KÜFÜR DÜNYASINA KARŞI SOSYAL İSLAM(!)? (II)

Evet, sevgili okurlar.

Bir önceki yazımızın başlığı altında bugün de, sohbetimize aynı minvalde devam ediyoruz..

Ama çok çarpıcı ve kapsamlı olarak, değişik konuları irdeleyeceğiz…

İlk mevzumuz, Kovid-19…

Üç aydan beri korona virüs üzerine bütün dünya nasıl siyasetini güdüyorsa, politikasını icra ediyorsa, milletleriyle, devletlerin arasındaki diyalogları nasıl sağlıyorlarsa, Türkiye’mizin de ortaya koyduğu strateji aynıdır…

Hiçbir farkı yoktur.

Belalı ve musibetli virüse karşı dünya ittifak içerisinde mücadele sergiliyor..

İspanya’da ne gibi mücadele şekli varsa, İtalya’da da, Amerika’da da Almanya'da da o şekilde bir mücadele var…? Keza, ülkemizdeki mücadele de; birebir aynıdır.

***

Bir önceki yazımda ifade ettiğim gibi; kâinat içerisinde hiçbir şey tesadüfi değildir…

İllaki bir hikmeti vardır…

İşte bu inançla yaşayan insanlar, "yaşam şekillerini de" bu şekilde düzenlerler..

Ama ne olursa olsun, bu inanç kesin bir inançtır.

Çünkü, kâinat tesadüfi olarak yaratılmamıştır.. İçindeki olup bitenler de hiçbir zaman tesadüfi değildir.

Bütün dünyanın, yüce kudretin, yüce saltanatın yüce gücüne inanarak hareket etmesi gerekir…

Ama ne yazık ki hiç de öyle hareket etmiyor…

Her şey tesadüfmüş gibi bakılıyor.

“Vay efendim virüs Çin’den geldi..

Vay efendim insan ölümünde Amerika rekor kırdı..

Vay efendim İtalya’da şu kadar kişi öldü..”

Gibi ifadeler, yazılı ve görsel medyanın "manşetlerinde" yer almaya devam ediyor…

Lakin, bir kahraman çıkıp da demiyor;

“Yahu tamam da…

Ey insanoğlu!

Geçmişine bir bak.

İnsanlık tarihini bir incele…

Nice kavimlerin, nice ümmetlerin başına gelenlerin hiçbiri tesadüfi olmamıştır...

Şamarı hak eden yüz, mutlaka ilahi şamarı yüzüne yemiştir-yiyecektir…

O şamar, bugün olmazsa, yarın, yarın olmazsa diğer gün..

Ama, mutlaka ve mutlaka "o yüze" o şamar inecektir…

Sabırla o şamarı  beklemelidir.

Hz. Nuh (A.S)’ın kavminden tutun da Hz. Muhammed (S.A.V)’in Kureyş kabilelerine kadar?…

Gelen giden tüm peygamberlerin; "bu inanç" doğrultusunda verdikleri çok önemli mücadeleler ortada.

Bela ve musibetler geldikleri zaman da kesinlikle sadece isyankârlara rücu etmez…

İnanan kitleleri de kapsar…

Denir ya; "yaşla kuruyu" birlikte alıp götürür… Ki buda, yine tesadüfi değildir.

İlahi bir hükümdür.

Nitekim bu ilahi hüküm, güçsüz olan insanlar için, günah yerine mükâfattır, hak edenler için de mücazattır (cezadır) ve intikamdır...

* * *

Evet, sevgili dostlar...

Bakıyoruz ki, inanmayan küfür dünyasının, bu bela ve musibete karşı duruşu ne ise, ne yazık ki İslam dünyasının da aynı duruşu sergilediğini görüyoruz…

Hele hele siyasal İslam’ın duruşu, bize göre küfür dünyasının duruşundan hiçbir farkı yoktur.

Hâlbuki, İslam dünyası inanması lazım…

O inanç paralelinde düşünmesi gerekir.

O düşünceye göre Allah’a o yüce kudrete yalvararak "şifa" dilemesi ve belayı, musibeti iyi okuması gerekir…

Aksi takdirde hiçbir şey yapamazlar.

