Görüş Bildir

KEMALİZM, İTTİHAT TERAKKİ’NİN SİYASİ AYAĞI!?

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbet yazımızdan da anlaşıldığı gibi…

Hamiyetçilik, millete hizmet (!) anlayışıyla yola çıkan bugünkü küresel siyaset, ne yazık ki gerçekle bağdaşmıyor...

Uzaktan yakından kendi milletlerine hizmet etme yaklaşımı, içerisinde bulunmuyorlar?

Bırakın, tüm insanlığa, kendi milletlerine yapabilecek bir hizmet ahlakı ve şiari yoktur...

Maneviyat, deseniz hiç yok..

Hep maddeye dayalı bir anlayışı benimsedikleri için; “rantta rant..!

Gerçek şudur ki, kim ne yaparsa yapsın, ne söylerse söylesin, hangi olayın üstünü örtmeye kalkarsa kalksın, olayların en büyük müfessiri, açıklayıcısı zaman dilimidir!…

Çünkü, yer küresindeki olup bitenler hiçbir zaman; “saklı” kalmaz, üstü örtülemez..
Er ya da geç; “gün yüzüne” çıkar...

Sormak lazım, bugünkü hamiyetçilik (korumacılık) adı altında yola çıkanların kaçta kaçı samimidir ve ciddi bir anlayışa sahiptir?..

Kimse cevap veremez?!.. Veren varsa da; maddiyat odaklı konuşur..

Ama zaman geçtikçe; “eriyen karlar” misali hakikatler de kendini göstermeye başlar!..

İşte siyasetin, kirli fikriyatı bu hakikatte saklıdır...

Yanlış siyasiler ve yanlış siyaset; toplum nezdinde yeri ve zamanı gelince, gerekli cevabı alır, şamarı da yüzüne iner!..

Çünkü o siyaset yıpranmıştır, deşifre olmuştur, çirkin yüzü ortaya çıkmıştır...

Bakınız, Bediüzzaman Said-i Nursî Hazretleri 16. Mektubun üçüncü mebhasında, siyasete dair şöyle diyor;

“Fikr-i milliyet adıyla yola çıkanlar şu asırda çok ileri gitmiş, hususan dessas, hilebaz, Avrupa zalimleri sözde hamiyetkar (toplumları koruma altına alan siyaseti kastediyor) bunu İslamlar içinde menfi bir surette uyandırıyorlar.

Bu ırkçılığı İslam dünyasının arasına da sokmaya çalışmışlardır, ta ki parçalayıp yutuncaya kadar...”

Demek anlaşılıyor ki; “milliyetçilik” libasıyla yola çıkan bir çok düşüncenin altında çok önemli hileler ve oyunlar tezgahlanmaktadır...

En barizi, İttihat Terakki Cemiyeti..
Hangi fikirle yola çıktı, hangi fikri sahada uygulamaya başladı?..

Ki, bunu tezgâhlayan Avrupa hamiyetfroşları, yüzyıldan beri İslam dünyasının içine soktukları “kavmiyetçilik, ırkçılık, milliyetçilik” fitnesiyle;  İslam düşmanlığı en kolay şekilde yapıla gelinmiştir…

Ve bu akımdaki ana gaye; “İslam’ı toplumun” tüm manevi değerleri içerisinden, “söküp” atmaktır!…

Nitekim, “maneviyatı” bırakıp her şeyi “maddiyata” odaklandırdı..

Bu öylesine bir fitne atmosferi oluşturdu ki, İslam dünyası içerisinde özellikle Türkiye’de dini duyguları yaşamak, yaşam biçimi haline getirmek “yasak” hale getirildi, yaşamak isteyene de; “ hayat boyu” düşmanlık körüğü oluşturuldu...

Aslında, o dindaşlara adavet (düşmanlık) dolaylı olarak, onların şahsiyetlerinde,  İslamiyet’e ve Kur’ana düşmanlık beslendi, ki hale besleniyor?

Yani, İslamiyette adavet (düşmanlık) bütün bu vatandaşların hayat-ı dünyeviyeye (dünya hayatına) ve hayat-ı uhreviyesine (ahiret hayatına) açıkça bir düşmanlıktır.

Hamiyetçilik adıyla yola çıkan bu hamiyetfroş unsuriyetçi ve kavmiyetçi gruplar, Hayat-ı İçtimaiyeyi İslamiye’yi (Müslümanların toplumsal yaşam şeklini) tamamıyla önleme çabası içerisinde olmuşlardır.

Gayeleri; onlar ve onların nam-ı hesabına faaliyet içerisinde olanlar rahat çalışsınlar, çalışabilsinler!

