HUKUK DEVLETİNDE CİNAYETLER SİLSİLESİ!? (II)

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü yazımızda da ifade etmeye çalıştığımız gerçeklerin ipuçları her ne kadar basında kısmi olarak yayınlanıyorsa da bir o kadarı hatta daha fazlası, yansımıyor..

Nedenler, niçinler noktasında bu fasıl tartışılır..

Ama ülke ve milleti “yarınlar” açısından, korku ve endişeye düşüren bir seyir söz konusudur...

Önceki akşam, Uzay Haber TV kanalında Sayın Ömer Büyüktimur’la yaptığımız “Kainatta İnsanın Rolü” programında da paylaştığım ana gerçek, yaşanan “toplumsal buhrandı... ”

Çünkü suç ve suçlular oldukça artmaktadır...

Ve bu hal, her gün biraz daha devletin ve milletin yıpranmasına neden olduğu gibi, insanları da derinden derine düşündürmektedir...

Peki, bunun sebeb-i mucibesi nedir?

Nerden kaynaklanıyor, neyin nesidir?

Ülkeyi ve milleti “huzursuz” eden, toplumsal buhran yaratan etkenler nelerdir?..

Kim suçlu, kim suçsuz!...

Der demez, olup bitenler karşısında, insan düşünce havsalasını sorguluyor; neden bunlar reva görülüyor diye?...

Usul-ül fıkıhta, yani İslam’ın tarif ettiği temel hukuk ilkeleri toplumda var olduğu müddetçe o toplum hiçbir zaman kendi pusulasını şaşırmaz...

İstikametini dost doğru belirler.

Ancak, İslam şeriatının tespitleri doğrultusunda değil de tam tersine yola çıkılırsa, o yol sahibini sahil-i selamete götürmez...

Bilakis yolun yarısında kalır...

Bu itibarla diyoruz ki hukuk devletinin olmazsa olması olan, ana tema ve gerçek strateji, beş ana unsura bağlıdır.

1- Toplumun inandığı ve bağlı bulunduğu yüce İslam dini.

Din mefhumu, din kavramı, toplumun zihninden, ruhi derinliklerinden, beyninden sıyrılıp uzaklaştırıldığı takdirde, o toplumun yetiştirdiği insanlık cevheri dizginlenemez...

Bu itibarla her şeyin başı din mefhumudur, din kavramıdır, ubudiyet-i mutlakadır.

Onun korunup, kollanmasıdır..

Allah’a gerçek manasıyla yaklaşım tarzıdır.

O da dinin emrettiği ibadetlerle olur.

Helal nedir, haram nedir bilinmeli!?

Eğer ki dinin tarif ettiği, tanımladığı gerçekler manzumesi paralelinde millete, gençliğe, ailelere, “din” götürülmediği takdirde…

Yani dini kavram emir ve hükümleri paralelinde gençlik yetiştirilmediği takdirde, toplum o beş ana unsurun başında gelen din kavramını yitirmiş demektir.

Din, nefis yani can, mal, akıl, nesil.

Bu beş ana unsur yeryüzünden kaldırılıp arş-ı âlâya fırlasa, uçsa gitse dahi, insanlar onu yakalayamadığı müddetçe o toplum hiçbir zaman kendine çekidüzen veremez.

Badirelerden, kargaşalardan, terörden, ahlaki çöküntülerden, çürümüşlükten kendini kurtaramaz.

Biz zaten bunu hem dünkü yazımızda yazmıştık, hem de yukarıda belirttiğim gibi programda da Ömer Büyüktimur bey ile de paylaşmıştık.

Kamuoyuyla da paylaşmak istedik.

Çünkü bu bilimsel bir gerçektir.

İkincisi; Bir toplumun uzun ömür yaşayabilmesi için, ekonomisini faizden, ribadan, tefecilikten, bankacılık sisteminden fersah fersah uzak tutması gerekir.

Ekonomisini sağlamlaştırmayan bir toplum; faizin, tefeciliğin kucağına düştüğü zaman, sonuç itibariyle ekonomiksel köleleşmeden kendini arındıramaz...

Toplumsal bir köleleşme olur...

Çaresiz kalır...

Kendine bir yön de veremez.

Hal-i âlem meydanda...

Gerçekler orta yerde bariz bir şekilde kendini zaten ele veriyor.

Eski çağlarda toplumları yola getirmek isteyen, özellikle İsrailoğullarının yapmış olduğu fesat ve bozgunculuğu önlemek için, onların içinden, kendi nesil ve ırklarından dahi gönderilen Peygamberler, o toplumları ancak ya kurtarmışlardır ya da kurtaramamışlardır.

