GAFFAR OKKAN, ÖLÜMÜNÜN 20. YILDÖNÜMÜNDE ANILDI!?

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği üzre yakın tarihimiz, yani cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek diyebiliriz ki yüz yıllık bir süreç, hep kargaşa, kavga, cinayetler serisinin varlığı, darbe, muhtıra, terör ve anti-demokratik hadiselerle geçti...

Sürekli vesayetler oluşturuldu.

Demokrasi askıya alındı..

Başbakan idam edildi..

Bakanlar, idam sehpasına çekildi.

Siyasi suikastlar, peş peşe yaşandı..

Faili meçhul cinayetler...

İnfazlar..

Hak, hukuk, adalet, eşitlik; “hak” getire bir kulvara sokuldu...

Halka, terör ve terörizm dayatıldı..

Din ve dil, inkâr ile asimilasyona mahkûm edildi...

Şiddet, yaşamın her alanında sıradanlaştı!..

İşte tüm bu yaşananlar, Cumhuriyet dönemini, “çıplak” bir şekilde gözler önüne seriyor...

Hal-i vaziyet, tek parti şeflik ve dipçik zihniyetinin Türkiye’ye neler getirdiğini, ifşa etmektedir...

Ki yaşananlar, kamu vicdanına yerleşmiş durumdadır.

Her şeyi çok iyi biliyor.

Cumhuriyetin faziletli bir cumhuriyet olabilme hali, ancak cumhurun arkasında olmasıyla mümkündür?

Cumhur’un olmadığı bir cumhuriyet Padişahlık dönemi gibi olur...

Yani, “Rey-i vahit..”

Tek bir yerden kumanda edilen bir yönetim...

Emirler ve uygulamalar tek merkezden!

Ki bunun da ülkeye ve millete çok pahalıya mal edildiği herkesin malumudur...

Zaten her şey ulu orta yerde.

Ama alınmış bir ders de yok..

Çünkü yaşananlar nedir, ne değildir, nereden geliyor, nereye gidiyor bilinmiyor?..

Ya da kafa yorulmuyor...

Ne hazindir ki millet bu gaflet uykusu içinde mışıl mışıl uyumaktadır.

Bize göre bir toplumun en büyük felaketi, yanlışı doğru görmek, doğruyu da yanlış görmek gafletine mahkûm olmasıdır...

Ki ülkenin yok edilmesine büyük etkendir.

Ülkeyi yönetenler de eğer bu kirli karanlıklar içerisinde yaşananlara dair, aydınlatıcı bir uygulama getirmiyorlarsa aydınlatıcı bir gerçeği gerçekleştirmiyorlarsa onların da yapabileceği bir şey kalmamış demektir...

Lakin devletin derinliğinde çok büyük kirli maceralar oluşmuştur..

Bu da dalalet ve gafletin bir göstergesidir.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Bu söylediklerimiz yalnızca bugüne münhasır değil.

Yüzyıllık bir geçmişe yöneliktir..

Şöyle, İlk kurulan Büyük Millet Meclisini bir hatırlayalım...

Yemin töreni...

Önce, Hacı Bayram Veli’de Aşr-ı Şerif ve Buhari-i Şerifler okundu..

Sonra dualar eşliğinde, Meclis açılışı gerçekleşti...

O dönemin meclisinin ne gibi kargaşalarla karşı karşıya kaldığını tarih net olarak bize bildirmektedir.

Ama yalan söyleyen tarih değil...

Dışarıdan gelen yabancı, objektif, gerçekleri yazan tarihin bildirmesiyle, bu gerçekleri öğreniyoruz...

Doğruluğuna da, inanıyoruz.

Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’in bir cinayete kurban gittiğini bilmeyen yoktur...

O cinayetin faili de Topal Osman Ağa...

Tarih sayfalarında; bu cinayet geniş yer almaktadır...

Ama velâkin, “yalan söyleyen” tarih tarafından hep saklı tutuldu...