Yolları açık olsun, kimse onlara engel oluşturmasın!..

İslam’a inanan ve onu yaşam biçimi olarak kabul edenlerde farklı argümanları kullanarak hep “saf dışı” bıraktılar..

Geri plana attılar, çalışmalarına ve varlıklarına hep engel olundu...

Cumhuriyetten kısa süre önce ve sonrasında İslam dünyasında ve Türkiye’mizde, milliyetçilik adı altında yola çıkan insanlar, hiçbir zaman hamiyetkâr, muhafazakâr olmadılar...

Bilakis, düşmanca bir bakışla hep varlık gösterdiler...

* * *

İşte siyasetin dünü ve bugünü noktasında diyoruz ki; yeryüzündeki siyaset, tümüyle olmasa bile en azından nisbi olarak düşünürsek, yüzde 80’i ranta dayanıyor, kandırmacadan ibarettir ve küresel bir hayatın altını üstüne getirme çabası içerisindedirler!..

Bu itibarla fesat yuvalarını besleyip, toplumu dinsizlik, imansızlık bataklığına sürükleyen “ırkçılık ve kavmiyetçilik” anlayışından, uzak durumalı!...

* * *

Evet, bu tür yapılanmaların temeli batı dünyasına dayanmaktadır.. Orada temelleri atılmıştır...

Sonradan, İslam dünyasının içine ihraç edilmiştir.

Ne yazık ki Osmanlıyı yıkmak için yola çıkan birer tahrip kalıbı olan, “ırkçılık, kavmiyetçilik, milliyetçilik” gibi yapılar, yine Avrupa’dan, haçlı emperyalizmden, Siyonist İsrail’den oluşa gelmiştir!...

Nitekim bu oluşumlar, bazı hamiyetfroşları ele geçirmiş ve onlar da ırkçılık, jön Türkçülük adına, İttihat Terakki partisine hayatiyet kazandırmışlardı...

İttihat Terakki Cemiyeti ise bilindiği gibi tarihi efsanevi 31 Mart Hadisesinin en büyük fitneci unsurlardan olmuştu.

Ta ki onunla Sultan Abdülhamid’i de tahtan indirebildiler…

Ve nihayetinde aynı grup sonuç itibariyle Osmanlıyı I. Dünya Savaşına soktu.. Cihanşümul bir imparatorluk yok edildi…

Haince, İngilizleri İstanbul’a aldılar… 

Müstevli, işgalci, İngilizler gelip İstanbul siyasetini ele geçirdi..

Tabi, İttihat Terakki partisinin rezaleti deşifre edilince bu kez “Cumhuriyetçilik” adı altında yeni bir proje oluşturdular...

İttihat Terakki Partisinin Osmanlıdaki birçok subayını da buraya aktardılar...

Askeri ve sivil unsurlardan neidüğü belirsiz insanları seçip, çok önemli yetkilerle donattılar..

Makam ve mevki sahibi yaptılar…

Cumhuriyetten sonra çeyrek bir asır içerisinde yani 25-30 yıl gibi bir zaman dilimi içerisinde, devletin bünyesinde halk düşmanlığı oluşturuldu..

İslam düşmanlığı, devletin eliyle yapılmaya başlandı!...

Ve toplumun içerisinde terörize edilmiş unsurlar oluşturuldu...

Fitne fesat ortaya çıktı, bin yıllık kültür ve tarih yok edildi.?
Aba ecdattan kalan medeniyet yok edildi...

Başta “Harf İnkılabıyla” Kur’anla oynandı...

Ki, o günden bugüne kadar ne yazık ki bu millet yüzyıl gibi bir süreç içerisinde iki yakasını bir araya getiremedi...

Ki getireceğe de benzemiyor..

Şimdi de hiçbir şey olmamış gibi batı dünyası korona virüsü adı altında yeni bir veba hastalığını dünyaya ihraç etmiş.

Ve ne yazık ki Türkiye’miz de bundan nasibini almış durumda.

Toplum her ne kadar devletiyle milletiyle el ele vererek bu fitneden, bu hastalıktan kendini korumaya çalışıyorsa da ne yazık ki panik var, hezeyan var, titreşim var, korku var.

Bilim kurulu adı altında her ne kadar bilime dayalı toplantılar yapılıyorsa yapılsın ki yapılmaktadır.

Buna rağmen, hiçbir zaman birisi sadra şifa verebilecek, insanı rahatlatabilecek bilimselliğe dayalı bir görüş belirtebilmiş değil...

Tedavi yok, bu virüse karşı bir türlü ilaç bulunamıyor.

Nerdeyse bir buçuk aydan beri bu hezeyan, bu korku, bir türlü toplumun içinden çıkmıyor..

