Görüş Bildir

HUKUK DEVLETİNDE CİNAYETLER SİLSİLESİ!? (III)

Sevgili okurlar..

Dünden devam derken, yazı başlığımız aynı..

“HUKUK DEVLETİNDE CİNAYETLER SİLSİLESİ!?..”

Başlığımız, çok yönlü bir anlam içerdiği gibi, ülkenin de hal-i pür melalini gözler önüne seriyor...

Denir ya “Görünen köy kılavuz istemez”..

Nitekim ülkemizde, özellikle coğrafyamızda, olup bitenler “çığlık çığlığa” kendini ifade ediyor...

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki yaşanmakta olan olumsuzluklar, gemi azıya vurmuş...

Diz boyu vakalar!…

Hukuk dışı antidemokratik uygulamalar mı dersiniz?

Keyfilikler mi dersiniz?...

Önem  arz eden bazı kamu kurum ve kuruluşlarındaki vatandaşa reva görülen anlayışlar mı dersiniz?...

Bugün git yarın gel, olmazsa öbür gün gel” diyebilecek, şuur kilitlenmesi yaşayan, kamu görevlileri mi dersiniz?

Ve tüm bunların yanı sıra, çoğalan suçluların işledikleri suçların cezasız bırakılması hali mi dersiniz?

Her kulvarda kendine hayatiyet bulan yasadışı yapıların, oluşumların, sektörel mafya zihniyetinin, hüküm sürme hali mi dersiniz?

Denir ya, ne derseniz deyin hepsi bilfiil söz konusu ve yaşanıyor..

Bir dokun bin ah işit” misali...

Toplum, olup bitenlerin karşısında, çok endişeli ve hızla zarar görmektedir...

Vaziyete, 7’den 70’e herkes de vakıf...

Korku, endişe ve çaresizlik içerisinde, olup-biteni izlediği gibi,  derdine derman olan da yok!...

Az sonra kapsamlı bir şekilde, bu mevzuya dönüş yapacağım..

Ama öncelikle Sezai Karakoç Hocamızın vefatıyla ilgili birkaç kelime etmek istiyorum...

Malumunuz üzre çok saygıdeğer Ahmet Sezai Karakoç Hocanın evvelki günkü vefatı herkesi üzdüğü gibi bizi de derinden üzmüştür.

Hiç kuşkusuz ki takdir-i ilahi denilen bir gerçek var.

Yani, ecel mukadderdir.

Günü, saati, dakikası gelince herkes o takdire “hoş geldin başım gözüm üzerine” diyecektir..

Ki demek zorundadır...

Ve ehl-i iman, ehl-i İslam, tebdil-i mekânla bu dünyadan göç eder..

Ebediyete intikal...

Kabrin; dünyanın son mekânı, ahretin de kapısını açan ilk mekân olduğuna inancımız gereği inanıyoruz..

Ki herkesin ona bağlı olma mecburiyetinde olduğu da açıktır.

Bu itibarla merhum Karakoç Hocamızın Edebiyat, Şiir, Ahlak, İnanç ve İslam’a bağlılığını herkes takdirle karşılamıştır.

Seven sevmeyen.

Zaten sevmeyen olduğuna inanmıyoruz.

Herkes onu sevmiştir, baş tacı etmiştir.

Ve büyük Fatihalarla sevgisini tazelemiştir.

Merhumun şiirinden birkaç cümle sizinle paylaşalım, sonra rahmet-i İlahiye ile baş başa bırakalım.

Geyvenin gülleri ve beyaz yatak

Kanadı kırık kuş merhamet ister

Ah, senin yüzünden kana batacak

Mona Roza siyah güller, ak güller

Ulur aya karşı kirli çakallar

Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa

Mona Roza, bugün bende bir hal var

Yağmur iğri iğri düşer toprağa

Ulur aya karşı kirli çakallar

Açma pencereni perdeleri çek

Mona Roza seni görmemeliyim

Bir bakışın ölmem için yetecek

Anla Mona Roza, ben bir deliyim

Açma pencereni perdeleri çek...

