HAKSIZLIĞA KARŞI SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR!? (II)

Evet, sevgili okurlar...

Dünden devam diyoruz!... Ve bir kez daha ifade ediyoruz; “haksızlığa karşı” susmayacağız; gerçekleri haykırmaya devam edeceğiz...

İlkemiz de, şiarımız da, meramımız da budur..

Doğruya, doğru, yanlışa yanlış diyeceğiz..

Ne biz, ne yayın organlarımız hiçbir şekilde; “dilsiz şeytan olma” gibi bir gafletin ve delaletin, girdabına girmeyeceğiz!...

Sohbetimize gelirsek..

Yani ülkede, yaşanan ve yaşanan olumsuzluklar zincirine, mercek tutarsak..

Ne yazık ki, karşımıza hiçte “iç açıcı bir tablo” çıkmamaktadır..

Çünkü, mevcut müesses nizamın “dişlileri, çarkı” doğru bir mecrada, hakikatleri gösteren, gerçekleri öne çıkaran; bir rotada dönmüyor..

Düzgün işlemiyor..

Şöyle ki..

Toplumsal günlük hayat akışlarına bakalım.. Yüzdelik oranla mukayesesi yapılırsa; bir çok yönüyle; “olumsuzlukları” yüksek bir yüzdelikle, ifade edebiliriz.

Yani yüzde 60 ila 70’i ki yüzde 80 bile diyebiliriz ki; “iş ve işlemler” tersyüz edilerek, sonuç alınmıştır..

İşte, ekonomiksel yaşam...

Hileli ticaret..

Haram yeme rantları..

Faizcilik sistemi..

Tefecilik...

Rüşvet..

Yolsuzluk, usulsüzlük..

Kamuda “işini bilir memur” mantığı..

Hepsi bir döngü içerisinde; “kendine” alan yaratmıştır...

Enva-i planla kısa yoldan zenginleşme!..

Ya, fuhuş..

Gayri ahlaki yaşam biçimi...

Ne hazin ki, demokrasi adı altında, insan hakları adı altında, eşitlik, serbestîyet, özgürlük gibi kavramların gölgesinde; “meşruiyet” zemini buluyor...

Vahim olan; “hak, hukuk ve adalet” mekanizmasındaki, kısır döngü!...

Çünkü, “suçlu” bir bakıyorsunuz ki, “mağdur” gösteriliyor..

Mağdur ise, “potansiyel suçlu” muamelesi görüyor...

Ya da, “mağdur” hor görülüyor..

***

Denir ya, hali alem orta yerde...

Vaki midir ki; gün “aile şiddeti, cinayeti, faciası” yaşanmadan geçsin?..

Vaki midir ki; gün “ekonomiksel” buhranlar yaratıp, bireyleri intihara sürüklemesin..

Vaki midir ki; gün “yolsuzluk, usulsüzlük, rüşvet, hırsızlık, soygun” vakıaları yaşanmasın..

Vaki midir ki; gün “maddi ve manevi yönde” hak ihlalleri yaşanmasın, dayatılmasın!...

Ne mümkün....?

Her gün, katlamalı katlamalı, yaşanıyor ve yaşatılıyor..

İşte tüm bunların vücut bulmasındaki en büyük etken, üreme merkezi “müesses nizamın” bizatihi kendisidir...

Körükledikçe körüklüyor...

Suç ve suç çeşitleri artıyor.. Suçlular, kabardıkça, kabarıyor..

Çünkü, zihinlerde, fikirlerde, ideolojiler de “kirli, batıl, dışa odaklı” mantıkla, kendini idame ettiği için; “değerlerinden ve inancından” yoksun...

***

Ülkenin fotoğrafı ortada..

Ki bölgemizin, özellikle Diyarbakır’ımızın da, resmi net!...

Fark yok...

Günlük yaşanan olaylar; toplumun ne kadar derinden derine kirlendiğini, ortaya koyuyor..

