtlağı aşmış durumda...

Hele hele devletin çok önemli bazı kurum ve kuruluşlarında yaşananlar, akla ziyan bir vahamet içeriyor...

Yolsuzluk ve usulsüzlükler..

Beri yanda bazı STK’lardaki kişisel çıkara dayalı yapılan kirli işler..

Denir ya, her şey ayyuka çıkmıştır....

Sağır Sultan, dahi duyuyor....

Yaşananlara ilişkin, “şüyuu vukuundan beter” sözüyle yola çıkarsak, vaziyet, iki yönlü korkunç bir tablo içermektedir...

Al birini vur ötekine!...

Bazı devlet kurumlarıyla, bazı STK’ların başındaki yanlış insanların har vurup harman savurmaları “yenilir yutulur” değil...

Vatandaşı bürokratik engellerle adeta “rüşvet” kıskacına alıyor...

Yani “git-gel” ile işleri savsaklıyor...

Bunları da alenice yapıyorlar...

Eğer ki karşılığını, yani rüşvetini almayınca da bir bakıyorsunuz ki, vatandaşın o aylarca uğraş verdiği işin üstünü kalemle çiziyor...

Büyük bir zulüm!

Tarihten bir örnek getirmek istiyorum!..?

Ki meramımız daha net anlaşılabilsin?

Emevi devletinin halifelerinden Ömer bin Abdulaziz’in oğlu Abdulmelik, babasının vefatından sonra hilafet tahtına oturur...

Dedesinin ismini almış olan oğlu Abdulaziz, babasının hilafet makamına çıkar...

Ve der ki..

“Ey emirel mü’minin” .

“Ey müminlerin halifesi!

Sizinle, ayrı görüşmek istediğim bir konu var.

İzin verirsen, o konuyu açalım”

Tabi babasıyla bunu konuşurken, amcası Müslim bin Abdulaziz de yanlarında bulunuyor...

 “Yalnız, amcam dışarıya çıksın ben ayrı konuşmak istiyorum” der..

Ve şöyle seslenir...

 “Ey emirel mü’minin!

Yarın huzurda Allah senden bid’aların çoğaldığı ve sünnet-i seniyyenin de toplumda ölmüş halini görünce ‘niye engellemedin’ diye sorarsa sen ne cevap vereceksin..?”

Baba Abdulmelik şu cevabı verir...

“Ey evladım!

Sen beni bu şekilde sorgularken, toplumdan birileri mi sana bunları dikte etti, git babana bunları söyle diye..

Yoksa sen kendin mi bunları benden soruyorsun?..”

Oğlu cevap verir...

“Hayır, kesinlikle Allah’a yemin ediyorum. 

Senin yanına gelip bu soruyu soracağımdan hiçbir Allah’ın kulunun haberi yoktur.

Sadece kendi nefsimde görüp derlediğim gerçekleri, seni kurtarmak için yanına gelip söylemek istedim...”

Baba Abdulmelik, oğlundan gelen bu uyarıya karşı şöyle der...

“Elhamdülillah.

Maşallah ki böyle bir evladım var.

Benim görmediğim veyahut toplumda benim halifeliğimin altında bid’aların, kötülüklerin çoğalmasıyla, sünnet-i seniyyenin toplumdan çekilmiş olduğunu gören bir evladım var...  Allaha şükürler olsun.

Ancak bunu da söyleyeyim sana.

Benim milletim, kavmim, birbiriyle sımsıkı sarılmış bir vaziyettedir. Birbirine kenetlenmiş kopmayan halkalardır.

Bu haliyle ben inanmıyorum ki herhangi bir zorlama yaparak, benim yönetimime karşı gelip de kan dökülsün.

Eğer bazı yanlışlıklarım varsa, senin gibi evlatlarım var.

Beni uyarın, ben gerçekleri yaşatayım.

Allah’a yemin ediyorum, bırak bir tek insanın kanının dökülmesini, tedavi için kan çeken hacamatçının bardağındaki kanın dahi boşuna dökülmesini istemiyorum.

Benim çabam, bu toplumda bid’aları, İslam dışı olayları yaşatmak değil ve sünnet-i seniyyenin de yok olmasına yönelik değil, tam tersine bid’aları öldürmek, toplumdan söküp atmak, sünnet-i seniyyeyi de ihya etmek benim ana hedefimdir ve gerçek inancımdır.

Bu meyanda inanıyorum ki Cenab-ı Allah da bana yardımcı olacaktır.”

* * *

Düşünün sevgili okurlar.

İslam’ın ana hükümlerine ve toplumun birbiriyle kenetlenmiş kopmayan zincir halkalarına güvenen bir İslam halifesi oğluyla istişare halinde bu muhavereyi yapabiliyor.

Demek anlaşılan odur ki devletlerin devlet olabilmeleri için ve kendi toplumuyla bütünlük halini yaşaması için, birlik ve dirlik şarttır...

Özellikle devlet ve millet birbiriyle kaynaşmalıdır...

Toplumun her kesiminin birbiriyle kaynaşmasının temel kuralı; “istişaredir...”

Yani, ana kaidedir ve gerçek bir devlet felsefesidir; birbirini anlayabilmek!?.

Onun için bugünkü sohbetimize, “EĞİTİME VE ADALETE NEŞTER ŞARTTIR!?” başlığını kullandık.

Zira bu her iki müessese nerdeyse toplumun yarısı demektir.

Ve vücudu yöneten, besleyen kalp gibidir.