Avrupa’dan ithal edilmiş bu virüs fitnesi bakalım bu toplumu nereye götürecek?

Dikkat çeken, bilim adamları bilimsel olarak büyük bir çaresizlik içerisinde kıvranıp dururken, hiçbirisi maneviyattan, dini gerçeklerden, milletin tarihinden ve kültüründen ola gelmişliğinden bahsetmiyor, yaklaşım göstermiyor.

Oysaki bu millet, her şeyden evvel Müslüman’dır, inançlıdır.

24 saat 5 vakit namazla, abdestle, temizlikle, taharetle kalkıp oturan bir toplumdur...

Bu korona virüsünün, İslam dünyası içerisinde oluşması bize göre mümkün değil, ama ne yazık ki baş göstermeye başlamıştır, o da mikrop ve pislik saçan dış ülkelerden gelenlerin virüsüdür.

* * *

Bu da bir gerçektir ki mevcut müesses nizamın yıllardan beri “Kemalizm” adı altında devam ede gelen anlayışı, kesinlikle İslam düşmanlığıdır, Kur’an düşmanlığıdır, toplumu yekvücut olarak İslam’dan oldukça uzaklaştırma fikriyatıdır...

Ki her zaman söylediğimiz gibi; Kemalizm kesinlikle ve kesinlikle İttihat Terakkinin bir uzantısı ve siyasi ayağıdır.

İttihat Terakki Partisi bu millete ne getirdi?

Getirisiyle götürüsünü karşılaştırırsak; karşımıza büyük bir yıkım çıkmaktadır..
Ve o yıkımda, tümüyle İngilizlerle işbirliği yapan darbeci subayların eliyle yapıldı.

İş başında oldukları için, Osmanlı yok edildi, Hilafet-i İslamiye yıkıldı, Milli varlık, şeref ve haysiyet ayaklar altına alındı.

Osmanlı ortadan kaldırıldıktan sonra, İslam coğrafyası oldukça küçüldü, hem de küçüldükçe küçüldü.

Her zaman burada sizinle paylaştığımız bir gerçek var o da şudur ki “Lozan Zaferi” adı altında “Lord Curzon” ile imzalanan o anlaşma, o sözleşme, tümüyle devletin ve milletin yok edilme projesidir, planıdır ve ihanetidir.

Zira Osmanlı döneminde Avrupa’ya kadar yayılan bir devlet gücü, bir milli güç, 3 milyon kilometrekarelikten 740 bin kilometrekareye düşürüldü...

Türkiye’nin oldukça milletiyle, ülkesiyle nerdeyse bütünlüğüne halel getirildi, bütünlüğü zedelendi!..

Nitekim, o günden buyana gelen giden iktidarlar, devletin bünyesini terör odaklarından, bir türlü kurtaramamıştır.

27 Mayıs darbesinden başlamak üzere ta 15 Temmuz 2015’lere kadar devam ede gelmiştir.

Ve hala da, büyük belirsizlikler içerisinde toplumsal bir bunalım içindeyiz yol yürümekteyiz!.

Virüs korkusu var, ekonomiksel sıkıntı var, toplumsal bir çürümüşlük var ve ahlaki çöküntüler diz boyu.

Hep ifade ettiğim gibi, bunun yegâne kurtuluş çaresi, bize göre Kur’ana sarılmaktır.

“Âli İmrân” suresinin 100. Ayetinden tut 110. Ayetine kadar o yüce ilahi mesajı okuyup onunla kalkıp oturmak, onunla yaşamak ve gençliğimizi yeniden toplumsal olarak Kur’an tedrisatıyla donatmak ve böylece yıllardan beridir içimize enjekte edilen kirli anlayışı söküp atmaktır...

Eğer bunu başara bilirsek, virüsü de içimizden atlatacağız, defedeceğiz ve millet olarak, sahili selamete kavuşacağız..

Çünkü Kur’an bize diyor ki

“Vela tesev fil ardi müfsidin (Yeryüzüne bozgunculuğu yaymayın, aranızdan kaldırın.)”

“Emr-i Maruf, nehy-i münkeri uygulayın.”

Devlet ve millet el ele verip, bu inanç paralelinde yaşamadığı müddetçe, maddi ve manevi virüslerden kendini kurtaramaz.

Onun için, diyoruz ki bu korona virüsü rastgele bir virüs değildir.

Toplumların kendine çekidüzen verip, içini haram yeme hastalığından kurtarıp, helal yemeye, dürüst çalışmaya, Müslümanca yaşamaya bağlanmasıyla; bu virüs yok edilebilinir!...

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar...

 


Bu Makale 1283 kere okunmuştur.

Yorumlar