Zeytin ağaçları söğüt gölgesi

Bende çıkar güneş aydınlığa

Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi

Seni hatırlatıyor her zaman bana

Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi

***

Mona Roza başlıklı şiirinin cümleleri arasında geçen çok önemli ve anlamlı ifadeler var.

Örneğin diyor ki;

Ulur aya karşı kirli çakallar

Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa”

Bakınız işte bu ifadeler günümüzdeki işini bitirip kirli emellerine ulaşmak isteyen İslam düşmanlarının mevcut kirli sistemlerin gölgesinde kendilerine hayat biçmelerine atıfta bulunuyor...

Kirli tezgâhlarla beraber yaptıkları kirlenmeleri de ortaya koyuyor...

Ama işari yollarla.

Derin mecaz kullanarak bunları söylüyor.

Az ifadelerle çok anlamları dağıtan, yayan bir şair...

Kendisi bunları yazarken, ne söylediklerini o bilmiştir.

Hayatını iman meşaleleriyle geçiren bu ulu insana tekrar Allah’tan rahmet diliyoruz.

Saygıyla dualarımızı, Fatihalarımızı gönderiyor, ruhunu yâd ediyoruz.

Çocukluğu Ergani, Maden ve Dicle’de geçen usta Karakoç, henüz çocuk yaşlarda okuma aşkıyla büyüdü.

Karakoç 1950’li yıllarda kaleme aldığı Türk Edebiyatının en sevilen şiirlerinden biri haline gelen “Mona Roza” ile okuyucunun kalbinde taht kurmuş bir değer..

Biz de bu inançtayız zaten.

***

Evet, sevgili okurlar.

Her gün dünyamız biraz daha yaşlanıyor, büyük insanları alıyor götürüyor.

Toplum, mana âleminde nerdeyse başsız kalıyor.

Tabi bu memleket çok büyük insanları yetiştirdi.

İnşallah bu büyük insanların vefatları, manen ve hükmen gençler varlığımıza birer yeni fideler olarak dikilip, yeşerecekler...

Aynı bu büyük insanların yerini dolduracaklar diye dua ediyor ve düşünüyoruz.

***

Değerli okurlar..

Gel gelelim, yazı serimize...

HUKUK DEVLETİNDE CİNAYETLER SİLSİLESİ”..

Bu başlığımız; toplumdaki günlük hayat akışlarının ne kadar “dehşetli” gelişip, yürüdüğü ve yol aldığını gösteriyor...

Özellikle toplumun ne kadar hukuk dışılığa ve oldukça çürümüşlüğe, ahlaki çöküntülere yüz tutup gittiğini ifade ediyor...

Başta söylediğimiz gibi.

Devletin birçok kamu kurum ve kuruluşlarının, özellikle bu coğrafyada, özellikle Diyarbakır’ımızda işlerin günü gününe, saati saatine gerçekleşmediğinden dolayı, büyük mağduriyetler yaşanıyor...

Telafisi mümkün olmayan zararlara neden oluyor..

Hem maddi, hem manevi!...

Çünkü, vatandaşa “bugün git yarın gel” misali yola çıkan bir anlayış, hüküm sürmektedir..

Türkiye’nin “hukuk devleti” olma kimliğine yakışmıyor...

Bazı belediyelere atanan kayyımların, özellikle büyükşehirlerdeki kayyımların “keyfe ma yeşa” hükümranlıkları vatandaşa adeta “diz çöktürtüyor?”..

Üzüyor, yoruyor ve düşündürüyor.

Bu tür şeyler yalnız bugüne özel veyahut bu iktidara yönelik yapıla gelen işler değil..

Aslında mevcut sistemin, yani müesses nizamın yıllardan beri yürürlükte olduğu, özellikle bu coğrafyamızdaki terörle mücadele adı altında çalışma keyfiyeti ne yazık ki 1984’lü yıllardan tutun...

Yani PKK’nın ortaya çıkıp hayat bulduğu tarihten bugüne kadar, “tavşana kaç, tazıya tut” misali, yanıltıcı unsunlar ciddi manada varlık gösterip, palazlanmışlardır..

Hileli tezgâh...

Dün ne ise bugün de aynıdır.

Terörle mücadele şekli 30 sene evvel ne ise bugün aynı haller yaşanmaktadır.