Olay tam manasıyla deşifre edilmesin, gün gibi aşikâr olarak ortaya konulmasın diye Ali Şükrü Bey’in ölümünden üç gün sonra cesedi, Çankaya bahçesinde gömülü olarak bulundu...

Ve cinayetin faili olarak Topal Osman Ağa gösterildi...

Kısa süre sonra, Topal Osman da öldürüldü...

Topal Osman “ayağından” asıldı...

Katilin kısasla öldürülmüş olma süsü verildi...

Bu cinayet tarihi gerçeklerden biridir...

Merhum Kadir Mısıroğlu’nun, bu suikastı geniş bir yelpazede sosyal medyada paylaşıp, kamuoyuna anlattığı açıktır...

Ki Youtube’da videosu mevcuttur.

* * *

Gel gelim 90 yıl sonrasına...

Cumhuriyet dönemindeki aynı sistemin uygulamasını bu kez Diyarbakır eski Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ın şehit edilmesi olayında görüyoruz...

Bugün, şehit edilişinin sene-i devriyesi...

Bakınız sevgili okurlar.

Merhum Gaffar Okkan, 1997-2001 arasında Diyarbakır’da İl Emniyet Müdürü olarak görev yaptı...

Kendileri, Diyarbakır halkının çok büyük teveccühünü kazanmıştı.

Acımasız terör odaklarından bir kanadı PKK idi, diğer kanadı da İran yanlısı Hizbullah örgütü idi.

Bir yandan PKK terör örgütüyle mücadele ettiği gibi daha fazlasıyla Hizbullah örgütüyle çok büyük mücadele veriyordu.

Çok gerçekçiydi, devletçiydi.

Devletçi olduğu kadar halkın yanındaydı..

Halkın alt seviyesinden üst seviyesine kadar herkesin seviyesindeydi, hasb-i hali bu yöndeydi...

Kibirlik, gururlanma, kuş bakışıyla halka bakma gibi bir ucube hali yoktu...

Bilakis karşı idi...

Çok mütevazı bir insandı.

Dosttu...

Yanıma, sıkça gelip gidiyordu.

Ben de akşamları hafta ortasında, kimi zaman ziyaretine gider, sohbet ederdim...

Dobra bir insandı...

Ziyaretine gittiğimde, sıcak ve samimi bir karşılamanın yanısıra; kentle ilgili hep istişarede bulunurduk...

Ziyaretlerimde, bana hep portakal suyu ikram ediyordu.

“Biliyorum Hacı Bey sen başka şey içmezsin de sana portakal suyu ikram edeyim...

Ben rakı içiyorum zaman zaman... Beni yanlış anlama..  Ben iki defa da Kur’an hatim ettim.. Ama ne yapacaksın bürokrasiye girdik, devlete çalıştık, namaz kılamıyoruz” diyerek dert yanıyordu.

Sevgisi, dostluğu bana karşı yüksekti...

Saygısı da çoktu!

Nisan 2000 yılında, ailemizi sarsan bir olay yaşandı...

Büyük oğlum Mehmet Emin Altındağ ve arkadaşı Münir Mennan, Genç ile Lice ilçesi arasındaki Abbalı karakolu bölgesinde, “bir suikast” sonucu şehit edildi...

Bu olay, Gaffar Okkan’ı çok ama çok derinden üzmüştü...

Üç günlük taziye süresinde, bir çok kez geldi..

Fatiha’sını okuyup, benimle dertleşiyordu..

Şu sözü hep aklımda...

“Diyarbakır çok büyük bir değerini kaybetti..”

Olayın; “karanlık” sinsi ve şeytani bir plan içerdiğini kendisi de biliyor, kimi zaman da ima ediyordu..

Bu olay sıradan bir trafik kazası olamaz diye!..

Olayı irdeliyordu...

Ne yazık ki, bu olayın senesi bitmeden, Gaffar Okkan suikast sonucu şehit edildi...

***

Dedik ya, Topal Osman Ağa’nın gizli direktiflerle Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’i öldürmesi, nasıl ki devletin derinliğinde şaibeli olarak bilinen bir olay olarak kayıtlara geçti...