Devletler, milletler, özellikle “Dünya Sağlık Örgütü” dahi ne yaparlarsa yapsınlar, Allah’ın kudreti karşısında çok aciz kalacaklardır ve kalmış durumdadırlar da zaten.

***

Madalyonun diğer yüzüne de bakarsak…

İslam dünyası, başta Türkiye dâhil olmak üzere İslam’ın ana çizgi ve kurallarını yaşamak yerine tam tersine siyasal İslam, sosyal İslam’ı da kendi rüzgârına kaptırmış vaziyette; bir yaşam söz konusu!…

Bu gidişat, bizi nereye götüreceğini bilemiyoruz tabi...

Bakınız, cihanşümul bir devletin yıkılışından sonra darbeci generaller ve paşaların birçoğu gerçek unvanlarında kalmayıp, üç dört yıl içinde maşaya dönüşmüş hallerini yakın geçmişimiz bize göstermektedir.

Adam paşa…

Osmanlı'yı "darbe" ile çökertiyor…

Padişahı tahtan indiriyor…

Halk adına, millet adına bunu yaptığını söylüyor..

Ama sonra bir bakıyorsunuz ki, o paşa tam bir maşa imiş?..

Fransa’daki Siyonist, Marksist, emperyalist, masonik kafaların "uşağı" çıkıveriyor?

İşte son bir asırdır, sürekli ülkenin ve milletin "darbelerle" yüz yüze gelmesindeki ana gerçek de budur…

"Maskeli yüzler ve zihinler" korona virüsünden beterdirler..

Yeni Türkiye’mizde her ne kadar değişiklikler yapılmışsa da, "zihni ve yüzü" maskeli kişiler bir ölçüde ayıklanmışsa da, millilikle hiç alakası olmayan yeni düzenler, mevcut sistemler, yürürlükteki nizamnameler, hala varlıklarını sürdürüyorlar…

Ve bunlara da; “Milli” olmadıkları halde “milli” kavramının hala da kullanılması, çok dikkat çekicidir.

Aldatmacanın böylesine de pes demek gerekir.

İnsan ne olursa olsun, milletini bu kadar kirli dayanaksızlarla kandırmamalıdır..

Yahu Allah billah aşkına şu Milli Eğitim sisteminin varlığı, Bakanlığına rağmen neresi, milli değerlere bağlıdır…

Bu soruya karşılık kocaman bir “hiç” cevabı karşımıza çıkıyor…

Sormak lazım…

Hangi müfredatın içeriği, milli değerleri kapsamaktadır…

Son on yıl içerisinde Türkiye, adeta değişik yöntemler ve küfür sistemleriyle gizliden gizliye "aşina" edilmek isteniliyor…

Yoz beyinler aldatıyor, boş beyinler de aldanıyor.

Ve ne hazindir ki, yeni Türkiye’miz her gün biraz daha fersah fersah İslam’dan uzaklaştırılmak üzere gizli planlar tertipleniyor…

Ki hükmen İslam’dan çok uzaklaştırma planları sergileniyor…

Ama her alanda…

Sormazlar mı, hayrola?

Ey AK Parti ne oluyor, hele bir dur, bir etrafına bak, "olup bitenlerin" farkında mısın?..

Demirel’in zamanında bile, bu millet bu kadar "İslam'dan uzaklaşmamıştı.

O zalim zamanda, uzaklaşma yerine yaklaşma vardı.

ANAP’ın son döneminde gerçekten uzaklaşma vardı.

Zaten devr-i sabık denilen 1950’den önceki hal ortadaydı.

Tek parti şeflik ve dipçik dönemi vardı ki zaten açıkça İslam’a meydan okuyordu.

Ama bugünkü Türkiye’mizde tam tersi beklenirken, ne hikmetse geçmişten beter bir hal yaşanıyor/yaşatılıyor?

Bize göre herkesin kendine bir çekidüzen vermesi lazım.

Abdurrahman Dilipak’ın dünkü yazısında söylediği gibi;  “Sesleniyorum, duyuyor musunuz?”

En derin saygı ve sevgilerimle.