Kalp durduğu zaman, bozulduğu zaman, vücut dengesini kaybeder ve çalışmaz duruma girer.

Görünen odur ki ülkemizde “aile kurumu” da çalışamaz hale geldi..

Çünkü çöküyor.

Adalet mekanizmasında derin çapta çatlaklar var..

Hele hele eğitim sistemimiz evlere şenlik!

Maşallah, nazar değmesin demekten başka bir şey bulamıyoruz.

Zira adalette derin çatlaklar oluşturulurken, eğitim, medya ve kültür rejimi çocuklarımızı zihnen köleleştiriyor, ahlaken çürütüyor.

Gerçekten 7’den 70’e kadar herkesin gözü önünde ülkenin en ücra köşesine kadar bunları görmüyor muyuz, fark etmiyor muyuz?

Gördüklerimize göz mü yumacağız?

Veyahut görmezlikten mi geleceğiz?

Bu herkesin boynunda olan bir borçtur ve hiç kimse bu kötülüklere göz yummamalıdır.

Mer’i kanunlar gerçekten kamu vicdanını rahatlatıyor mu?

Her gün meydana gelen fuhuş, gasplar, hırsızlıklar, çirkinlikler, aile faciaları, cinayetler, ahlaki çürümüşlükler ve daha neler neler?

Eğitim camiasında eğitilen ve yetiştirilen çocuklarımızın daha ergenlik haline gelmeden dahi ne yazık ki okulların kenarlarında, bahçelerinde sigarayla, uyuşturucuyla ve daha ne gibi ahlak dışı olan şeylerle karşı karşıya olduklarını kamuoyu çok iyi biliyor.

Sonuç nereye gidiyor?

Her zaman bu köşede ifade etmeye çalıştığım gibi, “Görünen köy kılavuz istemez...”

Bugün devletin birçok kurum ve kuruluşlarında iş yapmak isteyen ve özellikle istihdam yaratan iş çevrelerinin başına gelen ekonomiksel sıkıntılar, tarihi efsanevi CHP’nin iş ve işçi kanunlarının hegemonyası her şeyi bitirmiştir.

“Adalette gerçekten derin çatlaklar var” sözümüz yanlış değildir.

Zira hiçbir zaman demokrasiye, hukuka inanan demokratik bir hukuk devletinde yasalar yanlı olamaz.

Hukuk devletinde hukukun uygulanabilme şekli, tüm hukuk normlarıyla hukuk literatürü paralelinde yargılama şekli gerçekleştirilmelidir.

Yani hukuk literatürü dışına çıkmamak, insan temel hak ve özgürlüğünü nazar-ı itibara alarak hukukta, demokraside çifte standart değil, eşitlik önemlidir.

Gerçek manada adalete yakışır bir tarzda hem yasaların, hem de yasaları uygulayan yargıçların siyasi ve ideolojik yansızlığını koruyarak adalet cübbesini giymeleri gerekir.

Efsanevi CHP’nin 1970’li yıllardaki döneminde Devrimci İşçi Sendikası adı altında oluşturulan yapıların baskısıyla hatta direktif ve talimatlarıyla çıkarılan baskıcı iş yasaları, ne hazin ki hala da yürürlüktedir.

Hem de çifte standart iş yasaları söz konusu!

Yargılamadaki hâkimlerin yanlılığı ve iş kanunlarının işçiden yana çıkarılmış olması, her yönüyle “despotik” bir zulmü dayatıyor...

Hiç kimse inkâr edemez.

Demek ki bu yasalar, hukuk literatürü dışındaki yasalardır ve dünya hukuk normlarına da aykırıdır.

Zira tarafsızlığını yitirmiş durumdadır.

Keza her sene başında zaman zaman çıkarılan asgari ücret miktarlarının da aynı seviyede olması, işveren çevrelerine ağır yük getirmektedir.

Bakanlık yine bu yasaları düşünürken, işçilerden yana olup yansızlığını yitirmiş durumdadır.

İş çevrelerine getirilen ekonomiksel yükler elbette ki piyasaya da yansıyacaktır.

İstihdam yaratan iş çevreleri, o masrafları elbette ki satışlarına ilave edecektir.

Zam yapma zorunluluğunda kalacaktır.

O zaman enflasyon daha da yükselecek, faizler daha da yükselecek.

Bu durumda “enflasyonu düşürelim” gibi siyasi bir anlayışın düşünceleri tümüyle kandırmacadan ibaret olacaktır.

Asgari ücretin, adil bir şekilde vasıflı ve vasıfsız işçinin potansiyeline göre ayarlanması gerekir.

Ancak yekvücut olarak, genelleme getirerek aynı seviyede asgari ücretin yükseltilmesiyle beraber vergilerin yükselmesine ve sigorta primlerinin de yükselmesine neden oluyor.

Tabii ki işveren de bunu piyasaya yansıtmak zorunda kalıyor ve kalacaktır?

Hulasa.

Sözün kısası.

Başta söylediğim gibi;

Adalette derin çatlaklar oluşmuştur.

Adliye kapısından cezaevi kapısına kadar nereye giderseniz gidin,  kendini kesinlikle ranttan kurtaramazsın.

Başta savunma erkini temsil eden çıkarcı, vicdanlarını cüzdanlarında gören sözde bazı avukatların varlığını da kimse inkâr edemez.

Yalnız bunlar değil tabii ki.

Çok şeyler var.

Hasılı kelam bugünlük bu kadar deyip yazıya nokta koyalım!

En derin saygı ve sevgilerimle.


Bu Makale 1289 kere okunmuştur.