Görüş Bildir

HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNE İNANAN BİR TÜRKİYE’DEYİZ(!)

Evet, sevgili okurlar.

İki günden beri yazımıza başlık olarak “HUKUK SİSTEMİ + DEMOKRASİ = EMPERYALİZMDİR!?” ifadesini kullanmaktayız.

Bugünkü yazımızın muhtevasına uygun olarak, değişik kavramları da bünyesine taşıyıp,  “HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNE İNANAN BİR TÜRKİYE’DEYİZ” ifadesini kullandık.

Doğrusu irdelemek lazım...

Bugüne kadar gelen giden iktidarların hiçbirisi, gerçek manada ne hukukun üstünlüğünü icra edebilmişlerdir, ne de demokrasiyi bir bütünlük içerisinde, uygulayabilmişlerdir..

Pek tabi ki aynı minvalde, ne insan temel hak ve özgürlükleri ve ne de ülkenin bölünmez bütünlüğüne yönelik sadra şifa verebilecek herhangi bir uygulamaları görülmemiştir.

Bilakis, tam aksi yönde faaliyetler yürütülmüştür...

Onun içindir ki, yıllar yılıdır katlamalı olarak suç ve suçlular artmıştır...

Yasadışı tüm yapılar “gemi azıya vurmuş” misali, kabardıkça kabarmıştır..

İnanan bir millet olarak, Kur’an’a ve Hz. Muhammed (S.A.V)’e intisap eden bir ümmetin bireyleri ve toplumu olarak, ne yazık ki bir türlü aradığımızı bulabilmiş değiliz...

Sürekli, gel gitleri yaşamış bir durumda olmuşuzdur..

Çünkü, sözde ile özde bir türlü birbirini dengeleyememiştir...

Bu itibarla hiçbir alanda hak tecelli etmediği gibi hukukun gölgesi bile faaliyet göstermemiştir...

Demokrasi batı dünyasının tefsiriyle uygulanıyor?

Demokrasi batı endeksli olunca işleyiş ülkemiz için tam tersine adaletsizlik, hukuksuzluk ve kanunsuzluk olarak ilerlemektedir...

Olumsuzluklar diz boyu..

Halk deyimiyle, her şey beriberdan!

Evet, bugünkü sohbetimizde kaleme aldığımız dikkat çeken başlıklar rastgele başlıklar değildir.

Gara olayının açığa çıkarılması için iki Bakan, TBMM’nde bilgilendirici konuşma yaptılar.

Özellikle İçişleri Bakanı Sayın Soylu altı çizili önemli noktalara değindi...

Hassasiyeti yüksek, ama bir o kadar da duyguluydu..

Soylu, Gara Operasyonu hakkında TBMM Genel Kurulunda milletvekillerini bilgilendirirken, şöyle konuştu;

“Bunları getirip ailelerine teslim etmek istedik, ama bunu gerçekleştiremedik.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan da,  operasyona dair şu ifadeyi kullandı...

“Gara düştü Allah’ın izniyle, iş bitti” dedi.

Elbette ki devletin zirvesinde bulunan Cumhurbaşkanının bu ifadesinin ciddiye alınması gerekir.

Ne diyor Cumhurbaşkanı?

“Gara hadisesi milletimizi ve devletimizi korumak için, sınırlarımızın ötesinde güvenli bir alan oluşturma kararımızı pekiştirdi.

Gara önemli, sıkıntılı bir bölgeydi ve Gara düştü Allah’ın izniyle, iş bitti.”

Hiç kuşkusuz ki, en yetkili zevatın ağzından çıkan bu ifadeler, bu milletin kalbine yerleştirilmiş birer resmi imzalardır.

Kalplere atılan bu imzalar, inşallah rastgele imzalar olmayacaktır..

Ve o ifadeler yerde kalmayacaktır...

Halk hem Cumhurbaşkanının söylemlerine, hem de her iki Bakanın Meclisteki konuşmalarına güveniyor.

Ancak iç tabloya bakıldığında, yani Anadolu sathında yıllardan beri terörle mücadelenin uygulama hali, öyle gösteriyor ki bugüne kadar siyasetin sözüyle özü az da olsa bile birbiriyle örtüşmedi?..

Allah devletimize zeval vermesin.

Kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerimizin de yapmış olduğu canhiraşane mücadele inkâr edilemez.

Bu halk, elbette ki Mehmetçiğine de içtenlikle dua ediyor.

Amma velâkin oluşan, tarihe geçmiş bazı olayların yaşanması ve kim yapmışsa yapılan iğrençliklerin yanına kâr kalmış olması da, göz ardı edilemez...

Kimse de inkâr edemez...

Hep ifade ediyorum..

