KORUMA VE KOLLAMA GERÇEĞİ BATILDA DEĞİL, HAKTA OLMALIDIR!?

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbetimizde uzun uzadıya sizinle memleket meselelerinin ana konularını, irdeledik...

Özellikle yaşadığımız bu coğrafyada ve tabi ki Diyarbakır’ımızdaki bazı resmi veya yarı resmi kurumlarda, çok büyük yanlışlıkların var olduğuna dair önemli tespitleri dile getirmiştik...

“PAKDEMİRLİ DÜN DİYARBAKIR’DAYDI” başlığıyla yayımlanan dünkü yazımızın son paragrafında tüm bu olup bitenlere karşı “kim kimleri koruyor ve kolluyor”  diye de sormuştuk...

İşte bu sorunun ikmale gelmesiyle, bugünkü yazı başlığımızı; “KORUMA VE KOLLAMA GERÇEĞİ BATILDA DEĞİL, HAKTA OLMALIDIR” cümlesiyle bütünleştirdik...

Az sonra değineceğimiz meselelerin daha bir “gerisinin” anlaşılabilinmesi için; yazıya pür dikkat diyorum..

Ki “dillendirilmeyen” bazı mevzuları dillendireceğim...

Şöyle ki..

“Dost acı söyler...”

Evet, biz de 19 yıldan beridir, iktidar da bulunan Ak Partili dostlara, “bu vecizenin” ışığında seslenmek istiyoruz..

Çünkü gerçekler gizlenemez...

Bizlerin ve medya grubumuzun da ana ilkesi ve temel amacı da; “her ne olursa olsun, hangi koşulda olunursa olunsun; “gerçekler” temel düsturumuzdur..

Yani olmazsa olmazımızdır; gerçekleri sahiplenmek!...

Var olan hakikati de buradan haykırmak!?..

Velev ki zülfüyara dokunsak bile..

Zaten bu minvalde pervamız yok!...

Bizim için hiç sorun teşkil etmiyor..

***

Sevgili okurlar..

Bir haftadan beri Kürşat Ayvatoğlu isimli bir genç, ülkenin “gündemini” meşgul ediyor...

Özellikle yazılı medyanın birinci sayfalarında, “boy boy resimleri” var...

Bu Ayvatoğlu, genç bir insan.

AK Parti Genel Merkezinde “ön büro” elemanı...

Ama her ne hikmetse, kilit noktalarda ve önemli insanlarla iç içe...

Nerdeyse kol kola...

Yazılanlar, çizilenler, korkunç...

Yazar Abdurrahman Dilipak, iki gün önce “Ah Gençlik” başlıklı yazısında, Ayvatoğlu’nu öne çıkararak, Türkiye’nin gerçeklerini ve gençlerin geldiği noktayı kaleme almıştı.

Biz de bu paralelde diyoruz ki;

AK Partinin gerçek kimliği nedir?..

AK Parti, muhafazakâr, temiz ruhlu, bütün kirli şaibelerden Müberra...

Dosdoğru...

Kamuoyuna, AK Partiyi bu çerçevede lanse ediyoruz.

Kamuoyu da böyle görüyor...

Çünkü AK Partinin ve devletin başında Cumhurbaşkanı Erdoğan bulunuyor...

Muhterem bir insan...

İnanılan ve güvenilen bir lider...

Yoksa 19 yıl bilfiil bu millet “iradesini” teslim ederek, onu iktidarda tutmazdı?..

Hal bu iken der demez ortaya çıkan Ayvatoğlu’nun “pisliklerine” ilişkin, derin bir düşünce hâkim oluyor...

Kıyıdan kenardan veya doğrudan doğruya veya gizliden gizliye bu partiye sızdırılmış “yamuk, hileli, kirli anlayışa sahip insanların” olmasını, “kim neyle izah” edebilir?

İşte bu soruya günlerdir yanıt aranıyor...

Parti gerçekten liberal bir parti mi oldu?.

Çünkü parti kendini muhafazakârlıkla topluma tanıtıyor.

Demokrat ve liberal!...

Ama yine muhafazakâr olarak görünüyor.

Şöyle ki...

Partiye gönül veren, hatta kurucuları arasında yer alan çok inançlı, bilgili zevatın bulunduğu tartışılmazdır...

Kimse de partideki “muhafazakâr” kimliği inkâr edemez.

Ama gel gör ki, bugün nerdeyse yüzde 70’i partinin içinde yoklar..

Kimi istifa etti, kimi istifaya zorlandı..

Hal-i hazırda, parti “sola” doğru demezsek de “liberal demokrasiye” doğru evirilmektedir.

***

Bakınız, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Milli Değerlerle örtüşmeyen “İstanbul Sözleşmesini” feshetti.

Sözleşmeyi “yürürlükten” kaldırdı...

Tepki sesleri yükseldi...