Görünen odur ki devlet bütün güçlerini PKK veya FETÖ gibi terör unsurlarıyla mücadeleye adamış durumda...

Mücadele, terörü kökten sildirme amacını taşıyorsa da fakat heyhat!

Ne yazık ki yukarıda bahsettiğim gibi devlet imkânları bazı ellere teslim edilmiş veyahut bazı kirli siyasetin “S” harfinden anlamayan, siyasetin gölgesinden bile geçemeyen kimliksiz insanların eline devletin, iktidar partinin imkânları verilerek bu bölgede, “teröristten, terör örgütlerinden” daha haşin bir şekilde “terör” estiriyor...

Bize göre 1990’lı yıllarda bu coğrafyada uygulanan kirli siyasetin halini ne yazık ki aynı kimliksizlerin milletvekili adını taşıyarak devletin hedeflediği terör odaklarıyla gizliden gizliye dost olup, devlet imkânlarını kendi kirli emellerine alet ediyorlar...

Bu minvalde, kirli çakalların mevcudiyeti gözden kaçmıyor.

Bakınız, sevgili dostlar.

Dünkü SÖZ Gazetesinin birinci sayfasında büyük puntolarla verilen bir haber...

 “EYMÜR’E SUÇ DUYURUSU..”

Haberin başlığı böyle, detay spotu ise şöyle..

 “1990’lı yıllarda yaşanan insanlık dışı işkence ve kötü muameleler ile yargısız infazları itiraf eden MİT eski Kontrterör Daire Başkanı Mehmet Eymür hakkında Diyarbakır Barosu suç duyurusunda bulunarak yargılanmasını istedi.”

Bu haber, gerçekten yakın tarihimizdeki yani geçmişimize yönelik olup biten kirlenmeleri, o dönemdeki üçlü koalisyondaki olup bitenleri bize bir kez daha hatırlattı.

Diyarbakır Barosunun yalnızca Eymür hakkında suç duyurusunda bulunması yeterli değil.

Bize göre Eymür, tabiri caizse zurnanın son deliğidir.

Aslında hukuk adına suç işleyen, yargının başında bulunan ve hem de dönemin DGM Cumhuriyet Başsavcısı olan Nihat Çakar, hem de dönemin Jandarma Alay Komutanı olan emekli Albay Eşref Hatipoğlu, onun halefi durumundaki Albay Mecit Korkut ve o dönemdeki eski MİT Bölge Başkanı Cemal Uzgören, Jandarma Alay Komutanlığı bünyesindeki İstihbarat Başkanı Cemal Temizöz…

Mehmet Eymür, bu tür zevatların yaptıklarının başında değil, kuyruğunda kalıyor..

Başta söylediğim gibi zurnanın son deliği...

Ve bunların da başını çeken, devletin en önemli makam ve mevkiini işgal eden, çağımızda Moiz Kohen’lerin, Yunus Nadi’lerin baş temsilcisi olan sabataist Yaşar Büyükanıt’tı.

Onun yanında çalışan 7. Kolordu Komutanlığının iki kurmay başkanı olan Erhan Tavşancı ve Reha Şatana gibi emekli albayların dahi itirafları var bu hususta.

Bu milletin AK Partiden beklediği ve beslediği ümitler, işte o tarihleri kurcalayıp, devleti böylesine kirli çakal anlayışlardan kurtarmasıdır...

Ama heyhat!

Ne yazık ki 2002’den 2010’a kadar, hatta 2012’ye kadar AK Partinin bugün yön değiştirerek, başka gömleklerle halkın karşısına çıkmaları, halkı, özellikle yöre insanlarımızı çok üzmektedir ve ümitsizliğe sürüklemektedir.

Ancak ne var ki yine de dua edelim.

Bu devletin başında büyük devlet adamı Recep Tayyip Erdoğan vardır..

Her şeyi ince eleyip sık dokuyan bir devlet büyüğüdür..

Bu millet önce yüce Allah’a, sonra ona ümidini bağlamıştır.

Ya o olmasaydı!...

Bugünkü hal-i durumumuz “beterin beteri” olurdu?

En derin saygı ve sevgilerimle.


Bu Makale 4048 kere okunmuştur.