GÜNÜMÜZDE FESAT VE BOZGUNCULUK ÜST SEVİYEDE YÜRÜYOR!?

Evet, sevgili okurlar.

Çağdaş cahiliye devri olarak bilinen “günümüzdeki dünya nereye gidiyor” sorusuna cevap bulunamıyor.

Zaten biz “haçlı emperyalist markoların cahiliyesinden” pek bahsetmek istemiyoruz.. Ki, artık huylanmıyoruz da...

Zira, Kur’an deyimiyle diyoruz ki; “onlar birer düşmandırlar?”...

Yüce kitabımız bunu vurgulaya vurgulaya bize anlatıyor.

Ki, batı dünyası faşisttir ve ırkçıdır.

Bu faşizmiyle, ırkçılığın karanlık bataklığına, Birleşik Arap Emirliklerini de çekmiştir.

Yüz yıldan beri, Osmanlının dağılışıyla, Hilafet-i İslamiye’nin ilgasıyla tüm İslam dünyasına yayılan “batı dünyasının ırkçı faşizanlığı” Ortadoğu’yu “kan revan” içerisinde bıraktımıştır..

Irkçılık tahakkümü her yerde!..

İslam’dan, Osmanlıdan ayrılan tüm devletçiklerin bünyesinde bugün İslam uhuvveti (kardeşliği) yerine mutlak bir ırkçılık taassubuyla günlük hayatlarını idame eden, yönetim ve anlayışlar söz konusu olmuştur..

Onun içindir ki, İslam dünyasının kanayan yarasına vakıf olan Başkan Erdoğan, Avrupa’yı şu ifadelerle tanımlamaktadır..

 “Avrupa faşizmi yeni bir safhaya geçti.

Bu tehlikeli gidiş, insanlık tarihinin en büyük katliamlarını gerçekleştiren Avrupa’nın hala aklının başına gelmediğini gösteriyor.

Avrupa, Müslümanlara karşı açtığı cepheyle kendi sonunu hazırlıyor”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “çok manidar tespitlerini” tavizsiz şekilde, dünya kamuoyuna haykırıyor..

Çünkü bu faşizan ırkçılık taassubu, bugüne özgü değildir..

Üç yüzyıl öncesine dayanmaktadır...

Batı dünyasının ve İsrail Yahudisinin, Siyonizm’in, gizli mahfelerince; İslam coğrafyasına ve yönetimlerine “aşıladılar”..

Ve ırkçılığı sürekli, körüklediler..

İlk önce Mısır’a, sonrasında da Türkiye’ye “enjekte” edip, kendi yapılarını yerleştirmeye başladılar..

Böylece hem Mısır’ı hem de Türkiye’yi, “ırkçılık” kurgusuyla; dinden uzaklaştırma operasyonuna giriştiler..

Zira aynı faşizanlık içerisinde onların gizliden gizliye Osmanlı bünyesinde yetiştirdikleri devşirme ajanlar sayesinde ümmetin her tarafı tarumar edildi.

Nitekim bugün mevcut çağda, “ırkçılık taassubuna” dayalı cehaletin, milletler üzerinde, ülkeler üzerinde, devletler üzerinde ne kadar etkili olduğunu görüyoruz..

Ki, herşey açık ve net bir şekilde kendisini gösteriyor.

Nerdeyse hiçbir millet, özellikle İslam dünyası, özellikle Türkiye, kendi milli kültürünü, milli tarihini, milli inancını yaşayamayacak kadar büyük bir bunalım içerisinde bulunuyor..

Yani toplumsal hayat akışlarının neresine el atarsanız attın, neresine bakarsanız bakın, inhirafa uğramayan, tağyir, tebdil ve değişime sokulmayan hiçbir yer kalmamıştır..

Yani fesadın ve bozgunculuğun, toplumun ve devletin hayat akışları içerisindeki yaşam tarzına girmediği, sirayet etmediği yer kalmamıştır..