Söylemler afaki olmamalı..

“Şöyle oldu, böyle oldu, şu gitti, bu geldi” gibi söylemler resmi ağızlardan çıkıyorsa, “gerçekçi” olması lazım..

Denir ya, “sözü de özü de bir olmalı?”..

Ama ne yazık ki, bir asırdır ülke ve millet hep “yalan söyleyen bir tarihin” hegemonyası altında, batı orjinli bir siyasi felsefenin dibacesinde, “huzuru ve istikrarı” bulamıyor..

Güven tesis edici bir yaşam ve gelişim alanı, sağlanamıyor..

Onun için, hal-i vaziyetler, insanı gerçekten derin düşüncelerin dehlizlerine kaptırıyor..

 

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Dünkü Diyarbakır Söz Gazetemizin birinci sayfasında manşet olarak şöyle bir haber yer aldı...

 “Şaylemez’in ölümüne neden olan telefon, öldürmek için Almanya’dan gelmiş.

KARDEŞİ ÖLDÜRDÜ; NAMUS MESELESİ!”

Bu haber, Türkiye’nin özellikle Güneydoğu Anadolu’nun, halkın içinde bulunduğu ızdıraplarla dolu aile sorunlarından bir örnek...

Aile çöküşü!..

Kardeş kardeşi sokak ortasında infaz ediyor.

Niye?

Bakınız, daha önce de benzer bir olay yaşanmıştı.

Melek Aslan 21 Ekim’de Diyarbakır’ın Ofis semtindeki Sanat Sokağı'nda 21 yaşındaki kardeşi Mustafa Aslan tarafından başından ve göğsünden vurularak öldürülmüştü.

Bu cinayetler de “namus uğruna” diye nitelendiriliyor.

Peki, ne oldu da bu millete namus bu kadar sokağa düştü ve cinayetler yaşanıyor.

Demek ki zaman, zemin ve yasa kötü işlere açık olduğu için, zamanın bazı genç kızları başıboş olarak “öğrencilik” sıfatıyla yola çıkınca kötü yola düşmüş oluyor, devlet de önleyemiyor.

Bunlar hatırlayabildiğimiz olaylar tabi.

Daha niceleri var.

Basına yansıyan, yansımayan, “ölümle sonuçlanan” olaylar var...

Toplumsal bir çöküntü hâkim.

Hiçbir siyasi zevat bunları inkâr edemez.

Onun için yazımıza başlık olarak “HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNE İNANAN BİR TÜRKİYE’DEYİZ” ifadesini kullandık..

Daha önceki iki yazımızda da “HUKUK SİSTEMİ + DEMOKRASİ = EMPERYALİZMDİR!?” ifadelerini kullanmıştık..

Bunları her ne kadar başlık olarak kullanıyorsak da bazılarının, özellikle siyaset dünyasının kulakları çınlasın diye yazıyoruz.

Aynı zamanda hakka ve hakkaniyete, adalete inanan halkımızla bu sorunları paylaşmak maksadıyla burada, dillendiriyoruz..

Yani demek istediğimiz;

“Bu darbecilerin, vesayetçilerin anayasasıyla yüz yıldır idare edilen bir Türkiye, bundan sonra daha nereye gidecek” sorusuna cevap aramak gerekir diyoruz...

Ama ne yazık ki, soruya yanıt veren yok.!

Böyle olunca devletin terör odaklarıyla vermiş olduğu cihat ve mücadele bir türlü sonuçlanmıyor.

* * *

Sevgili okurlar!

Yine dünkü Diyarbakır Söz Gazetesinin sayfasının sol köşesinde “SUİKASTIN ÜZERİNDEN 28 YIL GEÇTİ” başlıklı habere dikkatinizi çekmek istiyorum..

Merhum Şehit Orgeneral Eşref Bitlis’in Ankara’dan Diyarbakır’a gelirken, “suikast” sonucu şehadete ermesinin sene-i devriyesi...

Ne yazık ki, olay uyduruk bir tempoyla tersyüz edilerek, geçiştirildi...

Oysaki 17 Şubat 1993’te Ankara’dan Diyarbakır’a gelmek üzere hareket eden uçağın Yeni Mahalle’deki PTT işleme merkezinin bahçesine düşmesinin sonucu Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis, 2 subay, 1 astsubay ve 1 PTT görevlisi şehit oldu.

Olayın üzerinden bugün 28 yıl geçti...

Malatya’da 1933’te dünyaya gelen Bitlis, 1952’de Kara Harp Okulu’ndan Teğmen olarak mezun oldu.

Okulu bitirdikten sonra Almanya’ya eğitime gitti..

