Görüş Bildir

FİLİSTİN’E 50 MİLYON DOLAR BAĞIŞ!? (II)

Saygıdeğer okurlarım…

Dünkü yazımıza ana başlık olarak kullandığımız “FİLİSTİN’E 50 MİLYON DOLAR BAĞIŞ!?” ifadesini, gerçekten gayretli, imanlı, izanlı, hamiyetperver Müslümanlara bir örnek olsun diye; burada mülahaza ettik…

Bilinmelidir ki yeryüzünde İslam dünyasının yegâne kurtuluş çaresi; Allah yolunda Kur’an-ı Kerim davası uğruna helal maldan infak edilmesi gerekir.

İşte Katar Emiri Şeyh Temim Bin Hamad Es-Sani’nin Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı’na verdiği 50 milyon dolar..

Ki bugünkü "döviz kuruyla", 250 milyon Türk lirasına tekabül ediyor..

Katar devleti 250 milyon lirayı “İnfaku’n fi sebilillah” diyerek, “Allah yolunda infak ediyorsa”, bu rasgele bir infak değildir.

Bir devlet adamının Kur’an hükümlerinin emirleri paralelinde adım atmasıdır…

Bu bir hareketliliktir, bir davadır...

Hak yol bu iken, 1,7 milyar nüfusa sahip Müslümanların, özellikle maddi durumu iyi olan Müslümanların kaçta kaçı bunu idrak edip de; "Allah yolunda" bunu harcayabilir?

Oysaki yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim'de yer alan, “Bakara” suresinin 261. ayeti bize örnek olsun diye mealen şu uyarıyı yapıyor…

“Mallarını Allah yolunda sarf edenlerin durumu her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren tanenin durumu gibidir.

Allah dilediğine kat kat verir, Allah’ın lütfu geniştir.

O her şeyi bilendir.”

Bu ayet-i celilenin yüce mealinden anlaşılan odur ki Allah yolunda infak edenin, kat be kat varlığına, servetine bereket konulur, oldukça da artar.

Ama Allah yolunda olmak kaydıyla.

İslam’ın emrettiği ihlas, sadakat ve samimiyetle, cömertçe, dava uğruna; "maddi ve manevi" görevi yerine getirince olur…

Ama bir de “Fi sebili tağut…”

Yani tağuti sistemler için, mezalimce alınan vergi ve cezalar için malını harcayanlara da Allah misline karşılık verir.

Bereketsizlik ve uğursuzluk söz konusu olur.

Sanki bir gün gelir, servet tamamıyla baykuşların yuvasına döner.

Riyakarane ve gösteriş yoluyla malını harcamışsa, onda hiçbir şekilde bereket olmamakla beraber, artış da olmaz.

Ne yazık ki gün gelir, devran yerine mevran olur...

Yuvarlanır gider.

Hiçbir şey kalmaz.

Müflis olur…

* * *

Nitekim bu örnekle yola çıkarsak.

Önümüze “Tevbe” suresinin 24. ayeti gelir.

8 şey, 3 şeye feda edilmediği müddetçe, o toplum hiçbir zaman kendini badirelerden, terörden, zulümden kurtaramaz.

O da şudur...

“De ki:

“Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, kabileniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden meskenler sizlere Allah'tan, O'nun resulünden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın (azap) emri gelinceye kadar bekleyin.

Şüphe yok ki Allah, günaha batmış bir topluluğu asla doğru yola erdirmez.”

İşte, bakınız saygı değer okurlar.

Hal-i âlem meydanda.

İslam dünyası bugün nerelerde yürüyor?

Nitekim bu ayetten önceki ayet-i celile mealen şu uyarıyı yapıyor…

“Ey inananlar!

Eğer küfrü imana tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi bile dost edinmeyin.

İçinizden kim onları (küfrü imana tercih ettikten sonra) dost edinirse, işte onlar, zalimlerin ta kendileridir.”

Dostlukla diyalogu birbirine karıştırmamak lazım…

Her geçen gün dünya küçülüyor, küçülünce dünyada hangi küfürden, hangi kültürden ve görüşten olursa olsun ve hangi inanç sistemine bağlı bulunursa bulunsun, insanlar bir arada yaşamak ve birbirinden alışveriş etmek zorundadır.

Ayrıca İslam’ın temelini oluşturan "tebliği" diyalogsuz gerçekleştirmek imkânsızdır.

İslam’ı gerçek manada yaşayan Müslümanlar, gayrimüslim toplumlarla ne kadar diyalog halinde olursa, İslam'a o kadar hizmet etmiş olur.

Ama o diyalog bugün maalesef yoktur.

Çünkü küfür sistemlerinde hiçbir şekilde diyalog söz konusu olamaz.

Ancak Müslüman ve inanan samimi Müslümanlar arasında barış ve kardeşlik söz konusu olabilir.

* * *

Bakınız, muhterem dostlar...

Yıllardan beri "Kur’anın tespitlerine" dayalı olarak, gözden kaçmayan çok önemli meseleler vücuda gelmektedir…

Ki bu meseleleri topluma götürmemek için, bu ülkeyi ne yazık ki Kur’an kültüründen uzaklaştırmaya çalıştılar..

Laiklik adına…

Atatürkçülük adına..

Batılılaşma adına..

Pek tabi ki, içimize sızan zihni bunaklar, siyonizm ve emperyalizm adına faaliyet gösterdiler..

Camileri..

Medreseleri..

Mollaları..

Din adamlarını, prangaladılar..

Tek gaye; "imanından, inançından, dininden" uzaklaştırılmış bir nesil, oluşturmaktı..

Maalesef, kısm-i olarak da başardılar..

Nitekim, yıllar yılıdır İslam’dan uzaklaşan bir gençlik potansiyeli kendini terörden, özellikle terör odakları olan bazı önemli pis, gizli, hain oluşumlardan ve mahfillerden kurtaramıyor..

Bu ağın içerisinde; şiddeti, terörü ve kan ile gözyaşını milletine yaşatıyor..

Kardeş kardeşi; öldürüyor..

İşte bu girdaptan kurtulmanın tek yolu vardır..

O da, İslam'ın "sarsılmaz" ilke ve kaidelerine sarılmamız gerekir...

Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed'in (S.A.V) rehberliğinde..

Kur'an-ı Kerimin ışığında, yürümeliyiz..

Özelliklen de, devlet adamlarımız bu minvalde, yönetim zihniyetine sahip olmalıdır…

Diyalogları da, her kim olursa olsun, mutlaka inandıkları milli iradeye bağlı kalmak kaydıyla; gerçekleştirmesi gerekir…

Eğer milli irade yoksa..

Eğer inandığı değerler vaki değilse..

Eğer bin yıllık "iman hakikatını" icra etmiyorsa o ülke ve idaresi; hiçbir şekilde ülkesiyle ve milletiyle barışık değildir...

Çağın tanımlamasıyla; o ülke demokratik bir ülke değildir.

En derin saygı ve sevgilerimle….

 


Bu Makale 3150 kere okunmuştur.