İster kamu kurum ve kuruluşları olsun, ister toplumsal günlük hayat akışlarını sağlayan çalışma şekli olsun; hepsi “büyük bir tahribat” içerisinde.…

Mutlak bir cahiliyet var...

Mutlak bir inhiraf var..

Mutlak bir sapıklık var...

Siyaset alanına baktığınızda, hepsinden katlamalı var..

Her şey diz boyu misali!.

Siyaset, yalandan, kandırmadan ve aldatmacadan ibaret hale geldi..

İktisat, ekonomiksel hayat şekli, geri kalır yanı yok!..

O biçim; “şirretlik” var.

Toplumsal, kültürel yaşam tarzına baktığınızda A’dan Z"ye, sallantıda.

Ahlak ve teknoloji ha keza!..

Yani tek kelimeyle fesadın ve bozgunculuğun girmediği, yaşamın hiç bir alanı kalmamıştır..

Onun için toplum, bugünkü Müslümanlar dahi, İslam’ı Kur’an-ı ve Hadisin mana ve değerlerine uymayarak, hurafelerle kendi yaşamlarını biçimlendiriyoryar…

Yani toplumun hali hiçte iyi değil..

Şöyle ki;

Helal nedir?

Haram nedir?

Din nedir?

İman nedir?

Dünya nedir?

Ahiret nedir?

Hiç ama hiçbiri yaşamadığı gibi düşünmüyor ve sorgulamıyor da?

Herşey; İnkârcılık ve vurdumduymazlık “girdabına” mahkum edilmiştir...

İşte tüm bunlar, “cahiliye” devrinin mahsulleridir..

Ama günümüz, tanımıyla “çağdaş cahiliye devri!…”

Ortadoğu ülkeleri..

Özellikle İslam dünyası..

Ki, Türkiyemiz dahil..

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ortaya koyduğu “ferasetine, iyi niyet ve İslam’ın bayrağına sarılıp, bayraktarlığını yapmasına” rağmen,  devlet artık ilke ve prensiplerini, yani resmiyetin otoritesini, toplumun birçok yerlerine ulaştıramamaktadır..

Sahip çıkılamamaktadır.

Devlet kontrolü ve denetiminden yoksun kalan kamu kurum ve kuruluşları ne yazık ki gittikçe her gün biraz daha çürümeye yüz tutmaktadır.

Kırk yıldan beri başta PKK olmak üzere bir fiil terörle mücadele eden bu devlet, ne yazık ki somut olmayan gizli ve soyut bir biçimde yaşayan terör, feodal yapı, zorbalık ve hırsızlık başını almış gidiyor.

Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Diyarbakır’ımızda, Batman’ımızda, Siirt’imizde?.

Nereyi sayarsanız sayın!..

Vatandaş der demez büyük bir mağduriyet ve masumiyet içerisinde, yaşananlar karşısında kıvranıp duruyor..

Her nereye gidiyorsa, karşısına büyük bir sorumsuzluklar silsilesi çıkmaktadır..

Adalet derseniz..

Yargı derseniz...

Hak, hukuk, nizam... Bakıyorsunuz ki, “hepsi aslı vasfından çıkmış, kılık ve kıyafetini değiştirmiştir...”

Adeta, Adaletin perdesi kaldırılmış, zulmün üzerine konulmuştur.

Çıplak kalan adalet mefhumu oldukça yozlaşıyor.

Hukuk da aynı biçimde…

Hukuk camiasındaki olup bitenlerin hepsini buraya sermemize gerek yok.

Anayasa Mahkemesiyle yerel mahkemeler arasında yaşanan çelişkili kararlar, büyük bir uyuşmazlık içerisinde olunduğunun bir göstergesi olsa gerek..

Hele hele İş kanunu...

Birer mezalimler silsilesinde yürüyor..

İş mahkemeleri ve o iş mahkemelerinde alınan işçiden yana kararlar, açık ve net olarak adaletin, hukukun temelini sarsmaktadır..