İşte bu olay, aslında “devletin nasıl da derinin de, faili meçhul, cinayet, suikastlar, katliamların” icra edildiğini ortaya koymaktadır...

Gaffar Okkan’ın 5 polis korumasıyla şehit edilmesi olayı da; “derin” bir plandır...

Ne kadar şaibeli ve derin bir çukur fikriyatla organize edildiğini, kimse inkâr edemez.

Devletin çok önemli kesimleri dahi bunun farkında.

Nitekim Okkan’ın vefatından 9 ay önce yukarıda ifade etmeye çalıştığım gibi merhum oğlum arkadaşıyla beraber yine bilinmeyen bir suikasta kurban gitmesi ve olaya trafik kazası süsü verilmesi ne kadar alçakça bir aldatmacaydı...

Gaffar Okkan’ın suikastı için de aynı alçalış içerisinde kamuoyunu kandırabilmiş bir seviyesizlik söz konusu diyorum!

Hem de resmiyet vasıtasıyla; bunlar yapıldı..

Zira merhum Okkan’ın vefatı saat 17.00 sularında yaşandı.

Hem de korumalarıyla beraber...

Hem de Diyarbakır’ın göbeğinde...

Hem de Emniyet Müdürlüğü’ne bir kaç metre uzaklıkta!...

Büyük bir saldırı.

O saldırıyı gerçekleştirenlerin ansızın kaybolması, denir ya yer yarıldı da yerin dibine girdi...

Kimse bunların nereye gittiklerini görmedi (!)..

Polis Teşkilatı ve Sıkıyönetim dönemindeki devletin diğer güçleri, her nedense katilleri bir türlü görmediler, yakalamadılar!...

Yaşananlar karşısında kamuoyu şuna hükmetti;

Acaba bunlar gökten mi indiler?

Gaffar’ı infaz ettiler, uçup gittiler...

Bir dizi soru silsilesi söz konusu.

Fazla başınızı ağrıtmayalım.

24 Ocak 1993’te kapısının önünde bir suikasta kurban giden Uğur Mumcu’nun da 28. Ölüm Yıldönümü olduğunu biliyoruz.

Allah ona da gani gani rahmet eylesin.

“Uğur Mumcu da o dönemki İran yanlısı Hizbullah örgütüne ihale edildi.

Yani İranlılar tarafından Uğur Mumcu suikasta uğradı.?”

Neden?

Uğur Mumcu inkârcıymış, inanmayan bir insanmış?

Yani, mışmış, mışmış, mışmış!.

Sudan bahaneler.

Hem de yalan bahaneler.

Oysaki Uğur Mumcu, kalemi keskin bir demokrattı.

Gaffar Okkan gibi onun da haksızlığa tahammülü yoktu.

Aklına ne geldiyse kalemini o yönde kullanıyordu.

Hatta bakınız, onun bir tespiti vardı.

Türkiye’nin nasıl yanlış bir sistemle yönetildiğini kaleme alırken şöyle diyordu;

“Türk vatandaşı,

İsviçre medeni kanununa göre evlenen,

İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan,

Alman ceza mahkemeleri usulü yasasınca yargılanan,

Fransız idare hukukuna göre idare edilen,

İslam hukukuna göre gömülen kişidir."

Böyle gerçekleri yazan bir yazardı.

İşte kalemini bu tür gerçeklerle yoran bir insandı.

Birilerinin zülfüyârına dokunuyordu.

Gizliden gizliye infaz edildi.

Ve o olayın da failleri yakalanmadı.

İran, Hizbullah falan söz konusu değildi.

Orada PKK’nın gölgesinde bazı karanlık ve derin güçler tarafından o suikast gerçekleştirildi ve örtbas edildi.

Tıpkı Ali Şükrü Bey ve Topal Osman Ağa’nın karanlığa gömülen cinayetleri gibi...

En derin saygı ve sevgilerimle.