EUZU BİLLAHİ MİNEŞŞEYTANİ VES’SİYASE!?

Sevgili okurlar…

Ne yazık ki, ülke ve millet olarak yıllar yılıdır “yanlış ve kirli amaç güden siyasetin” kıskacından kendimizi kurtarabilmiş değiliz!.

“Kişisel ranta dayalı” politika üretenler, dün olduğu gibi bugün de “cirit” atmaktadırlar…

“Gidene git, ben varım” diyor..

Ne var ki o da defalarca milletin “tepkisel” sesini duyuyor ise de, gitmiyor…

İşte bu kirli, sinsi ve çıkara dayalı siyaset özellikle yerelde “devlet mekanizmasını” kilitlediği gibi, bürokratları da “ulvi” değerlerden, uzaklaştırıyor…

Her şey; menfaat çarkına odaklanıyor..

Hiç kuşkusuz ki günü geldiğinde “ranta dayalı siyaseti ve ortaya koyduğu politika” onu da götürüyor..

Atıla düşüyor..

Hem siyasetçi hem de ona biat eden bürokratta el çektiriliyor?!…

Diyoruz ya; “temiz eller” operasyonu!

 

***

Atılan bu neşterle kısmi de olsa; “pırıl pırıl” idareciler göreve geliyor…

İnancına bağlı..

Allah korkusu olan…

Harama tenezzül etmeyen..

Helale ikna olan…

“Halka hizmet hakka hizmettir” şiarıyla hareket eden yöneticiler geliyor…

Devleti temsil ediyor…

Vaziyet böyle seyredince “vatandaş rahat bir nefes” alıyor…

Temiz oksijeni soluyor…

Devletin mekanizması doğru istikamette işlemeye başlıyor..

Peş peşe seri şekilde, halkın yararına, ülkenin menfaatine ilişkin “güzel işlem, icraatlar” yapılmaya başlıyor..

Bir ölçüde, “içte birikmiş olan kirli nefes, oluşan irin, yozlaşan, politize olan, değer ölçüsünü kaybeden haller” dışarı atılıyor…

Yani, ümitle siyasi geleceğini bekliyor halk.

Türkiye’nin manzarası bu…

Özellikle bölgemiz, özelde de Diyarbakır’ımız böylesi bir hal-i durumu, dönemsel olarak yaşamaktadır…

***

Sevgili okurlar…

Bu kulvarda, büyük mücadele verdiğimizi sizler yakından bilenlersiniz…

Ele aldığımız; memleket meseleleri!..

Yani toplumun muzdarip olduğu..

Devleti “sülük gibi” emen yapıların..

Rüşvetin,

Usulsüzlüğün,

Haksızlığın,

Çıkarın, menfaatperestliğin,

Yasadışı yapıların…

Devleti ve milleti birbirine kırdıran anlayışların karşısında durarak; kalemimizin yettiği kadar yazıyoruz, söylüyoruz…

Bunu da, “basın özgürlüğü” kapsamında ve sınırları ölçüsünde yapıyoruz..

Velev ki zülfüyâra dokunsa dahi söylediklerimizden de ödün vermiyoruz…

Söylediklerimiz hiç bir zaman iddiadan ibaret olmamıştır..

İlla ki delilli, belgeli, kaynaklı…

Hem de tarih, gün, ay ve yıl belirterek söylüyoruz.

Ve biliyoruz ki, yapanların yanına hiçbir zaman kâr kalmayacak..

Er ya da geç; hesabı sorulacak!

***

Ülkenin hali hazırdaki genel manzarasına bakarsak!..

Huzur verici değil..

İç açıcı hiç değildir..

Hep ifade ediyorum…

103 yıldan beri kurulan cumhursuz bir cumhuriyetin, ithal edilmiş bir sistemin varlığı, bu memleketi buraya kadar getirmişse de ne yazık ki ülkeye, devlete, millete bir türlü istikrar getirmediği gibi istiklal de vermemiştir.

NATO’ya ve AB’ne her şeyini kabul ettim manasını taşıyan mevcut sistem, batı emperyalizminin köleliğinden kendini kurtaramamıştır..

“OMZUMA BASIN GEÇİN” diyen bir siyaset..

Gelen giden siyaset, basmakalıp konuşmalar, klişeleşmiş parlak nutuklar ve ipte oynayan cambaz misali sergilenen siyasetle ve yapılan sözde siyasi edebiyatla bir adım ileriye gidilmiş değil..

Sürekli, bağımlı kalınmıştır..