Tabi ki CHP’den, sol, sosyalist, komünist, ulusalcı çevrelerden, siyasilerden, medya Kalemşorlarından “vay senmisin” sözleşmeyi fesh eden, deyip yaygara koparıyorlar..

Bunları insan anlar..

Çünkü, Milli İradenin paralelinde yürüyenler değiller..

Ama ne oluyor da, AK Parti’nin içerisindeki bazı milletvekillerinin, “Sözleşmeye” dair homurdanma halleri..

Sosyalistlerle, ulusalcılarla aynı paralelde “ahkâm” kesiyorlar...

El birliğiyle; AK Partiyi topa tutmuş durumdalar.

Oysaki AK Partiye oy veren gerçek muhafazakâr ve temiz ruhlu insanların istek ve talebi neticesinde bu sözleşmeden çekilmiş olduğu bilinmektedir.

***

Kürşat mevzusuna dönersek..

Ayvatoğlu’nun kokainman olduğunu ki kendisinin, bu yönde itirafları mevcut.

Bakın şöyle itiraf ediyor;

“Ben uyuşturucu veya uyarıcı maddelerden esrar maddesini ve kokain maddesini tahmini olarak 1,5 yıldır kullanmaktayım… Kullanmış olduğum esrar maddesini genelde arkadaş ortamında para karşılığı olmadan kullanmaktayım. Ancak kokain maddesini tam olarak tanımadığım arkadaş ortamından Ayhan olarak bildiğim 35 yaşındaki erkek şahıstan alıyordum. 1 gram civarında kokain maddesini 500 TL karşılığında satın almaktayım.”

İşte bu itiraf her şeyi anlatmaya yeter de artar!...

Peki, AK Parti kendi aralarında birbirlerini sorgulamaları gerekmiyor mu?

Arkadaş bu Ayvatoğlu nereden geldi?

Kim getirdi ve nasıl bu duruma gelindi?

Bunun araştırılması gerekirken nerdeyse “sus pus” içerisinde hasıraltı edilircesine üzerine kirli bir şal çekiliyor.

Kirli ve ayıplı insanların varlığı üst partide nerdeyse koruma altına alınıyor.

Keza geçenlerde de yine yazdığımız gibi iki dönem Diyarbakır’dan AK Parti milletvekili olarak seçilip TBMM’ne gitmesi ile milletvekilliğini idame ederken kadın olmasına rağmen kendisine verilen erkek koruma polis memurunun “siciline” bir bakın…

Kayseri’de Mehmetçiği taşıyan servis otobüsüne saldırı düzenleyip 15 Mehmetçiğimizin şehit edilmesine neden olan kişiye “sahte kimlik düzenleyip” yurtdışına kaçmasını sağlayan biri!...

Ve nitekim şu an içeride.

Bunu defalarca yazdık.

Bu partiye neler oluyor?

Bu koruma ve kollama şekli nereye dayanıyor?

Ve parti niye böylesine kirli suçlamalarla karşı karşıya gelmek zorunda kalıyor?

Bir türlü kamuoyuna da net olarak herhangi bir açıklama da yapılmıyor.

Yani kamu vicdanını ferahlatan bir açıklama yok.

Keza bölgemizde, Diyarbakır’ımızda gerek Valilikçe olsun, gerek bazı Kaymakamlıklarca olsun ve gerekse şehir dışındaki bazı ilçelerin Kaymakamları olsun…

Hatta bir ilçenin Savcılık makamı…

Suçu müspet kesinlik kazanmış, bütün delilleriyle beraber, şikâyetçi ve davacı adamlar tarafından o ilçenin Savcılığına “suç duyurusunda” bulunulduğu halde, nerdeyse 8-9 aydan beri aynı suçlu insanlar o ilçenin Kaymakamlığının himayesi altında adeta “dokunulmazlık”  kalkanı altında tutuluyor..

Ki o suç işleyenler bariz bir şekilde vatandaşların çalışma özgürlüğüne keyfi olarak engel olup “tehdit, hakaret, şantaj ve yol kesme” eylemlerini yapmalarıyla beraber bu durum hiç yaşanmamış gibi nerdeyse hasıraltı edilmiş durumda.

Aldığımız bazı bilgilere göre, yine bölgesel veya yerel bazı siyasi unsurları devreye girerek, devletin önemli makam ve mevkilerine müdahale edilerek, olaylar “sumen altı” ediliyor..

“Şüyuu vukuundan beter” misaliyle birileri siyasi nüfuzunu kullanarak devletin önemli yerlerine müdahale mi ediliyor?

Ama denir ya “nereye kadar?”

Net olarak şunu ifade ediyoruz; “bu koruma ve kollama” kim ve kimin nam-ı hesabına yapılıyor?

Cevap bekliyoruz.

En derin saygı ve sevgilerimle.