Ne kadar dininden,

Ne kadar imanından,

Ne kadar örfünden, adaletinden,

Ne kadar, gelenek ve göreneklerinden,

Ve ne kadar “ahlaki, insanı ve vicdanı” değerlerinden uzaklaştığını; gözler önüne seriyor?

Büyük bir çöküntü, büyük bir çürümüşlük!...

***

Bakınız, sevgili okurlar.

Medya grubumuzdan olan Söz Gazetesinin dünkü, manşet haberi..

Manşetin başlığı ve haberin özeti şöyle..

“NAMUS İÇİN ÖLDÜRDÜM”

Adıyaman'dan Diyarbakır'a gelen 21 yaşındaki Mustafa Aslan, 3 yıldır eve gelmeyen ablası Melek Aslan'ı Yenişehir ilçesindeki Sanat sokağında, kurşun yağmuruna tuttu. 4 el ateş ederek kız kardeşini öldüren Aslan, polise verdiği ifadesinde ablasını ailesinin namusuna leke getirdiği için öldürdüğünü söylediği öğrenildi.

***

Tablo, açık bir ifadeyle çığlık atıyor; “işte aile faciası” bu diye!..

Anlatılan olayın sebeb-i mucibesine baktığımızda; “namus meselesi.”

Evet, Mustafa Aslan diyor ki;

“Namusumuza leke getirdiği için onu öldürdüm.”

Bu olay, her gün meydana gelen yüzlerce hadiseden aslında bir tanesi..

Ama somut ve gözümüzün önünde cereyan eden bir olay..

Olay; “namusun, iffetin, şerefin, haysiyetin” toplum içerisinde, değer üstünlüğünü ortaya koymaktadır..

Ama birileri, bu değerleri görmezden geliyor...

Göz ardı ediyor..

Genç kız, Üniversite mezunu.. “Matematik bölümünden”  mezun!..

Ailesinden ayrı yaşıyor..

Gayri meşru birde ilişkisi var... Ki; o ilişki yaşadığı kişiyle de; “karakolluk?”..

İşte bu travmatik hal; geleneği, göreneği, örfü, adeti olan  toplumda; “serbestiyet” alamaz..

“Başıboşluğu” toplum kaldıramaz..

Vakıa düşündürücüdür..

Bize göre, böylesi cinayetlerin çoğalmasına, suç ve suç potansiyelinin oldukça kabarmasına sebebiyet veren, unsurlardan biri de; İstanbul Sözleşmesidir.

Evet, “İstanbul Sözleşmesi” diyoruz.

Zira “İstanbul Sözleşmesi”, İslam dışı olan her şeyi mubah görmüş, meşruiyet vermiştir..

Sanki burası Türkiye değil...

Sanki, toplum inançlı ve Müslüman değil..

Sanki, dinine imanına sahip çıkan bir ülke insanı söz konusu değil..

Sanki bu coğrafya, emperyalist batı dünyasının göbeğidir...

Ülkeye ve millete, gayrimeşru hayat ve yaşamı dayatmak; başlı başına cinayettir...

***

Sonuç itibariyle diyoruz ki..

Unutmayalım ki burası Türkiye.

Unutmayalım ki, burası Doğu ve Güneydoğu Anadolu...

Unutmayalım ki, aileler namusa, iffete, şeref ve haysiyete taviz vermezler...

Can verirler, ama boşluk göstermezler..

Çünkü, inanan bir toplumun, toplumsal hayat şartları kesinlikle İslam ahlakı paralelinde, olmalı ki toplumsa bunu istiyor..

Amma velâkin müesses kokuşmuş nizam da yüz, yüz elli yıldan beri bunu engelliyor, mani oluyor...

Yozlaştırmak istiyor..

“Sen Müslüman değil, Kemalist laikçi bir hayatla yaşamak zorundasın” dayatmasında bulunuyor..