Özgür ve milli bir iradenin “düsturuyla” hareket eden, yol alan olmamıştır..

Ve hala da kısmi olarak bu rotada…

İşte bu tablodan dolayı, büyük Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin kullandığı ifadeyi, yazıya başlık olarak kullandık…

Çünkü siyaset hiç de gerçek, şeffaf ve dürüstçe yapılmıyor…

Ne diyor Üstad…

“Ben şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım.”

Nitekim bu ifadeye karşı kendisine sormuşlar:

“Ey Üstad!

Siyaset o kadar kötü müdür?

Oysaki devletler siyasetsiz olmaz.”

Üstad cevaben şunu diyor;

“Eğer ki ortaya konulan siyaset; devleti, milleti, ülkeyi meşru zeminde milli iradenin İslam gerçeği paralelinde yönetiyor ve uygulamaları bu minvalde oluyorsa, işte o zaman gerçek siyaset icra edilmiş olur…

Benim bu siyasete diyeceğim yoktur.

Ama batı emperyalizminin güdümünde uygulanan bir siyaset, şeytani bir siyaset ve uygulama biçimidir…

Onun için ben şeytandan ve o siyasetten Allah’a sığınırım.”

Evet, zaman gösteriyor ki Üstad Hazretleri bunları boşuna söylememiştir.

Gerçekten mevcut siyasetin ve bazı siyasetçilerin hal-i pür melallerine baktığımız zaman ve konuşmalarını dinlediğimizde; “Eyvah! Bu memleket nereye gidiyor?” demekten insan kendini alıkoyamıyor…

Vay ki vay halimize!

Herkesi “Dün neredeydik, bugün nerelerde yürüyoruz?” diye sorgulatıyor.

İki günden beri gerek sağ basın olsun, gerek sol basın olsun, İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkındaki gerçek dışı ifadeleri, dehşetengiz şekilde, tüyler ürpertici..

Hele ki Kılıçdaroğlu’nun bu büyük devlet adamına verip veriştirmesi milletin pek hayretine gitmiyor.

Zira Kılıçdaroğlu’nun konuştuğu her şey dayanaksızdır, politik oyunlardır ve boş tenekeyi doldurmaya çalışma halidir.

Her ne kadar Cumhurbaşkanı, onun hakkında zaman zaman tazminat davaları açıyorsa da o da sorun değil.

Zaten peşinen kabul ediyor.

Ama millet nezdinde Kılıçdaroğlu’nun söylemleri “vur, geç” demekten ibaret oluyor, kimse pek önemsemiyor.

Çünkü ciddi değildir.

Ama şu Meral Akşener Hanım, son iki günde rakibi durumunda olan AK Partinin Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı hedef tutarak, elinden gelenleri ardına koymuyor, ağzına gelen her şeyi söyleme cesaretinde bulunuyor; burada düşünmek gerekir!.

Hele ki Ulu Hakan Sultan Abdülhamid’e, Devlet-i Âliye’yi Osmaniye’yi 33 yıl boyunca aralıksız olarak yöneterek bütün dünya emperyalizmine karşı mücadele veren Osmanlının son padişahına böylesine çirkin isnatları söylemesi, insanın aklına tek bir şey getiriyor.

O da şu..

Meral hanım, acaba kimden ve hangi emperyalist, Siyonist kaynaktan veya hangi derin masonik localardan bu cesareti almış da Sultan Abdülhamid’i “müstebit” olarak ilan ediyor?

Allahım!

Ya Rabbim!

İnsan o kadar da nifak dolu bir siyasetin kuklası olmaz…

Bunu yapan; “bu milletin evladı” olamaz…

Kalbindeki, aklındakinin dışa yansımasıdır…

Bu gerçek kimliğini deşifre ediyor…

Onun için sormak gerekir…

Ey Akşener Hanımefendi!

Sen ne tez böyle batıl ve yanlış ideolojilerle dolu bir siyasetin kılığına büründün?

Hani sen Abdullah Gül ile beraber daha parti kurmadan önce yanlış değilsem Hacc’a gitmiştiniz?

Başınızı örtmüştünüz!

Hatta beş vakit namaz kılmaya başlamıştınız…

İslami bir kimlikle kendinizi halka tanıtmıştınız!

Ne oldu de değiştiniz?

O inancınızla şimdiki inancınız arasına kara kedi mi girdi?

180 derece o gerçek yoldan dönüş yapmanızı gerektiren neydi?!

AK Partinin siyaseti sorun değil, elbette ki eleştireceksin.

Devlet Başkanı olmasına rağmen Recep Tayyip Erdoğan’ı da eleştireceksin.

Amma velâkin.

Geçmişe yönelik bu milletin başına gerçek oyunları oynayan üç ana faktör olan, koskocaman bin senelik Müslüman bir Osmanlı devletinin tarihini yok etmeye çalışan gizli emperyalist, Siyonist, haçlı güçlerin plan ve projelerini onaylarcasına Sultan Abdülhamit’i aşağılayamazsın?

Müstebit olarak onu nitelendiremezsin!

31 Mart Hadisesini gerçekleştiren İttihat Terakki masonlarının söylemlerini tekrarlıyorsun bugün.

Ayıp ediyorsun..

İnan, toplumu derinden derine üzdün…

Toplumun nazarında da kendini çok küçük düşürdün.

Ben şahsen bu yörenin insanı olarak, bir medya grubunun yönetim kurulu başkanı olarak, böylesi bir tutumu kabul etmiyorum…

Ve ayıplıyoruz sizi..

Ben ki yıllardan beri politikayı, siyasetçileri, bozuk sistemi takip eden biriyim ve sorgulayanım da!

Ama senin gibi böylesine mugalâtaya düşen, eski gömleğiyle yeni gömleğini cesaretle değiştirerek, küfrü ve inançsızlığı simgeleyen bir ideolojiyi savunanı ilk kez görüyorum..

Tıpkı, Osmanlının son dönemlerinde..

Yani 1880’li yıllardan 1909’lu yıllara kadar, Osmanlının yok edilmesi için Siyonist Emanuel Karasuların, Dr. Theodor Hertzlerin, Osmanlı ordusunun içinde bulunan mason Mahmud Celaleddin Paşaların ve oğlu Prens Sebahaddinlerin ve daha nice isimlerin gömleğini giyer olmuşsun?!

Onların nam-ı hesabına hareket ediyorsun…

Ve o Ulu Hakan Sultan Abdülhamid Han’ın devrine “istibdat devri” diyorsun.

Politik konuşma edebiyatını genişletmek için böyle ifadeleri kullanıyorsun.

“Kahrolsun İstibdat, Yaşasın Hürriyet’, Adalet, Müsavat, Meşveret, Uhuvvet.”

1908’lerde Ermeni lobileriyle Selanik’ten gelen Yahudi devşirmeler ve Jön Türklerin Sultan Abdülhamid’e karşı kullandıkları bu ifadeleri bugün; siz yüksek sesle dillendiriyorsunuz…

Akla ziyan şekilde; kullanıyorsunuz.

Size söyleyeceğim tek kelime var..

O da; yazıklar olsun.

Yıllardan beri verdiğiniz siyasi çabaları bir çırpıda “heba edip” siyasetin çöplüğüne attınız…

Biliyoruz ki sizi aldatan sol mihraklardır…

CHP’nin ve ulusalcıların zigzaglı politikasıdır..

Sizi zigzaglı bir politikanın akımına kaptırmış…

İçi başka dışı başka siyasi bir nifak gömleğiyle, kendinizi ele verdiniz!

Sayın Meral Hanım!

Elbette ki AK Partinin bünyesine giren, hatta sarayın içine sızdırılan nice kimliği belirsiz münafık tıynetli AKP’liler vardır..

Ki kimse inkâr edemez.

Biz de her zaman bunu dile getiriyoruz, dostça ifade ediyoruz.

Ama sen durup dururken Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsiyetini Sultan Abdülhamid ile eş değer tutarak “Kahrolsun istibdat” diyorsan, sana “dur” demek lazım…

Bu mugalâtanız kamuoyu nezdinde sizi çok küçük düşürdü…

Öyle inanıyorum ki, bundan sonra da bu millet size kesinlikle itibar etmeyecektir!

Çünkü 115 yıl önce Paris’te eğitim gören jön Türklerin İstanbul’daki Ermeni lobileriyle, Dr. Theodor Hertzlerin, Emanuel Karasuların kullandıkları sloganları, yani “Hürriyet, Uhuvvet, Musavvat” gibi ifadelerin aynısını bugün siz kullanmaya başladınız..

Tek kelimeyle yazıklar olsun diyoruz.

Bu millet hiç ama hiç artık senin politikana güvenmiyor.

Siyasetine inanmıyor.

Bilerek veya bilmeyerek çok büyük bir boşluğa düştün.

En derin saygı ve sevgilerimle.