1969’da Silahlı Kuvvetler Akademisini de bitirdi.

Akademide, başöğretmen olarak göreve başladı..

1978’de Tümgeneral oldu.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin komuta kademesindeki terfileri kazanmış çok değerli, inançlı bir general.

İşte bu kahraman General’in ölümü üzerinden 28 yıl geçmesine rağmen hala “olayın sır perdesi” aralanmış değil..

Faili meçhul raflarda tutuluyor..

Benzer nice olaylar var...

Tuğgeneral Bahtiyar Aydın Paşa gibi

24 Ocak 2001’deki Gaffar Okkan’ın suikastı dahi, hasır altı edildi..

Derin odaklardan kaynaklanan kirli bir katliam..

Ki kaşla göz arasında, “duman” oldu...

Okkan’ın ve 5 korumasının şahadeti de benzer olaylar gibi; sıradan görüldü?

Demek ki bozukluk içten var.

Gerek bölgede ve gerekse ülke genelinde sistemin yetiştirdiği nice kötü niyetli, münafık tıynetli görev yapan organizatörler var.

***

Sevgili okurlar.

Gerçekten bu ülkenin, bu milletin yaraları çok derindir.

Sorunlar yumağı bir türlü çözülemiyor.

Acaba suçlu kim?

Suçu tetikleyen etkenler nelerdir?

Hukuk nasıl uygulanıyor?..

Adalet nasıl gerçekleştiriliyor?.

Hepsi büyük bir muamma...

Çünkü sorunlar yumağının üzerine sürekli şal çekiliyor.

İnanın, sevgili dostlar.

Hatırlıyorum bugün gibi.

Türkiye’nin içinde bulunduğu manzara, 1960-1970’li yıllarda Suriye’de, Irak’ta, Afganistan’da ve Mısır’da aynı minval üzere terör odakları iktidardaki bulunan muhafazakâr hükümetleri, sürekli hedefte tutuyorlardı...

İstikrarsızlık yaratma gayreti içerisindeydiler..

İşte Mısır..

General Abdülnasır’ın darbesi..

İhvan-ı Müslimin teşkilatının varlığına yönelik girişilen operasyonla, nice Seyyid Kutub’lar ve arkadaşları hepsi idam edildi.

Bir sonraki hamlede, batı dünyasının dikta hegemonyasına köle olarak iktidarı ele geçiren Abdülnasır, Mısır’ın devlet yönetimini “kanlı süreçlere” mahkûm etti...

Keza Suriye’de..

 1970’li yıllarda bugünkü Beşar Esed’in babası Hava Generali Hafız Esed pusuya yatmıştı...

Yine suya sabuna dokunmayan, her şeyi idare-i maslahatla geçiştiren bir muhafazakâr hükümet iktidarda bulunuyordu..

Ama Fransa siyasetinin yetiştirdiği Hafız Esed, Suriye ordusunun içerisinde yer aldı..

Sonra, ihtilal yaptı...

Dersini, talimatını, bağlılığını tümüyle Fransa emperyalizminden almıştı.

Bir gecede 100 tane ulemayı idam etti..

Hama ve Humus’u üç gece karanlığa gömdürdü..

Darbeyi gerçekleştirdi, iktidarı ele geçirdi.

Ve bugünkü o iktidar, o günkü o hal, bugünkü Suriye’nin bu hali.

Kan gövdeyi götürüyor değil mi?

Keza 1968-70’li yıllarda bu kez Saddam Hüseyin, yine emperyalist köle Mısır’ın kışlalarında yetişmiş bir asker olarak generallik rütbesini alarak, Bağdat’a geldi...

Ve darbe yaparak iktidarı ele geçirdi..

Irak’ın altını üstüne getiriyor.

Acımasız dikta ve hain bir yönetim!.

Irak’ı eninde sonunda o kirli siyasetiyle Amerika’ya teslim etti..

Ama medet umduğu ABD onu da güme götürdü..

İpi boğazına çektirdi...

Zira ABD onu bir sigara olarak kullandı.. Sonra da tutup izmarit gibi çöpe attı.

Allah korusun.

İstemiyoruz, ama endişeliyiz.

Türkiye’mizde yaşanan 27 Mayıs’tan tut, 12 Eylül 1980, 28 Şubat, Taksim Gezi Parkı olayları, 17-25 Aralık operasyonları ve nihayetinde 15 Temmuz kirli başarısız darbe girişimleri…

Bunlar sıradan olaylar değildir sevgili dostlar.

Bunları burada kısa keselim.

Daha detayıyla sizinle paylaşmak üzere yarın sohbetimize devam ederiz..

En derin saygı ve sevgilerimle.


Bu Makale 1304 kere okunmuştur.