Hal böyle de olunca aileler arasında, insanlar arasında sıkışmalar meydana geliyor?

Sorunlar, gittikçe çoğalıyor ve buna da bir türlü mevcut yasalar çözüm bulamıyor.

İktidarlar da buna çare olamıyor..

Suçlar oldukça çoğalıyor ve cezaevlerinde mahkûmlar yatak bulmakta zorlanıyor.

***

Peki, yaşanan tahribatlar yalnızca bu mudur?

Hayır.

Bir de gelelim siyaset dünyamıza.

Siyasi iktidarlar, toplumdan büyük oy potansiyeli almak için, birçok kirli insanları bünyesinde barındırıyor, milletvekili ediyor, hatta bakanlık makamlarına getiriyor...

Dahası, bölge insanlarının karakteristik hayat şartlarına uymayan bürokratların atanmasını sağlıyor.

Özellikle mülki idaredeki amirleri, bir türlü milletle imtizaç sağlayamıyor..

Sağlayabilen kişiler ne yazık ki, iktidarlar tarafından gönderilmiyor..

Yani;  “Kaş yapayım derken göz çıkarılıyor.”

Nice, iradesi zayıf olan yöneticileri, özellikle yerel idarelerdeki kimseler, devlet adamı yerine siyaset adamı bilinci taşıyor ve o şuurla halkın arasına giriyor.

Ne hazin ki, rantını düşünen nice madrabaz, nice ahlaki çöküntülere sahip olan karanlık insanlar, iradesi zayıf idarecilerin gölgesinde; cirit atıyorlar..

İktidarın, devletin imkânlarından yaşam şekillerini biçimlendirerek, rant üstüne rant temin ediyorlar..

Çulsuzken, Çullu oluyorlar..

Kimse sormuyor,  “sen bunu, bu zenginliği nasıl sağladın, nerden getirdin, nerden buldun..”

Soran, sorgulayan yok..

Bunlar, varlıklarını Demokles’in kılıcı gibi toplumun üzerine sallıyorlar..

***

Hele hele mevcut görüntüleri gösterirsek, birçok masum ve namuslu çalışan tapulu arsa ve arazi sahiplerinin elinden, gayrimenkulleri zorbaca alınıyor....

Mafya vari şekilde, arazinin üzerine konuyor..

Ama, devlet sesini çıkarmıyor.

Geçmişte yapılan arazi toplulaştırması!..

Bölgemiz ve Diyarbakır’ımız açısından hala; “bir baş belası?”

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığını yapan Diyarbakırlı AK Partili Mehmet Mehdi Eker’in nerden ithal ettiğini bilemediğimiz, kaynağı meçhul, “arazi toplulaştırma” kanunu ile milletin, arazileri peşkeş edildi..

Arazi mafyaları türedi..

Köylüler ile arazi mafyası arasında, dün olduğu gibi bugün de büyük çatışmalar yaşanıyor..

Cinayetler işleniyor..

Hiçbir resmi güç kendi varlığını da göstermiyor, seyirci kalıyor.

Olay ne zaman kanla bittiyse, adli vaka yaşandı diye savcılıklar el koyuyor..

Mülki amirler, valiler olsun, vali yardımcıları olsun, kaymakamlar olsun; bize göre bu işlerde çok pasif davranıyorlar.

Ya büyük suskunluk içerisinde kalıyorlar veya da istihdam ve iş gücü artırma adı altında vurguncu şebekelerin yardımına koşuyorlar.

Vatandaştan arazisini alıyor, OSB müteşebbislerine peşkeş ettiriliyor.

Bilemiyoruz, ne yapalım?

Buna karşı susalım mı veyahut konuşalım mı diye düşünmek zorunda kalıyoruz?

Ama kesinlikle susamayız.

Susmak da istemiyoruz.

Kamuoyu adına gerçekleri söylüyoruz.

Hem de herkesin yüzüne karşı tüm gerçekleri dile getiriyoruz.

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar..