HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ DEYİNCE AKLA NE GELİR?! (II)

Sevgili okurlar..

Bir önceki yazımızın minvalinde sohbetimizi bugün de sürdüreceğiz..

Mevzularımız, birbiriyle paralellik arz ediyor..

Ki yazı başlığımız da aynen yerini koruyor..

Ne demiştik başlığa;

“HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ DEYİNCE AKLA NE GELİR..?!”

Öyle ya; “hukuk diyoruz” ama hukuku “üstün” kılan etkenlere, ne kadar riayet ediciyiz..

Ya da; “neyi, nasıl” kavrayıp, adil olabiliyoruz?..

***

Tabi, önceki yazımızda birçok konu başlığını ve tabi ki mübarek Ramazan-ı Şerif’in de manevi atmosferiyle; “irdeleyip” sizinle hasbıhal etmiştik...

Bugün, güncel yaşadığımız hadiseleri de “harmanlayarak”  konularımızı detaylandırıp, satır aralarını açmak istiyorum..

Ama önce bir hatırlatma yapalım, Cuma günkü yazımızda ne demiştik...

Yazıya şu ifadeyle giriş yapmıştık...

“-Bu akşam mübarek Ramazan-ı Şerif’in ilk “Teravih Namazını” kılacağız...

Tabi ki ilk sahur da bu gece..

Yarın da ettiğimiz niyetle nefsin muhasebesiyle oruçlu olacağız..

Ramazan süresince yaşam şeklimizi, Allah’ın on iki ay içerisinde seçmiş olduğu mübarek Ramazan ayının feyzinden, bereketinden toplumumuza uğur getirmesinden yana çalışmamız gerekir.

Ramazan, sadece şekli olarak “oruç tutma halidir” diye düşünmemek lazım.

Ramazan, inanan İslam dünyası için ahlakın üstünlüğüdür, kulun Allah’a karşı nefsine hâkim olmasıdır...

Kişilerin kötü yola sürüklenmesine engel olmak, tağuti maceralardan kurtarma sınavıdır...

Mümkün mertebe bu mübarek ayı Allah’ın emriyle, Resulullah (S.A.V)’in uygulamalarıyla, biz de o inanç paralelinde zevkle, tatlılıkla, güzellikle, ihya etmeliyiz...

Mübarek ayda, her saniyemizi ibadetle geçirmiş gibi olalım...

Namazımızda, ibadetimizde gevşetme hâsıl etmeyelim.

Teravihimizi cemaatle kılalım.

Ki bizi iki yıl boyunca Teravih namazından uzak bırakan kötü belalardan, musibetlerden, hastalıklardan korusun diye de Ramazan-ı Şerife Allah’a duayla başlayalım.”

* * *

Sevgili okurlar..

İşte bu ifadelerin ışığında icra ettiğimiz sohbetimize ilaveten bugün de diyoruz ki;

-Her Müslüman için ibadet, elbette ki İslam’ın temel inancıdır.

Ve bu inancın rotasındaki ibadetlerin başını çeken de; “Namaz ve Oruç’tur.”

Zekâttır..

Hacdır...

Kelime-i Şehadettir.

İslam’ın şartlarını teşkil eden bu ibadetler Müslüman’ın günlük hayat akışının olmazsa olmazıdır!...

Onu, gafletten, dalaletten, yani nefsi ve şeytani sapkınlıklardan arındırır ve korur!...

Mü’min, her koşul ve ortamda bunları yaşaması gerekir!...

Her ibadetin kendisine özgü, yeri ve zamanı vardır...

Vuku bulduğunda, yerli yerinde o ibadet şeklini yerine getirmesi gerekir..

Ki bu Mü’minin, Allah’a olan kulluk görevini ifa etmesidir..

Bir Müslüman, bunları yaşayamıyorsa veyahut yaşamak istemiyorsa hem de inanmayarak yaşamak istemiyorsa, Allah korusun çok büyük tehlikeler silsilesinden kendini koruyamaz.

Hem bu dünyada, hem de ahirette...

Mahkeme-i Kübra’da yargılanacaktır...

Yüce Yaradan’ın vereceği hükümlerle cezalandırılacaktır..

Ne yazık ki yaşadığımız çağda ”gaflet ve dalalet” çukurunda debelenen ve kendisine sözde “Müslüman” diyen nice; “şeytani karakterler” var..

Bunlar, gaflet uykusuna dalanlardır...

Son süratle giden, frensiz araç misali...

Hem kendilerine, hem çevrelerine “fenalıkların” en büyüğünü yapmaktadırlar..

Kimi farkında, kimi farkında değilse de; özü itibariyle büyük bir “inançsızlık” bataklığı içerisindeler..

***

En vahimi de..

Sorsanız “ben Müslüman’ım” diyor.. Ama ne Müslümanlık “vasfını” yerine getiriyor, ne de Allah’a olan kulluk görevini!...

Sanıyor ki; “ölüm yok, hayat hep böyle sürüp gidecek..”

Yok öyle...

Her doğumun, bir ölümü..

Her ölümün, bir Mahkeme-i Kübra’sı vardır..

Çünkü, insan fanidir..

Ölüm ve yaşam arasında çizgi “bir nefestir?”..

Her fani ölümü tadacaktır..

Ölüm, ansızın insanı yakalar..

Yeri ve zamanı belli değil..

Ecel geldiğinde; kimse müdahale edemez..

İnsanoğluna “ölüm” geldiğinde geri dönmek olmadığı gibi “ah, oh” nedameti de fayda getirmez!.

O fırsatı kaçıran Mü’min, her şeyi kaçırmış demektir.

İşte Ramazan-ı Şerif İslam alemi için, tüm Müslümanlar için “bir fırsat, bir tövbe, kendine gelme” zaman dilimidir!..

Ramazan ayı, Kur’an-ı Kerimin yeryüzünü aydınlattığı zaman dilimidir.

Kur’an’ın bu ayda inmesi hasebiyle, bu ay Kur’anla şerefyab olmuştur...

Bereket ve uğur getiren bir vakittir...

Hiçbir Müslüman’ın bu fırsatı, bu zamanın hayır ve bereketinden, sevabından, kendini alı koymadan, kaçırmaması gerekir.

Sevgili okurlar..

Orucun da üç ana çizgisi vardır.

1- Umuma ait oruç tutma hali, yani herkesçe tutulan oruç..

2- Hususi oruç, yani orucun özelliğini taşıyan oruç.

3- Hususun hususu orucu vardır, yani özelliğin özeli manasını taşıyan oruç.

İşte bu üç mertebe çok önemlidir.

Herkesin buna kendini hazırlaması gerekir.

Birinci basamak;

Yani umuma ait oruç, herkesin normal sahur vaktinden güneşin batması vaktine kadar yemekten, içmekten ve diğer insani hallerden korunma şeklidir.

Herkesin bu şekilde kendini yemekten, içmekten, şehvani arzularından alıkoyma hali oruçtur.

Yukarıda ifade ettiğimiz gibi; bu herkesin tuttuğu bir oruç.

Bir de özel kişilerin orucu vardır.

Bu da günlük hayat akışlarını kötü şeylerden, yani dedikodulardan, yalandan, iftiradan, yalan yere yemin etmekten, gıybetten, kötü konuşmalardan, gözle kötü şeylere bakmaktan, haram işlemekten alıkoyma orucudur.

Üçüncü basamak ise;

Orucun o iki kısmını taşımakla beraber, bir fazlası da yani üçüncüsü de hal ve edvarlarını günlük toplumsal hayat akışları içerisinde iyi ahlaklı, Allah’tan korkma hali..

Kalbi ve vicdani derinliklerine yansıtma haline dair; oruç.

“Ben oruçluyum, bir şey yemiyorum, içmiyorum, haramdan da kendimi alıkoyuyorum” tüm bunlarla beraber bir de Allah’a karşı mütevazı bir kul olma halidir, nefisle mücadele etme şeklidir.

Hal, hareket ve davranışlarımızla oruçlu olduğumuzu böylece göstermeliyiz...

Bu itibarla orucun üç ana mertebesini taşıyan bir mümin, gerçek manada imanını korumuştur...

Ciddi bir mümin olarak yaptığı ibadeti, Allah nezdinde kabul ve karin olur.

Bu itibarla Cenab-ı Allah orucun her üç mertebesini de her mümine nasip eylesin diye dua ediyoruz.

Amma velâkin.

Bunun tam tersi, “orucum, yemiyorum, içmiyorum” deyip ağızlarda pis kelimeler, yalan yeminler, yanlış sözler, başkasının malını yemeler ve mütecavizane saldırgan bir hal olduğu zaman, yalnızca günlük yemekten içmekten kendini alıkoymak yetmez.

En derin saygı ve sevgilerimle.