Birer yıkıcı dinamit gibi!...

Değerli okurlar..

Bu yörede yıllar öncesinde PKK tandanslı HDP’nin bölge belediyeleri, yani yerel yönetimleri ele geçirenler, imar planları adı altında kanunsuz bir keyfilik içerisinde halkın arazileri elinden alınıp belediyelere veriliyordu.

Ne yazık ki, bu gasp kanun ve resmiyet adı altında biçimlendiriliyordu, yasallaştırılıyordu..

Hal böyle olunca, vatandaş bir şey yapamıyordu.

Diğer partiler de buna sessiz kalıyordu.

Onun için de, halk büyük endişe ve korku içerisinde HDP’ye oy vermeye devam etti!.

Yani her seçim sonrası durum, aynı...

 “Eski tas, eski hamam” misali..

Aynı denge üzerinde halkın malını yasalar adı altında zorbalığa meşruiyet tanıyarak, arsalar için verilen imarı yüzde 45-50’lere doğru almaya devam edildi..

Ama gün geldi, devran döndü denilir ya!.

Cumhurbaşkanının himmetiyle halkın bir nefes alıp rahatlaması için kayyımlar atandı.

Bazı yerlerde kaymakamlar, bazı yerlerde de Valiler başa getirildi.

Ne hazindir ki, gelen gideni aratır misali, hiçbirisi de sadra şifa olamadı..

Tam tersine HDP’li belediye başkanlarının çizgisinden zerre kadar ayrılmadılar.

Hala da devam etmektedir.

Artık halk bundan sonra hangi ümitle, hangi iktidara bakabilecek ki?

Deveye demişler ya;

“Senin boynun eğridir.”

“Yahu” demiş “nerem doğru ki?”

Bu misalle yola çıkarsak, yazımızın başında da söyledik;

Fesadın ve bozgunculuğun girmediği bir mecra kalmamıştır.

Toplumda ve kamuda ifsadın ve inhirafın yani bozgunculuğun girmediği bir mekân kalmadı diyebiliriz.

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Diyarbakır’daki bir iş mahkemesi hâkiminin yanlış ve keyfi tutumunu daha önce dile getirmiştik.

Ve demiştik ki;

“…….. nolu İş Mahkemesinin hâkimi ya hukuku bilmiyor veya da yanlı davranıyor.”

Bu her iki tutumun da hukuka aykırı olduğunu söylemiştik.

Zira davalı şirketin Avukatları tarafından şahitleri bulundurdukları halde, şahitleri dinlemeden önce dosya, keyfi olarak bilirkişiye gönderilmişti.

Yani dosya tekâmül etmeden apar topar bilirkişiye gönderiliyor.

Yasada, kanunda hiçbir yeri olmamasına rağmen..

Tabi avukatların savunma itirazlarına rağmen, hâkim bildiğini okuyor.

Davalı şirket tüm şikâyetlerini dile getirerek 11 Şubat 2020’de Adalet Bakanlığına CİMER aracılığıyla başvuruyor.

Kısa süre içerisinde 27 Şubat’ta verilen cevap aynen şöyle;

“SAYIN İLGİLİ BAŞVURUNUZ İLGİSİ NEDENİYLE HSK GENEL SEKRETERLİĞİNE ÜST YAZI İLE GÖNDERİLECEKTİR.”

Gelen cevaba rağmen ki nerdeyse aradan 9 ay geçti...

Ama hala HSK’dan veya Adalet Bakanlığından somut bir cevap alınmış değil..

Ya da söz konusu dosyaları incelemek için görevlendirilmiş bir müfettişte yok...

Kısacası, hiçbir ses seda yok.

Yorumu siz değerli okurlarımıza havale ediyoruz.

İşte bundandır ki yazımızın başında “fesadın ve bozgunculuğun girmediği yer kalmadı Türkiye’de” dedik.

Vesselam.

En derin saygı ve sevgilerimle...