Hz. Salih Semud kavmine gelip onları ikaz ederken, diyordu ki;

Eni’budullahe” “Kesinlikle Allah’a kulluk görevinizi yerine getirin, Allah’tan şaşmayın, Allah’ı tanıyın.”

Bu çağrısına rağmen, o toplum ikiye bölündü, millet birbirine girdi...

Hz. Salih’e karşı da diklenmiş oldular...

Ama Hz. Salih daima onlara dua ederek doğru yola davet etmiştir.

Belki Allah sizi affeder” diye onlarla haşır neşir olmuşsa da onları bir türlü kurtaramamıştır.

Neml suresinin 48. Ayeti sarahaten ve işareten ifade ettiği gibi;

“O şehirde (insanlar arasında) dokuz çete vardı ki, bunlar iyiliğe hiç yanaşmaz, ülkede bozgunculuk ve fesat çıkarıp dururlardı.”

Birbirinden bölünüp parçalandılar.

Ama Hz. Salih yine Peygamber, onlar da “ke en lem yekûn.”

Kıyamete dek Hz. Salih’in ismi var, mekânı var, Allah nezdinde ve insanlar nezdinde kutsanmış bir Peygamber olarak bilinmektedir.

Ama o bozguncu çete yok olup gitti.

Onlar o kadar düşman kesildiler ki birbiriyle yeminli sözleşme paralelinde ittifak ederek “biz Hz. Salih’i uyutacağız ve öldüreceğiz, sonra çıkıp sahiplerine diyeceğiz ki yemin olsun, bizim onun ölümünden haberimiz yok. Bilin ki biz en dürüst ve sağlam bir topluluğuz” diye yaftalar hazırlıyorlardı.

Anılan surenin 48. Ayeti o dokuz çetenin varlığından bahsediyor...

Aynı surenin 50. Ayeti aynen şöyle buyuruyor;

Onlar (böyle) bir tuzak kurdular. Farkında değillerken biz de (kendilerini helak edecek) bir tuzak kurduk.”

Netice itibariyle Kur’anın tespitleriyle gerçekleşmiş tarihi bir olay bu.

Ve bunun gibi birçok Peygamberin verdiği mücadeleler neticesinde daima o Peygamberler başarılı olmuşlar.

Onların izinden gitmeyenler yerle bir olmaktan kendilerini kurtaramamışlardır.

Görünen odur ki bugünkü hal, bugünkü medya, özellikle yazılı medyaya her gün açıp baktığımızda toplumsal iğrenç mezalimlerle karşılaşıyoruz.

Gerek ekonomiksel olsun, gerek ahlaki çöküntüler olsun, gerek gasp ve cinayetler olsun.

Bunların her biri kendi kulvarında silsile olarak yayılıp durmaktadır.

Mevcut müesses nizam ve bu müesses nizamı elinde tutan, gelen giden siyaset ve siyaset erbapları, ne yazık ki bunları bir türlü önleyemiyor.

Buna rağmen inatla, ısrarla “illaki biz bu işleri sürdüreceğiz” diyorlar.

Ama gerçek odur ki hiçbir önlem alınamıyor, suç ve suçlu potansiyeli oldukça fazlalaşıyor.

Bizi onaylayan gerçek de günlük yazılı ve görsel medyanın vermiş oldukları haberlerdir.

Örneğin; dünkü SÖZ Gazetesinin birinci sayfasının alt köşesinde yazılan ve çok dikkat çeken bir haber.

Ürkütücü, haberi okudukça insanın tüyleri ürperiyor...

Bu yalnız mı?

Daha bir hafta bitmedi.

Mimar Başak Cengiz’in İstanbul’da suçsuz ve günahsız bir şekilde öldürülmesi…

Bakın, “KİMLİĞİ NETLEŞTİ” başlıklı haber aynen şöyle;

Bismil'de önceki gün parçalanmış şekilde bulunan cesedin sırrı çözüldü. Cansız bedenin kayıp Mehmet Kağanarslan'a ait olduğu tespit edildi.”

Evet, sevgili dostlar.

Bizden dostane uyarı…

Demişler ya;

“Fe inkane zekiyen feke faken”

Eğer sen zekiysen, özetlemek üzere bu başlıklar sana kâfidir.

Eğer anlamaya hazırlıklı değilsen, fayda vermez.

Velev ki Tevrat ve İncil okunsa bile.

Ne kadar uzatırsak da faydasızdır.

Fakat orta yerde cinayetler çoğalıyor.

Evler yıkılıyor.

Aileler yok olup gidiyor.

Ahlaki çöküntüler had safhada.

Peki, sonuç ne olabilir?

Bariz şekilde toplumsal bir düzelme söz konusu olmazsa, beklenen bizi yakalar.

En derin saygı ve sevgilerimle.